1 Kasım seçimlerinde HDP’nin oyları neden düştü? Kürdistan’a statü talebinde tek taraflı ilan edilen öz yönetimlerin siyasal ve toplumsal karışlığı var mı? HDP’nin ağırlıklı olarak Kürt oylarını alması Türkiyelileşemeye direncin, Kürdistanileşmeye yönelimin mi işareti? Kürt ve Kürdistan sorununa yaklaşımda Türk devleti neden güvenlikçi yaklaşımdan kurtulamıyor? Sorununun olası çözümden devlet ne anlıyor, Kürt siyasal güçleri ne anlıyor? Müzakerelere geri dönülmesi durumunda masasının bileşenlerinin hem taraflar hem de tarafsız gözlemciler olarak genişlemesi mümkün mü? Kürtler kendi iç barışlarını gerçekleştirmeden kendi dışındaki güçlerle barışı sağlayabilirler mi? Sıcak gündeme ilişkin sorularımızı Kongra-Gel Eşbaşkanı Remzi Kartal yanıtladı.
1 Kasım seçimlerinde HDP’nin Kürdistan ve Türkiye’de oylarının düşmesinde Erdoğan ve AKP’nin çatışma ve kaos ortamı yaratarak PKK’yi çatışma sürecine çekmesi ve silahların gölgesinde ilan edilen öz yönetimlerin halkı tedirgin ettiği değerlendirmeleri var. Söz konusu değerlendirmeler hakkında neler söylemek istersiniz?
Elbette yaratılan savaş ve kaos ortamından halk olumsuz etkileniyor ve bu seçimlere de olumsuz olarak yansıdı. Ama bu bakış açısı yaşanan durumu yeterince izah etmiyor. Bu tür değerlendirmeler, Kürtlere yönelik devlet politikalarının tam iyi anlaşılmamasından kaynaklanıyor. Öncelikle 7 Haziran – 1 Kasım sürecini bir seçim süreci olarak değerlendirmek doğru değildir. Ve sadece Tayyip Erdoğan’ın iktidar hırsıyla sınırlı değerlendirilirse yine eksik olur.
Rojava devriminin bölgesel ve uluslararası ilişkilerde yarattığı yeni güç dengelerinden ve Kürt sorununun Türkiye’de geldiği çözüm düzeyinden paniğe kapılan klasik devletin tüm mekanizmaları ile bu sürecin önünü kesmek için savaş hazırlığı içinde olduğu biliniyordu. Erdoğan 7 Haziran’da kaybettiği iktidarını tekrar kazanmak için klasik devlet yapısının içinde bulunduğu bu tabloyu iyi değerlendirdi. 7 Haziran'dan sonra başta ordu olmak üzere bütün devlet gücünün pervasızca tüm yasa ve hukuku bir tarafa bırakarak Erdoğan’ın partisine destek amacıyla Kürt sorununda çözüm isteyenlere karşı savaş yürütmesinin sebebi budur.
Bu süreç, aynen 90’lı yıllarda devletin Kürt hareketine, yasal alanda çalışan partilerine ve bir bütün olarak devletten hak talep eden tüm Kürt halkına yönelik yürüttüğü topyekûn savaşın günümüz koşullarına uyarlanmış bir tekrarıdır. Yani yükselen Kürt özgürlük mücadelesini ve onunla birlikte demokrasi taleplerini de her koşulda ve neye mal olursa olsun bastırmaya karar vermiş bir devlet politikasını görmek lazım. Yaşanan sürecin doğru değerlendirilmesi için bunu görmek çok önemlidir.
Yani PKK, öz savunma temelinde savaşmasaydı da, öz yönetimler ilan edilmeseydi de, devlet ve AKP hükümeti HDP’yi baraj altında bırakmak ve Kürt özgürlük mücadelesine yönelik topyekûn savaşı daha yaygın ve daha etkili bir şekilde sürdürecek, baskı ve korkuyla toplumu tamamen sindirmeyi hedefleyecekti.
Bu durumda HDP çok daha etkili bir mücadele yürütebilirdi diyenlerin olduğunu biliyorum. Ama unutulmasın ki HDP’nin karşısındaki esas güç AKP değil, bütün mekanizmaları ile devlettir. Eğer bu devlete karşı bir mücadele yürütülmeseydi, inanın ki seçim sonuçları daha kötü olurdu. Eleştirilmesi gereken esas husus, neden daha etkili bir direnişin yapılamadığıdır. Başta HDP olmak üzere tüm demokrasi bileşenleri bunu kapsamlı değerlendirmelidir. Bu konularda Kürt özgürlük mücadelesinin devleti tanımaya yönelik tecrübeleri dikkate alınmalıdır. Büyük zorluklar ve bedellerle kazanılmış kırk yıllık birikim var. Barış ve demokrasi cephesinin kazanımları açısından bu oldukça önemlidir.
Süreci ve gelişmeleri böyle değerlendirmek gerekiyor derken, biz bu süreçte hiç yanlış yapmadık demiyorum, elbette yanlış ve eksikler vardır ve bunlar biliniyor. Ama bunlar gelişmelerde ve yaşanan sonuçlarda belirleyici düzeyde değiller. Ortada topyekûn bir devlet politikası var. Bizler bunu ancak direnerek bir şekilde durdurabilir ve geri adım attırabiliriz. Aksini düşünmek, devletin yüz yıllık Kürt politikasını yanlış anlamak demektir.
Öz yönetim ilanlarının, merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında yasal bir düzenleme olmadan tek taraflı beyanlarla hayata geçmesi mümkün mü? Kürdistan’da ilan edilen öz yönetimlerin bu açıdan karşılığı olmadığı, ayrıca Kürtlerin devlete karşı Kürdistan’ın statü talebinin içinin boşaltıldığı değerlendirmeleri yapılıyor. Bu eleştiri ve değerlendirmelere yaklaşımınızı öğrenebilir miyim?
Bu tür değerlendirmeler bizim yürüttüğümüz mücadelenin yeterince anlaşılmamasından kaynaklanıyor. Bu noktada bizim de kendimizi Türkiye kamuoyuna daha iyi anlatamadığımız gerçeğini de görüyoruz. Elbette, öz yönetim talepleri Kürt sorununun çözümü çerçevesinde anayasa ve yasal düzenlemeler ile sağlanacak bir konudur. Eğer çözüm süreci sürdürülseydi, Dolmabahçe Sarayı’nda deklere edilen 10 madde çerçevesinde gözlemci bir heyetin huzurunda müzakereler başlatılsaydı, Kürt halkı yaşadığı kentlerde öz yönetim ilanlarına gitmezdi. Müzakere sürecine bağlı olarak taleplerinin gerçekleşmesini sabırla beklerdi.
Bu süreç Tayyip Erdoğan tarafından yok sayıldığı ve halkımızın siyasi iradesine karşı topyekûn savaş başlatıldığı için ve Kürt halkı devletten ve AKP hükümetinden bugün itibariyle bir çözüm beklentisi içinde olmadığı için, kendi çözümünü adım adım örmek amacıyla öz yönetim ilanlarına yönelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasi, askeri ve bürokratik aklı henüz Kürt sorununda çözüm noktasına gelmemiştir. Bundan dolayı da devletin ve kamuoyunun giderek değişim ve dönüşüme zorlanması için Kürt tarafının kendi talepleri çerçevesinde kendisini yaşamın her alanında örgütlemesi gerekir. Devletin ve hükümetin bütün engellemelerine rağmen, halkımız bir binayı örer gibi kendi alternatif demokratik toplumsal çözüm modelini örecektir. Öz yönetim ilanları ile birlikte yapılmak istenilen budur.
Kürt halkı bu mücadelesi ile kendi demokratik toplumsal sistemini oluşturuyor. Sadece lafla değil bizzat örgütleyerek kendi demokratik toplumsal sistemini Türkiye toplumuna da pratik yaşam içinde göstererek, yaklaşık yüz yıllık devlet politikaları tarafından kamuoyunda yaratılan olumsuz algıları aşarak kalıcı yasal ve anayasal bir çözümü dayatıyor, daha da dayatacaktır. Elbette bu büyük bir mücadeleyi gerektiriyor. Bütün zorluklarına rağmen bu mücadele büyüyerek geliştikçe, hem Kürdistan hem de Türkiye kamuoyunda hak ettiği desteği bulacağına ve bununla da devlet sisteminin çözüme zorunlu olarak geleceğine inanıyoruz.
Türk devlet yetkilileri, ''PKK'nın silahlı unsurlarının siyasi sınırların dışına çıkması'' veya silahları gömmelerini müzakerelerin tekrardan başlamasının ön koşulu olarak ileri sürüyorlar. PKK'nın silah bırakması durumunda devletin Kürt sorununun çözümü yönünde adım atacağına inancınız var mı? Ayrıca Kürt ve Kürdistan meselesi sadece PKK’nin silah bırakmasına bağlı bir sorun mudur?
Özgürlük ve demokrasi temelinde bir statü talep eden Kürt halkına topyekûn savaş ilan eden devlet aklının söylediği bu sözlerin PKK ve Kürt halkı için hiçbir kıymeti yoktur. PKK son Kürt isyanının adıdır. Devlet diğer isyanları bastırdığı gibi bu isyanı da bastıracağına inandığı sürece, bilinen imha politikalarında ısrar edecektir. Buna karşılık olarak PKK de kendisini ve halkını koruyacaktır. PKK’yi silahsızlandırmayı ve yurt dışına çıkarmayı dayatan bir politikada çözüm ve barış niyeti yoktur. Bunu isteyen akılda Türkiye halklarına sadece savaş ve yıkım vardır.
Gerçek ve kalıcı bir çözüm isteyen devlet aklı ise PKK ile çözümü hedefler ve onunla nasıl ortak bir konseptte buluşacağının hesabını yapar. Kürt meselesini PKK’nin silah bırakmasına indirgeyen bakış, devletin güvenlikçi aklıdır. O akıl için bu sorundan kurtulmanın yolu, bir biçimde PKK ye silah bıraktırmaktır. Bu devlet aklına karşı kırk yıldan beri mücadele yürüten PKK kadar bu aklı iyi tanıyan yoktur, kimse kaygı duymasın.
Şu an kesintiye uğrasa da uzun bir süredir farklı kanallardan devlet ile görüşmeleriniz sürdü. Genel kanı çözüm sürecinin bitmediği ama kaldığı yerden de devam etmeyeceği yönünde. Bundan sonraki süreçte Kürt ve Kürdistan sorununun olası çözümü yönünde hangi somut gelişmeleri bekliyorsunuz?
Çözüm sürecinin özü, Kürt sorununun varlığını ve bugüne kadar yürütülen güvenlik eksenli devlet politikalarının çare olmadığını kabul etmekten ve bu temelde de Kürt sorununu çatışma zemininden siyasal demokratik zemine çekerek, çözümü talep eden Kürt tarafı ile birlikte isyan ateşini söndürmeyi esas almaktan geçer. Çözüm budur ve bütün dünya örneklerinde yapılan da budur.
Şimdi AKP hükümeti diyor ki “çözüm sürecek”. Sürecin süreceğine ilişkin belirttiğiniz genel kanı buna dayanıyorsa, bunun bir ciddiyeti yoktur. Bu tamamen Türkiye halklarının aklıyla alay etmektir. Yok, eğer Kürt sorununun geldiği aşama açısından çözüm süreci bir biçimde bitmez deniliyorsa, bu doğrudur. Kiminle ve nasıl olacağı konusunda ise yukarıda belirttiğim gerçek çözüme uygun bir devlet ve hükümet aklı oluşunca, çözüm herkesin tahmininden çok çabuk bir şekilde gerçekleşir. Bunun uzak olmadığını söyleyebilirim. Çünkü Türkiye’yi giderek yoğun bir iç savaş kaosuna sürükleyen bir devlet ve hükümet yönetimini bu ülke ekonomik ve siyasal olarak dört yıl kaldıramaz.
1 Kasım seçimlerinde HDP’nin ağırlıklı olarak Kürt oylarını alması, 7 Haziran seçimlerinde Kürt hareketinin Türkiyelileşmesi yönündeki ısrarını boşa, Kürdistanileşme eğilimini ise öne çıkardığı yorumlarını beraberinde getirdi. Bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi HDP oylarının ağırlıklı olarak Kürt oylarına dayandığı doğrudur. 7 Haziran’a göre 1 Kasım’da oyların azalmasının belirleyici nedeninin de, topyekûn savaş olduğunu yukarıda izah etmeye çalıştım. Oyların azalmasını HDP’nin Türkiyelileşme projesinin tutmadığı şeklindeki değerlendirilmesi karamsar bir bakıştır. Türkiye’deki siyasal konjonktüre de uymuyor.
Çünkü 1 Kasım seçimlerinden sonra Erdoğan ve saray devleti Türkiye’yi tam bir zindana çevirdiler ve bu durum giderek daha çok ağırlaşıyor, ağırlaşacak. Bu koşullar tam da HDP’nin Türkiyelileşeceği bir zemini sunuyor. Çünkü sultanın zulmüne karşı herkesin tek güvencesi HDP’dir. Halklarımıza güven verecek ve öncülük yapacak başka da bir güç yoktur. Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan tüm toplumsal zenginliklerin bir demokrasi bloku oluşturarak mücadeleyi yükseltmesinin zamanıdır. HDP ve HDK böyle tarihi bir süreçte güçlü rol oynamalıdır.
HDP Eş Başkanı Demirtaş, çözüm sürecinin sadece iki parti arasında görüşülerek çözebilecek bir sorun olmadığı, toplumsal uzlaşı için parlamentonun da sürece müdahil olması gerektiği açıklamasında bulundu. AKP sözcüleri de diyalogun tekrardan start alması durumunda bundan sonra izlenecek yöntemin daha farklı olacağı, sürecin sadece HDP, PKK ve Öcalan ile sınırlı kalmayacağı, sivil toplum kuruluşları ve Kürdistan’daki farklı siyasal aktörlerin de sürece katılabilecekleri beyanında bulunuyorlar. Müzakere masasının bileşenlerinin hem taraflar hem de tarafsız gözlemciler olarak genişlemesi durumunda buna yaklaşımınız nasıl olur?
Müzakere masasının genişletilmesi bizim ta baştan beri talep ettiğimiz temel bir konudur. Masanın genişletilmesi meselesinin hiçbir zararı yok, tersine faydası var. Biz süreci kamuoyuna açılması ve kamuoyunun desteğinin de sağlanması için basın mensupları ve akademisyenler başta olmak üzere önemli şahsiyetlerin İmralı’ya gitmelerinin çözüm süreci açısından yararlı olacağını hep belirttik ve bunu hep talep ettik. Sayın Öcalan da bunun önemini sürekli belirtti ama Erdoğan bu yolu açmayı kabul etmedi.
Şimdi burada önemli olan konu, devlet ve AKP hükümetinin çözüm noktasına gelmemiş olmalarıdır. Yani tıkanma noktası, şu an masada kimlerin olacağı konusu değildir. Temel mesele, devlet ve onun hükümeti AKP’nin, Kürt halkının kolektif haklarını kabul noktasına gelmeyişidir. “Kuzey Irak’tan sonra asla bir Kuzey Suriye’ye izin vermeyiz” diyen Erdoğan’ın tekçi dayatmalarının nedeni budur. Öcalan, KCK ve PKK ile çözümde anlaşamamalarının nedeni de budur. AKP kalıcı bir çözümü istemediği için, geçmiş süreçte destek vermek istemesine rağmen CHP’yi sürece katmadı. Aslında bu tutum bile AKP’nin gerçek yüzünü açıkça ortaya koymaya yetiyor.
İktidara yakın medya organlarında Öcalan’ın 1 Kasım seçimlerine yönelik HDP ve PKK’nin özeleştiri yapması gerekir şeklindeki açıklamaları yayınlandı. HDP bu açıklamaları yalanladı. Buna karşın kamuoyunda, PKK, Öcalan ve HDP arasında bir uyum ve harmoniden ziyade uyumsuzluk olduğu yönünde genel bir kanaat var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kamuoyu diye bahsettiğiniz genel olarak AKP ve yandaş medyasıdır. Ki bu medya sadece Kürt sorununda da değil, bir bütün olarak Türkiye’deki meseleleri çarpıtarak kamuoyuna yansıtıyor. Açıkça söylemek gerekirse yukardan aşağıya kadar yalan ve dolanla siyaset yapıyorlar. Bu anlamda Sayın Öcalan’a yönelik söylenen de koca bir yalandır. Kaldı ki öyle olduğunu varsayalım, o zaman bırakın Öcalan ile görüşme yapılsın ve bu değerlendirmelerini doğrudan basına yapsın. AKP basını açısından da çok iyi bir malzeme olur.
Ama mesele bu değil. AKP Kürt halkının bütün değerleri ile oynuyor, yürüttüğü özel savaş yöntemleri ile kamuoyunda Kürt Hareketine yönelik algı operasyonu yapıyor. Ancak bunların bir yararı olmadığını gördüklerinde, kendileri için artık çok geç olacak.
“Kürtler kendi iç barışlarını gerçekleştirmeden kendi dışındaki güçlerle barışı sağlayamazlar” değerlendirmeleri sıklıkla yapılmakta. Genel konjonktür Kürtlerin lehine olmasına karşın, Kürt siyasal güçleri arasındaki diyalog ve ilişkiler neden olumsuz seyrediyor? Kürtler arasında diyalog ve işbirliğinin sağlanması için atılması gereken adımlar nelerdir?
Evet, Kürtler için ulusal birlik çalışmaları her zamankinden daha fazla, şimdi daha çok stratejik bir konudur. Kürtler arasında ulusal birliğin önündeki en temel engeller; egemen devletlerin müdahaleleri ve Kürtler arası iktidar sorunudur. Geçmişten beri egemen devletlerin Kürtler arasında birlik sağlanmaması için neler yaptıkları biliniyor. Maalesef günümüzde de bu konuda en etkin olan ülke Türkiye ve AKP hükümetidir.
Güney Kürdistan hükümeti ile olan ilişkiler üzerinden AKP Kürtler arasına saplanmış kanlı bir bıçak rolü oynamakta ve birliği engellemektedir. Mücadeleyle AKP’nin aşılması halinde, aynı zamanda Kürtler arası birlik çalışmalarının önündeki en temel engelin aşılması da sağlanmış olacaktır. Elbette bütün Kürt partileri, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri, aydınlar ve akademisyenler gibi birçok güç, çevre ve şahsiyet Kürtler arası ulusal birlik konusunda aralıksız çalışmalarını sürdürmelidir. Kürt halkının kazanımları arttıkça, ulusal birliğin önündeki engellerin aşılması daha da kolaylaşacaktır.
@cetin_ceko