Bir yazımda altı Çin klasik romanından hiçbirinin Türkçeye çevrilmediğini yazmıştım. (1) Açık Radyo’daki konuşmam (2) vesilesiyle bir dinleyici bunun nedeni hakkında ne düşündüğümü sormuştu.
Bu sorunun cevabı galiba Çin’i fazla önemsemememiz. Herkes Çin mucizesinden Çin ekonomisinin büyüklüğünden, Çin’in yükselen güç olduğundan kısacası Çin’in çok önemli olduğundan bahsediyor. Ama gerçekte Çinle rabıtamız oldukça zayıf. Çin'i tanıma Çin'le siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerimizi geliştirme konusunda gerçek anlamda bir irade beyanı yok gibi. Siyasetçiler, bürokratlar hatta aydınlar benzer bir “tembellik” içerisinde.
Çünkü batı her anlamda daha kolay. Ekonomide olsun kültürde olsun geniş bir müktesebat söz konusu batı ile. Ama Çin böyle değil. Her anlamda çaba gerektiriyor. Bu tür bir niyet ve sebat siyasetçilerde de, iş adamlarında da aydınlarda da pek yok galiba.
Haliyle Çin medyada da pek gündemde olmuyor. “Normal” zamanlarda Çin’de neler olup bittiği ile ilgilenilmiyor. Zaten medyamız Çin’i Çin’den değil batı medyasından takip ediyor.
Ancak batı medyasının büyüttüğü haberler söz konusu olduğunda Çin birden gündeme geliyor.
Bu durumu bir analoji ile tanımlamak gerekirse televizyonda oynayan filme hiç ilgi göstermeyip başka işlerle uğraşan birinin filmde heyecanlı bir sahne geldiğinde “ne oluyor, kim ne yapıyor” gibi sorular sormasına benzetmek mümkün. Filmde o zamana kadar olanları izlememiş, filmin karakterlerini tanımamış biri o sahnede olup biteni ne kadar anlayabilirse bizim medyamız da böyle yükselen Çin merakı dönemlerinde durumu ancak o kadar anlayıp kavrayabiliyor.
Şimdi de böyle bir dönem yaşanıyor. Xi’nin geçen Aralık ayında Suudi Arabistan’ı ziyareti, ardından Suudi Arabistan ile İran arasında arabuluculuk girişimi, derken Rusya’ya bizzat gidip Putin'le düşman çatlatan pozlar vermesi birden bire “Çin neler yapıyor?” merakını medyada gündeme getirmişe benziyor.
***
Artan Çin ilgisi nedeniyle hazırlanmış iki programı geçen pazar izleme fırsatım oldu. Konunun uzmanı olduğu belirtilen bir profesörün konuk olduğu ilk programda “Çin oyun kurucu mu oluyor” sorusuna cevap aranıyordu görünüşte.
Programın sunucusu ile profesör arasındaki karşılıklı konuşma Çin’in batıya olan bağımlığının batının Çin’e olan bağımlılığından daha az olduğu, Çin’in ekonomik ve askeri açından 2030’da ABD’yi geçeceği gibi klişelerin tekrarlanmasıyla başladı.
“Çin çok kapalı, kendisini dünyaya açmayan ve rahat olmayan bir ülke tabii ki sosyal bir devlet olmasından kaynaklanıyor” gibi “tespit”lerle gelişti (sosyal devlet olmak dışa kapalı olmayı gerektiriyorsa İskandinav ülkeleri neden dışa kapalı değil gibi soruları hiç sormayın).
Profesörün, Almanca baskısını gösterdiği “Xi Jinping. Dünyanın En Güçlü Adamı” (3) kitabından edinildiği izlenimi veren birkaç cümlelik Xi değerlendirmesini izleyen ifade ise programın şahikasıydı: “Bütün rakipleri defolu, ya para almışlar ya başka şey. Ama adama (Xi) bir şey diyemiyorsunuz. Çin’in Gandisi diyelim.”
***
Yine aynı gün izlediğim bir başka programda ise bir dış politika yazarı “Burada garip olan ilk defa bu konuda çalışan, takip eden herkesin Çin’in davranışlarında bir anomali görmesi, bir gariplik görmesi, bir değişiklik görmesi. O değişiklik şuydu. Çin jeopolitik, stratejik, siyasi meselelere müdahale etmezdi” diye tespitini yaptıktan sonra Çin’in “Rusya’dan sonra sıra bana gelecek” diye düşündüğünden dolayı Rusya ile “stratejik ittifak” yaptığını söylüyordu.
***
Sadece son dönemdeki gelişmelere bakıp tutarlılığı olmayan değerlendirmeler yapılıyor. Oysa ortada yeni bir durum yok. Xi Jinping, yıllardır söyleyip yaptıklarına biraz daha el yükselterek devam ediyor, hepsi bu.
Çin, ABD hegomanyasındaki mevcut küresel düzeni değiştirip daha fazla söz sahibi olduğu yeni bir dünya düzeni istiyor. Bu konuyu geçen eylül ayındaki bir yazımda (4) geniş olarak ele aldığımdan ayrıntıları tekrarlamayacağım.
Xi Jinping’in 2017’de ÇKP’nin 19. Kongresi'ndeki şu sözlerini hatırlatmakla yetinelim:
“Reform ve dışa açılmanın ilk günlerinde Parti, kendi yolumuza gideceğimizi ve Çin karakterli sosyalizmi inşa edeceğimiz açık bir şekilde ilan etti. O zamandan beri Parti, Çin'i ekonomik ve teknolojik güç ile savunma yetenekleri açısından lider konuma taşıyarak, tüm Çin halkını yorulmak bilmeyen bir mücadelede birleştirdi ve yönlendirdi. Çin'in uluslararası konumu daha önce hiç olmadığı kadar yükseldi. Partimiz, ülkemiz, halkımız, silahlı kuvvetlerimiz ve ulusumuz emsalsiz bir şekilde değişti. Tamamen yeni bir duruşa sahip Çin ulusu, şimdi Doğu'da önde ve sağlam duruyor.
Onlarca yıllık sıkı çalışmayla, Çin karakterli sosyalizm, yeni bir çağın eşiğini aştı. Bu, Çin'in gelişiminde yeni bir tarihi kavşaktır.” (5)
Söz konusu yazıda “Çin'in ABD ile ilişkilerinde giderek daha iddialı ve zorlayıcı olmaya başladığını göreceğiz” demiştim. Nitekim olan da bu.
***
ABD özellikle son dört yılda Asya Pasifik’te Çin’in politikalarından tedirgin olan pek çok bölge ülkesini ve batılı ülkeleri Çin’e karşı ittifak içinde hareket etme fikrinde birleştirmişti. Pek çok batı ülkesinin Huawei’in 5G teknolojisini kullanmaktan vazgeçmesi, yarı iletkenlerde Çin’e uygulanan kısıtlamalara G. Kore’den Japonya’ya hemen bütün oyuncuların katılması bu konudaki örneklerden birkaçı.
Çin biraz da bu yalnızlaşma sürecinden sıyrılmak için önüne çıkan fırsatları değerlendiriyor. ABD ile ilişkileri iyice limonileşen Suudi Arabistan’ı çoktandır gözüne kestirmişti. Hatta Xi’nin daha Covid 19 kısıtlamaları kalkmadan önce geçen eylül ayında ziyareti bile gündeme gelmişti.
Rusya ile ilişkilerde ise her ne kadar yeni dünya düzeni ve çok kutuplu dünya retoriği öne plana çıksa, "karşılıklı askeri güveni daha da derinleştirme yolunda iş birliğini güçlendirme” niyeti vurgulansa da bunun gerçek anlamda bir ittifak olduğunu söylemek zor. Çin, batıyı karşısına almaya yol açacak uygulamalardan kaçınmayı tercih ediyor. Örneğin, Rusya’ya silah yaptırımlarına en azından kâğıt üzerinde karşı çıkmıyor.
Düşmanının düşmanı olan Rusya’yı “dostu” olarak değerlendiriyor demek de yanlış olmaz. Rusya’nın ABD karşısında hezimetinin kendi orta ve uzun vadeli çıkarları açısından tehlikeli sonuçlar doğuracağının farkında. Mevcut durumun Çin’e ucuz petrol ve doğal gaz almak, Orta Asya'daki cumhuriyetler üzerinde nüfuzunu artırmak gibi faydalar sağladığı da bir gerçek.
Çin etki alanını genişletme hamlelerini kararlıkla sürdürüyor aslında. Büyük küçük her durumu değerlendiryor. Örneğin. Pasifik’teki 120 bin nüfuslu adalar devleti Kiribati ile ilişkilerini geliştirmesi ve ülkenin batı yönelimli 18 üyeli Pasifik Adaları Forum’dan ayrılması geçen yazın bölgedeki önemli gelişmelerinden biriydi. 33 mercan adasından (atoll) oluşan Kiribati’nin toplam toprak yüzölçümü sadece 811 km ancak adalar Pasifik’te 35 milyon km2 bir alana yayılmış olduğundan egemenlik sahası son derece geniş.
Çin daha fazla söz sahibi olduğu bir yeni dünya düzeni gerçekleştirmek yolunda uzun vadeli politikası çerçevesinde adımlar atmaya devam edecek. Yani benzeri gelişmeleri, durumları daha da sık göreceğiz.
***
Öte yandan “Çin gümbür gümbür geliyor” retoriği on yıl öncesine kaldı. Çin’i yakından takip eden herkes, benim bu köşedeki yazılarımda ve yayınlanan kitabımda da ortaya koyduğum gibi ülkenin önemli yapısal sorunları olduğunu vurguluyor. Çin mucizesinin önceki dönemdeki gibi devam edebileceğini hâlâ iddia etmek hiç mümkün değil.
Uzman olarak ortaya çıkan kişilerin gelişmeleri sürekli olarak izlemesi gerekiyor sanki.
***
Gandi konusuna gelecek olursak… Bizim Çin uzmanları Xi Jinping’i Gandi’nin Xi’yi tanıdığı kadar tanıyorlar galiba…
________________________________________________________________________________________________
(1) Cevdet Kadri Kırımlı, Çin Mucizesinin Sonu mu?, s.201, İletişim Yayınları, 2023
(3) Stefan Aust, Adrian Geiges, Xi Jinping, The Most Powerful Man in the World, 2022
(4) ABD-Çin peşrevi asıl 20. kongreden sonra başlayacak
(5) 习近平:决胜全面建成小康社会 夺取新时代中国特色社会主义伟大胜利——在中国共产党第十九次全国代表大会上的报告, 18 Ekim 2017
Cevdet Kadri Kırımlı kimdir?İzmir'de doğdu. Yurt içinde ve yurt dışında farklı şirketlerde yöneticilik yaptı. Çin'de ve Hong Kong'da yaşadı. |