Kaybeden olmaktan mazoistçe bir zevk mi alıyoruz? Hayır.
Eğitimli, meslek sahibi kişiler olarak mavi yakalı işçi sınıfına ait bireyler miyiz? Hayır.
Toprak eken, hamur açan, traktör süren, hasat mevsimini bekleyen köylüler miyiz? Hayır.
Ailesinden miras kalmış, işe, paraya ihtiyacı olmayan azınlığa mı dahiliz? Hayır.
İktidar gücünden yana olsak kariyerimiz, paramız, konforumuz yerinde olmaz mı? Olur.
İktidara destek veren halkımızın yarısı bize de destek vermez mi? Verir.
Seçim sonuçlarına göre iktidarı iktidar yapan eğitimsiz, yoksul kitlenin yanında yerimizi almış olur muyuz? Oluruz.
Sahillere sıkışan chp ile dar bölgede top çevirmekten kurtulup, Türkiye geneline yayılma şansını yakalar mıyız? Yakalarız.
Sürekli yenilmişlik duygusuyla ezilmekten kurtulur muyuz? Kurtuluruz.
Hüzün, tasa, kaygı, gelecek endişesi biter mi? Biter.
Çocuklarımızı nasıl okutacağız derdi sona erer mi ? Erer.
Kim için , neden mücadele ediyoruz sorularının sonu gelir mi ? Gelir.
O halde biz neden muhalifiz?
Çünkü başka türlüsünü bilmiyoruz. Bize adaleti öğretmişler. Hep adaletten, haktan yana olmayı. İnsan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, hayvan hakları. Kendimizi hiçe sayma pahasına güçten, kuvvetten yana değil , doğrudan yana olmayı. Bize kendimizden önce kandırılanları, zayıfları, ezilenleri korumayı öğretmişler.
Bizim koruduklarımız şimdi bize “siz de kimsiniz, siz önce kendinizi kurtarın” diyorlar, bizi aptallıkla suçluyorlar. Biz yine de aptallığı sürdürüyoruz. Çünkü bizim okuduğumuz masallarda kurnaz tilkiler kendi kazdıkları kuyulara kendileri düşüyorlar masalın sonunda, tilkilere kananlar pişmanlıktan gözyaşı döküyorlar. Bizim izlediğimiz filmlerde iyi insanlar kahraman ilan ediliyorlar filmin sonunda. Kötülük, fettanlık cezasız kalmıyor. Film kahramanları mı değişti şimdi , masalları yazanlar mı değişti?
Ne iyi ki, ya da ne fena ki bizim değişemeyeceğimizi biliyorum. Kimliğimiz öyle şekilenmiş ki; “senin iyiliğine, fedakarlığına mı kaldık” diye bizi itekleyenlere bile iyilik yapmaya çalışıyoruz. Bize ahmak gözüyle bakmalarına aldırmadan. 23 Nisan’da “Twitter’ı biliyorum ama kullanmıyorum” diyen küçücük bir çocuğun özgür iradesini gaspetmelerine üzülüyoruz. O çocuğu başbakan alkışlarken, annesi ve babası çocuğuyla gurur duyarken , biz dizimizi dövüyoruz. Biz ne kadar çok çocuğa özgürlük aşılarsak , o kadar insanlığa hizmet ederiz anlayışıyla küreklere asılıyoruz gemiciklerin yanına gemiler eklenirken. Bilmiyorum değiyor mu bunca gayret , her eylemde onca yaralanan, öldürülen, hapislere atılan insanların çektiği eziyete değiyor mu?
Hep kaybeden olma gerçeğini değiştirmek gerek. Kaybetmek üzerine güzelleme yapmaktan, umudu cilalamaktan , ütopyalarımıza sarsılmaz inancımızı bilemekten öte yeni bir yol bulmamız lazım.
Biz bize konuşup, birbirimizi onaylamak dışında bir yol, uğruna mücadele ettiklerimiz birgün bizi anlayacak beklentisinin dışında bir yol, özgürlük anlayışımızın, evrensel bakışımızın , bilgi birikimimizin çoğunluk tarafından boğazlanmayacağı, ömürlerimizi feda etmeyeceğimiz, bizim de hak ettiğimiz gibi yaşayabileceğimiz bir yol, bütün parametrelerimize birbirimizle kavga etmeden yeni ayarlar vereceğimiz bir yol, gün geçtikçe daha çok yalnızlaşmamak için yeni bir yol bulmamız gerekiyor.
Muhalefetimizi kazanmak üzerine kurmalıyız. İsyanımız bize hep kaybettirmemeli. Ölmeden önce kazanmayı hedeflemeliyiz. Gelecek nesillerden önce kendi neslimizi kurtarmak için bir yol bulmalıyız.