Kızlar sokağa çıkmasın, evin penceresinden sokağı seyretsin, gözlerinin önünden akıp giden görüntülerle oyalansınlar.
Kızlar sokağa çıkmasın, evin penceresinden sokağı seyretsin, gözlerinin önünden akıp giden görüntülerle oyalansınlar. Kızlar sinemaya gitmesin, filmler yeni hayatlara sürükler, aktrislerle özdeşleşip maceralara dalmak ne büyük felaketlere yol açar... Kızlar konser mekânlarında bulunmasın, müzik zihni, bedeni çalıştırır, o zihni, o bedeni sonra kim tutar? Kızlar erkekleri beğenmesin, erkeklerle dolaşmasın, kız kıza idare etsinler... İstanbul Emniyet Müdürü’ne kalsa, bütün kızlar evlere kapatılmalı. Kızlar evde kadın programları seyredebilir örneğin. Programda kazara yıllardır cinsel ilişki kuramayan evli çiftlerin hikâyesine rastlarlarsa, televizyonu kapatmak şartıyla. Türkiye’nin ahlaki yargılarına aykırı programları izlemek yanlıştır, yayınlamak yasaktır. RTÜK’ün AKP kontenjanından seçilen üyesi İlhan Yerlikaya’nın gözünden kaçmamıştır bu program, ama diğer üyelerin ahlakı nasıl elverdiyse, sessiz kalmışlardır programa. Türkiye’nin her köşesi zabıtalarla dolup taşıyor. Ahlak zabıtalarının cinsel problemi yoktur! Mesela; ahlaki değerleri koruma zabıtalarının nedense hiç cinsel problemleri yoktur. Sanki onlar kitapların yazdığı gibi haftada üç kez sevişir, orgazm olur, sevişme sonrasında birbirlerini okşar, öper, huzur içinde uyurlar. Cinsel sorun çekenler, çözüm arayanlar, ülkenin ahlaki değerlerini koruma zabıtaları nezdinde doymak bilmez teşhircilerdir. Peki gecenin yarısında internetteki seks sitelerinde dolaşanlar, komşularının kızlarının göğüslerinin büyüdüğünü ilk fark edenler, hayal âlemlerinde soymadıkları kadın bırakmayanlar niye yine bu zabıtalardır? Kim bilir, belki de en iktidarsız onlardır. Duydukları her iktidarsızlık hikâyesi, kendileriyle yüzleşme acısına sürüklüyordur onları. Kim bilir belki de tersi, en çakan delikanlılar, en işveli orgazm bilen kadınlar ahlaki değerleri koruma zabıtalarından çıkıyordur. Kimsenin hakkını yemeyelim. Cerrah, kızının peşine polis mi taktı? Her neyse, gelelim İstanbul Emniyet Müdürü’ne... Müdür kendi kızını nasıl büyüttü acaba? Her mahallede kızını takip eden bir polis mi görevlendirdi, kızı bir kafede çay içerken polis kapıda mı bekledi, kızı alışveriş merkezine gittiğinde polis dükkânlar arasında cirit mi attı, kızı sinemadayken arka ve ön koltukları polis timi mi tuttu, kızı flört etmeye niyetlendiğinde şüpheli erkek gözaltına mı alındı? Yoksa polis kızı hep evinde mi oturdu? Yani İstanbul Emniyet Müdürü’nün, kafası kesilen kızın babasına, “Kızınızı takip etseydiniz” lafını nasıl anlamalıyız biz? Hepimiz emniyet müdürü olup, kızlarımızın peşine polis birliklerini mi takalım, yoksa kızları eve mi kapatalım? Kızlar kıpırdayamasın, nefes alamasın, düşünemesin, konuşamasın, sonra da evlendirelim mi? Evlendirdiğimiz kızlarımız kocalarıyla ilişki kuramasalar bile susacak terbiyeye mi sahip olsunlar? Mutsuz, tatminsiz ama iffetli mi yaşasınlar? Ne yapalım biz bu kızları? Benim daha kestirmeden bir önerim var. Erkeklerin sokağa çıkmaları yasaklansın. Annelerin görevi kocalarını ve oğullarını evde beslemek olsun. Ne akıldışı bir öneri değil mi? Halbuki kızların kapatılması ne kadar da makûl. ‘Yapma babacığım, hâlâ korkma’ Tabii en üzücü olan; öldürülen kızının ızdırabını çeken babanın Emniyet Müdürü'nden korkması. Izdırapların en büyüğünü çekerken bile, “Kızını takip etseydin” diyen Emniyet Müdürü’nün elinden öpmesi, büyüğümüzsün demesi. Yapma babacığım, canın senden parçalanarak ayrıldıktan sonra bile hâlâ korkma. Bütün hücrelerimize şırınga ettiler korkuyu. Son nefesimize kadar çıkmıyor korku içimizden. Bağır babam bağırabildiğin kadar, kaybedecek ne kaldı ki? Keşke kızın yaşayabildiği ne varsa yaşasaydı öldürülmeden önce.17 yıllık ömrüne ne katabiliyorsa katsaydı. Keşke bıraksaydın onu daha çok şehir, sokak dolaşsaydı, keşke daha çok erkek tanısaydı. Belki o zaman yanındaki erkekten de biraz şüpheye kapılırdı.