Bu dehşet verici olay, ne hemencecik bir sonraki konu başlığına atlanabilecek ne de birtakım önlemler yaptırımlar alınmadan devam edilecek bir durum.
Bir düşünün, iki gün önce ağacın altına dileklerinizi yazıyorsunuz.
2019 harika geçecek, bizim yılımız olacak diyorsunuz.
Eşinizle yeni bir hayata başlamanın taze heyecanı ile pespembedir çoğu şey zaten…
Kısacası artık, her şey yerli yerindedir.
Fakat yeni yılın ikinci günü, sınıfınızda bir öğrenciye “yerinde bir uyarı”da bulununca, hayat bir kâbusa dönüyor. Akademisyen Ceren Damar’ın “Kopya çekme” uyarısı ve sonrasında tutulan tutanak, onun haklı hocalık otoritesini güçlendirmek yerine onu hayatından ediyor, çünkü Damar’ın öğrencisi bu uyarıyı hazmedemez, eve gidip polis emeklisi babasının kullandığı silahı alarak okula gelir.
Kimseden korkmaz, çünkü hocasını kendisinin saygısını hak eden birisi olarak görmez. Sadece bir kadın, üstelik kendisinin yaşlarında bir kadın akademisyen ona hayır demiştir. Onun odasına gider, fiziki şiddet uygular, genellikle okul kantininde onu elinde gördükleri bıçakla, “tez danışmanı”nı 8 kez bıçaklar. Öfke ne kadar içine işlediyse ne kadar bilgi, emek, hak etmişlik, kadın başarısı karşısında ezilmişse, çirkin mafyöz dizi kahramanlarına ne denli özendiyse, 2 el de kalbine ateş eder hocasının…
Sonra gider…
Ve ifadesinde der: “Bana karşı gelmesine dayanamadım”.
Burada iki nokta var. Biri çok aşina olduğumuz “erkekliğin ispatı”… Diğeri ise özellikle günümüzün gençleri arasında hızlıca yayılan, bilginin ve eğitimin getirdiği haklı bir üstünlüğün reddedilişi.
Para ile kolayca eğitimin satın alınması, dijital çağın etkisi ile her şeyi herkesin yapabileceği gibi tuhaf bir algı yanılsaması…
Neticede, kaçar Hasan İsmail H.
Şaka amaçlı söylenir değil mi, kaçmak erkekliğin onda dokuzudur diye…
O, onda birini cinayet mahallinde bırakıp, onda dokuzu ile kaçar işte.
Ceren Damar katliamı, bir Özgecan Aslan infiali yaratmalı toplumumuzda. Bu dehşet verici olay, ne hemencecik bir sonraki konu başlığına atlanabilecek ne de birtakım önlemler yaptırımlar alınmadan devam edilecek bir durum çünkü… Baksanıza Hasan İsmail H.’nin davranışı sosyal medyada bir öğrenci tarafından hemen destek buldu: “Bu olanlar diğer hocalara ders olsun.”
Fransa’da da oldu, ama kıyamet koptu
Bugün, özellikle üniversite, hastane, okul gibi kamusal hayatın saygı ve hiyerarşi üzerine inşa edilmiş alanlarının bir dizi reformla sağlanacak yaptırımlarla değişimi acilen gerekmekte. Kadınların bu kurumlarda ayrıca korunması, desteklenmesi, güç mekanizmalarında yer alması hiçbir zaman olmadığı kadar öncelikli bir durum. Çünkü son dönemlerde, kamusal alanda çalışan genç kadınlar akıl almaz bir şiddete maruz kalıyorlar. Bir zaman önce, biri özel bir üniversitede matematik bölümünde akademisyen, diğeri ise beyin cerrahı arkadaşım, onların önlüklerine yapışarak hesap soran hasta yakınlarından ve öğrencilerinden bahsettiler mesela.
Hemen bir parantez açmak isterim ki yaklaşık bir ay önce Fransa da sonu böyle acı bitmeyen, ancak çok vahim bir lise skandalı ile sarsıldı. Créteil’de bir lisede, 16 yaşında erkek bir öğrenci, öğretmenine sahte bir silah doğrultup “Beni sınıfta yok yazmayacaksın” diye tehdit eden görüntüleri diğer arkadaşlarının kahkaha dolu sesleri arasında telefonların ekranlarına yansıdı. Öğretmen ise bıkkın, her gün yaşanabilen bu olaya tepkisiz dersine devam ederken görüntülendi. Fakat videonun ortaya çıkışı ile Fransa ayağa kalktı, Milli Eğitim Bakanı acil bir önlem paketi sundu.
Bunun Türkiye’deki olayla ortak yanı, kadına karşı şiddetin kamusal alanda artışı ve eğitim hayatında öğrenci-öğretmen arasında bir haklı (meşru) otoritenin kayboluşu, saygının azalışıdır. Ama işte Fransa’daki tepki de budur.
Özel üniversitelerde yaşananlar ayrı bir yazı konusu, ancak kamusal alanda özellikle genç kadınlara karşı artan şiddetin en önemli iki nedenini şu şekilde sıralamak mümkün: İlki, şiddetin meşrulaşması; ikincisi ise saygı duyma biçiminin ve duyulma nedenin değişmiş olması.
Sosyolog Richard Senett saygı kazanma biçimlerimizi şu şekilde sıralamakta: “Yeteneklerimizi, değerimizi topluma kabul ettirmemiz gerekir, çünkü modern toplumda asalaklık hoş karşılanmaz, kendine yetmeli, birey olunmalıdır ve karşılıklı saygı duyarak ve diğerlerine bu saygıyı geri vererek saygı kazanırız.”
Bu dehşet verici olayın arka planında yer alan, saygının toplumdaki “el değiştirme” biçimini belki şöyle özetlenebilir:
Son dönemlerde ailelerin çocuk yetiştirme biçimlerinde beliren yeni bir “yörünge” doğrultusunda özellikle okul hayatında öğretmen-öğrenci ilişkisi son derece yıprandı. Yanlış bir uç olan “Eti senin kemiği benim” anlayışından neredeyse hocanın haklı otoritesini, her ses yükseltmesini sorgulayan şikayetçi, kontrolcü ve çocuğunu devamlı şımartan veli ile bir başka uca gidildi.
Bunu eğitimin “saygınlık getiren bir değer” olmadığı, para ile her şeyin alınabileceği algısı takip etti. Eğitimle hak edilen statüler, meslekler adeta bir sosyal linçe uğradı/uğratıldı.
Öte yandan, kadınların toplumsal statülerine duyulan saygı hem doğrudan hem dolaylı olarak azaltıldı. Artık hak edilen bir saygı değil, korku ile kazanılan saygı daha mubah oldu. Sosyal ağlar da siber dünyada gerçeklik algısını iyiden iyiye yıprattı, empatiden yoksun yeni nesiller için “saygı duymak” kavramını tamamıyla değiştirdi. Toplumda kırılgan olan her statü daha da zarar gördü, uzun yıllar emek verilerek gelinen yerler anlamını yitirdi.
Tüm bu meşru “saygı çemberi”nin yıkılışıdır işte aslında Ceren Damar’ın hayatını alan...