Uzun kıvrımlı bir yol uzanıyor, bitişi belli değil.
Yola çıkalı epey zaman olmuş. Nerede başlamıştı hatırlaması güç.
Niyetin ortaya çıkmasının ardından çok mevsim, çok durak geçilmiş.
Kayıplar, gidenler, terk edenler…
Yarı yolda vazgeçmeye gönüllülerle ortalığa dökülmüş masumiyet. Çırılçıplak iken utangaçlığı bile horlanmış.
Ezilmiş, kırılmış, incitilmiş. İyilikler, güzellikler şeytanlığın esaretine takılmış.
Ve günler aylar biteviye incitmiş kalbini. Oysa zaman incitmez bizi, zamanın kendisi yok etmez sevinci isteği.
Hırslar, tutku sanılan hırslar, bir başkasının yokluğunu kendi varlığına fırsat sananlar ile acıtılmış düşlerin.
Yaşatmadıklarının, yaşayamadıklarının sorumluluğunu almıyorlar küçüğüm. Onlar hep bilenler, onlar hep kibarlar.
Hani o çıplak çingenenin eliyle yağlı urganı boynuna dolamaya bayılıyorlar. Senin esaretin onların özgürlüğü olabiliyor mesela. Senin özgürlüğünün onların kaybı olduğu gibi.
Senin mutsuzluğun, çektiğin acılar onların başarı nidalarını çınlatabiliyor. Senin sevginin ölümsüzlüğü yarattığı gibi.
Dürüstlüğünü, samimiyetini esir alabiliyor kirli düşünceler, gizli anlaşmalar, pis işler. Açık saçık sözlerinin gerçeği yüzlerinde şaklattığı gibi…
Sevgisizlikleri seni aşktan, şefkatten ve kavuşmalardan uzaklaştırabiliyor. Birleştiriciliğinin yankısının dağları taşları şenlendirdiği gibi…
Bir buket değilse bile tek bir çiçekle özür dilemesi gerekenler şahlanarak üzerine yürüyebiliyorlar, içindekini ezmeye yeminli olabiliyorlar. İçinden coşup taşan çiçeklerin baharı getirdiği gibi…
Yol verdiklerin, gönderdiklerin ısrarla kalmayı zorlayabiliyor. Bitişlere, noktalara cesaretinin olduğu gibi…
Sırtlan gibi giriyorlar gece uykularının arasına, suçlamayı, karalamayı sana ders vermek sanıyorlar. Bırak sansınlar, sen yine de sevgisin, şefkatsin, gözlerinin derinliklerine de saklansa umutsun, neşesin, aşksın.
Yapıyorlar, hiç durmadan, hiç kesintisiz. Bir kapıyı kapatsan pencereden, bacayı tıkasan pis kokulu deliklerden çıkıyorlar. Her geçen gün daha fazla kaybettiklerini görmeden, bilmeden ezmeyi başarıya giden yol sanıyorlar.
Kazanman o kadar korkutucu ki, mutlu olman öylesine kırıcı ki, onların güçsüzlüğünün renkli ışıklarla donatılmış bir tabelası.
Dönüyor geceler, gündüzler… Sen kendin oldukça yürüyecekler üstüne. Kabul et artık bunu.
Sen güzelleştikçe onlar gelecek karanlığın içinden ışığa koşan ateş böcekleri gibi. Senin aydınlığından beslenecek, senin güzelliğinden geçinecekler.
Duracaksın, kendi merkezinde hızla döneceksin derin nefeslerle ve onlar savrulacaklar. Sen döndükçe iyiliğe güzelliğe ışığını büyüteceksin, yoğunlaşacaksın, parıldayacaksın.
Döndükçe boşluğu daha çok hissedeceksin, korkutacak seni boşluk, tutunmak isteyeceksin, onca ağırlığı bırakmak kolay olmayacak. Sığınmak isteyeceksin, korunmak isteyeceksin, biraz şefkat dileneceksin ama gelmeyecek, yine şeytanın oldum bak yine kötü şeyler söyledim, aradığın şefkat korkup kaçtıkça gelmeyecek.
Korkunun içinde nefessiz kaldığında müziğe sığınacaksın bülbülün de tutsak olduğu bir şarkıda dinlenecek ruhun, etrafındaki patırtıyı gürültüyü umursamadan kapatacaksın gözlerini, gömüleceksin şarkının içine.
Gözlerini usulca açtığında belki bir çift gülümseyen göz göreceksin sana bakan.
Gülümseyecek. Sen de gülümseyeceksin.
Utanacaksın. O da utanacak.
Korkacaksın. O da korkacak senden, savaş tamtamları onun içinde çalıyor her yerden. Ayıracak sizi karanlık giysili insanlar, ayrıldıkça daha çok incitecekler, daha çok kıracaklar.
Kaçacaksın. O da kaçacak. Aşkın, şefkatin seni bulmasını dileyerek bakacaksın ona.
Ayrılık büyüdükçe özgürlüğün ve esaretin iç içe geçecek, umut edeceksin. Belki bir gün gelir, belki bir gün arar diye. Gelmeyecek, sormayacak, konuşmayacak. Yine de bekleyeceksin, belki aşkın seni bulmaya cesareti olur diye.
Uzun karanlık gecelerde büyüyecek ayrılık, yükselen günün ışığında çoğalacak yalnızlık. Boşluğunun adı olacak; yalnızlık, ayrılık, yokluk, ölüm. Oysa boşluğun adı neşe, aşk, şefkatte olabilirdi.
Ayrılıkla bitecek ömrünüz. Sonra biri gelecek sizin şarkınızı yazacak, insanların dilinde sevda şarkısı olacaksınız. Belki biri sizi edebi bir karaktere sokacak anlatacak, yaşatacak, kavuşturacak.
Yine de kimse anlayamayacak ruhunuzun yalnızlığını, yine de kimse anlayamayacak ayrılığın yarasını.
Ve kimse bilemeyecek birbirinize dokunmanızın büyüsünü, sarılmanızın bütünlüğünü.
Ve kimse bilemeyecek kavuşmanızın yaratacağı neşeyi, coşkuyu.
Öyle işte, yol çekecek sizi içine, koyu renkliler ayıracak sizi ve böylece kayacak bir yıldız, bir gece sessizce evrenin derinliklerine. Bilmeden, konuşulmadan, görülmeden.