Her şey bir illüzyon ise… Gerçeklik sandığımız aslında bir yanılgı ise.. Doğru diye savunduklarımız aslında bir hiç ise…
Yine de anlamlı olur muydu hayat?
Yine de nefes alıp vermek, gülümsemek anlamlı olur muydu?
Varlığımızı, neşemizi, değerlerimizi hangi koşullara bağlıyoruz?
Ya koşullar ortadan kalkarsa… ya her şey bir anda değişirse… ve biz bildiğimiz her şeyin aslında bir illüzyondan ibaret olduğunu öğrenirsek…
Varlığımız, neşemiz, değerlerimiz anlamlı olur muydu?
Dün akşam bir fotoğraf gördüm. Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde nehrin kenarında çekilmiş, anlık bakış ile bir deniz kenarı sandım, sonra kendime güldüm. "Erzincan’da deniz mi var?” diye.
İşte tüm sorular da buradan geldi.
Denizi hiç görmemiş birisi, o suyun en geniş alana yayılmış su olduğuna inanabilir. Hatta tüm suların aktığına, durgun su fikrine, özelliğine, gerçeğine ihtimal bile vermeyebilir. Deniz yoktur onun için. Denizi gören başka bir şey görmeyen için okyanus yoktur. Okyanusu gören ve daha fazlasını görmeyen için başka bir şey yoktur. Büyüdükçe, bilinmezliği tanımak bile imkansızlaşıyor, ufacık zihinlerimiz için.
Tıpkı öküzün boynuzunda duran dünyaya inanlar gibiyiz, sadece algıladığımız kadar biliyoruz ve yorumluyoruz. Hani at gözlüğü dediklerinden.
Peki, o zaman hayatımızda olmayan ama sürekli istediklerimiz nerelerden geliyor?
Aşk, sevgi, başarı, para, huzur, barış, iyi bir yaşam, bir ülkeye gitmek, dans etmek, şarkı söylemek, resim yapmak gibi bir çok şey.
Başkalarında görüp öğreniyoruz demeyin, kendiniz hafife almayın. Öykünmek ve bir diğeri gibi olmaya çalışmak bile bir eksiği kapatmak içindir. Her ne istiyor olursanız olun, hepsi bir duygunun tınısına götürüyor sizi. Bir enerji frekansına doğru ilerliyorsunuz bunları isterken. Ne olduğunu bilmediğinizi sanıyor olabilirsiniz, ama hiç bilmediğiniz, tatmadığınız bir frekansın ihtiyacını hissetmezsiniz.
“Ne frekansı, çok para istiyorum” diyorsanız, size sorarım:
“Çok paranız olunca hayatınız nasıl olacak?”
İstediğiniz yanıtı verebilirsiniz. “Daha özgür”, “daha konforlu”, “daha güvenli”, bunların hepsi birer duygudur. Her duygu bir frekanstır.
“Benim çok param olunca, ben lüks yaşayacağım, kendimi üstün göreceğim” diye yanıtlıyorsanız, ben sorarım:
“Daha lüks yaşayıp, daha üstün gördüğünüz zaman hayatınız nasıl olacak?”
Yine istediğinizi söyleyin:
“Ohh, keyfime bak diyeceğim, çalışmadan yiyip içeceğim” deyin isterseniz, yine soracağım: “Çalışmadan yiyip içtiğinizde ne olacak?” “Rahat olacağım, sadece keyif yapacağım, hiç bir şeyi umursamayacağım.”
Ne yanıt verirseniz verin, önünde sonunda bir duyguya gideceksiniz. İşte tüm amacınız bu duyguyu hayatınıza almak, gerisi teferruat. Gerisi bizim koşullarımız, bizim zorunluluklarımız. Bizim illüzyonlarımız.
“Ben duygu filan bulamadım” diyorsanız, kendiniz devam edebilirsiniz sorulara, “Bu olunca ne olacak?” Her bir yanıtınız için sormaya devam edin, dürüstçe yanıtladığınız da, aradığınız duyguyu bulacaksınız.
O duyguyu nereden, nasıl biliyoruz orası ayrı mesele. Enerji alanlarımızı, tinsel yapımızı kabul ediyor olsak bile, bugünkü bilgiyle enerjimizin nerelere kadar ulaştığını, hangi enerjilerle kaynaştığını bilimsel olarak bilemiyoruz. Enerji alanımız dediğimiz şeyin bir sınırı var mı, yok mu, onu bile bilmiyoruz.
Aslında buraya kadar anlattığım rezonans kanununu denilen şey. "Bir frekansa uyumlandıktan sonra onu yaşamak dışında alternatifiniz yoktur", der enerji yasası. O artık sizin çekim alanınıza girmiştir. Onu hayatınıza almaktan başka bir alternatif yoktur.
“Eee, peki neden uyumlanamıyoruz frekansla?” Bu sorunun yanıtı çok açık, ilk başta karmaşık görülebilir. Bugüne kadar olan deneyimleriniz, öğrendikleriniz, hücre hafızanızda taşıdıklarınız, DNA yoluyla devraldıklarınız kısaca inançlarınız dediğimiz şeyler. Bu inançlar frekansa uyumlanmanıza mani oluyor. Bu yüzden inançlarınız değiştiğinde, ezberinizi bozduğunuzda hayat size muhteşem güzellikleriyle geliyor.
Bunun için atabileceğiniz en küçük ve en basit adım evrene soru sorarak enerjinizi harekete geçirmektir. Bir tatlı esinti gibidir bu.
Soracağın soru: “Hayatıma isteklerimi almak için sonsuz olasılıklar nelerdir?”, “Bunu kazanmam/elde etmem/yaşamam için neler mümkün?”
Deneyin. Sadece deneyin.
Geçen gün yıllar önce bir kitabımı arkadaşıma verdiğimi hatırlıyorum, kitap geri gelmemiş ama, ben kitabın adını da hatırlayamıyorum. “Kitabın adını hatırlamam nasıl mümkün?” diye sordum. Ertesi gün, dışarıdayken, bir kitaplığa takıldı gözüm. Benim hatırlayamadım kitap adı oradaydı: “Yoksulluk Halleri.” O kitabın o kitaplıkta olması bile ilginçti. Niye mi?
Kutu oyunlarının satıldığı bir yerdi.