Umudu korumaktan yorgun düşenlerin umut tacirlerine karşı umutlu olma mücadelesi sürmeye çalışıyor.
Ne insafsız bir hayat içindeyiz, biraz daha örselenip kırılırsak eğer ki, Umudu Koruma ve Yaşatma Derneği'ni kuracak gönüllüler arayacağız.
Çok değil, sadece üç beş dakika gözlerinizi kapatın. Bugün sizi sıkıntıya sokan, sınırlandığınızı, engellendiğinizi hissettiren, kaybettiğinizi, geç kaldığınızı düşündüren koşulların ve durumların olmadığı bir hayatı hayal edin.
Çoğumuz bunu yapmayı dahi beceremiyoruz artık. Çoğumuz böyle bir yaşamın mümkün olduğunu dahi aklımıza getiremiyoruz. Ve hatta, bunun saçma olduğunu düşünüyoruz.Şimdi kim, niye kendini kandıracak hayaller kursun ki?
Hayat bize onca hayal kırıklığı, onca acı, onca keder vermişken kim oturur güzel günlerin hayalini kurar? Hayal kırıklığının, umudun getirdiği kasvet ve bilumum doyumsuzluk duygusunu kim yeniden yaşamak ister?
Neden böyle bir şey yapalım değil mi? Hayatın gerçeklerinden kopup, neden gerçekleşmeyecek hayallerin dipsiz kuyusunda kendimize acı çektirelim?
Oysa bir düşünün, şu anda hayal etmekten alıkoyan nedir? Düşünceleriniz, hayallerinizin uçsuz bucaksız olmasını engelleyen nedir?
Sadece hayal kurma düşüncesi bile bizleri sıkıntıya sokuyorsa, çok ciddi bir problemin ortasındayız.
Ve sadece hayal kurarak hayatta kalıyorsak, yaşama bu şekilde devam edebiliyorsak daha da ciddi bir problemin ortasındayız.
İlk olarak hayal kurmamızı engelleyen temel dinamik algımızı demir ağlarla örmüş olan düşünce kalıplarımız, Dostoyevski'nin kör inanç dediği.
İnsan yüzyıllardır kör inançların hem esiri hem onları sürekli değiştiren organizma.
Ardından başına gelenlerin yaşadıklarının sorumluluğunu hayata, kadere, üst akla, çevresindeki insanlara yükleyen yine insan.
Kendi bilincinin sorumluluğunu alıp onu şekillendirmeyen yine insan.O bilincin ışık dolu olması ya da karanlık olmasının kendi yorumlama yeteneğinden kaynaklandığını bir türlü fark edemeyen yine insan.
En temelde kendi gücünü, değerini bilmeyen yine insan.
Bireysel kimliğini kolektif içinde örseleten, bireysellikten korkan, grup bilincinin eteğine sığınma isteğiyle yaşayan da insan.
Ve sonra grup bilincinin ağırlığı altında ezilerek kendi olmaya çalışan da insan.
Ve iliklerine kadar işlemiş olan kolektifin algısına yenik düşüp hayal kuramayan yine insan.
Bu sefer hayal kurmak, biraz iyimser olmak, biraz daha umutlu olmak için kolektif algısını aşmak için uğraşan, bakış açısını değiştirmeye çalışan da insan.
Böylece aslında kendi benliği ile savaşmaya başlıyor insan.
Bir yerden, bir noktadan sonra düşüncelerinin, varlığının yine kendi yaşamına, özgürlüğüne saldıran bir virüs yarattığını fark ediyor. Ardından virüs ile mücadelesine başlıyor.
Ve en acısı hâlâ yaptıklarının seçimlerinin kendisini ve bir bütünü bu noktaya getirdiğini, bunun içinde payı olduğunu kabul etmekten, yüzleşmekten, değişmekten korkan insan.
Hâlâ değişmeye, sınır koymaya muktedir değil. O hala virüs ile savaşı kazanıp özgür olacağı günlerin peşinde koşuyor.
O beynin içinde neredeyse kendini bitirme pahasına hala varlığını koruyan en temel düşünce kalıbı “insan doğaya hükmedebilir” ve “doğa koşulları ile başa çıkabilir” var oldukça burnumuz bir virüsten çıkıp başka bir virüsten kaçar olarak yaşayacak.
Hâlâ niye uyanmadık?
Uyandık ama, konfor alanımızdan çıkmak bize zor geliyor sanırım. Yıllarca sessizce arada sırada kendini gösteren doğanın gücü karşısında kendimizi güçlü olduğumuza, efendi olduğumuza inandırdık. Oysa, gerçek öyle değilmiş, gördük, ama kolektif olarak yarattığımız insanlık egosundan vazgeçmek pek de işimize gelmiyor.
İyi bir oyun masası kurmuştuk. Büyük devletler, büyük ekonomiler, küreselleşme, dünya global bir köydür minvalinde yaşayanlar… Şimdi bu büyük çöküşe direnen yine onlar. Ve yine daha basit, daha minimalist, daha küçük yaşamlar peşinde koşanlar eziliyor. Yani, demem o ki, hala oyundan çıkamadık.
Oyundan çıkmaya korkuyoruz, çünkü çıktığımızda oyun kaldığı yerden devam edebilirse, biz geride, eksik kalmış olacağız.
Bıçak sırtı bir kaosun ortasında köprüden karşıya geçmeye çalışıyoruz ki, aslında geçilecek olan köprü sadece zihnimizde. Zihnimize bunca zaman yüklediğimiz, normal saydığımız; arsızlık, açgözlülük ve üstünlük duygusu.
Soyunacağız, hep birlikte bu algıdan soyunacağız. Başka yolu yok.
Bende yok demeyin, hepimiz de var. Bu hastalık hepimizin zihninde var, olmaması mümkün değil. Doğaya ve yarattığımız yaşama aykırı!
Önce soyunan kazanır.
İçinde bulunduğumuz yaşam örüntüsüne yabancılaşan her bireyin kazanacağı bir dönemdeyiz, fırsatları kullanın. Yabancılaşmanın bu kadar keyifli olduğu bu dönemi sonuna kadar kullanın.Önümüzdeki üç ayın üç kilit kavramlarını veriyorum: Vazgeçin, bırakın, erteleyin. Şimdi yeni ve yaşamın matematiğine uygun hayaller kurma zamanı. Eski hayallerinizden vazgeçin, baharın coşkusuna ortak olmak için eski alışkanlıklarınızdan azade bir hayal dünyasına dalın.
Önce yeni sıfır kilometre, eski alışkanlıklardan kurtulmuş bir hayal nasıl kurulur, buna odaklanın.
Çok sinir bozucu değil mi? Tam da yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişken, bunca zaman sabretmişken ve içimize bahar dolmuş taşmışken yazıyı yazan bu kadını linç etme isteği çok normal.
Ama maalesef, gerçekler acıdır. Biber de acıdır. O halde biber gerçektir.