Her şey bir o kadar karışık.
Her şey bir o kadar basit.
Ülke gündeminde herkes birbirine savaş tamtamı çalıyor.
Nedense, çok sık, hepinize karşı ben, kim ne yaparsa yapsın tek kalsam bile, yine ben, ille ben, bir tek ben minvalinde ifadeler okuyorum.
Aynısı günlük ilişkilerimizde yer buluyor. Veli öğretmene, okula anlatmaya çalışıyor. Okul net:
-Biz böyleyiz, değişmeyiz, kurallarımız var, tercih size kalmış.
Komşu, komşuya anlatmaya çalışıyor, böyle olmaz, bu yaptığın doğru değil, diye. Komşusu net:
-Ben böyle yapıyorum, ne dersen de.
Anne, babaya anlatmaya çalışıyor:
-Çocukla daha fazla ilgilenmen gerekiyor.
Baba net:
-Ben yapıyorum, sen karışma.
Kadın, ustaya anlatmaya çalışıyor:
-Bu saatte bu iş yapılmaz, çok gürültü oluyor.
Usta net:
-Git nereye şikâyet edersen et, ben yapıyorum.
Anne, çocuğa anlatmaya çalışıyor:
-Benim söylediklerimi dikkate almazsan, kötü şeyler yaşayabilirsin.
Çocuk net:
-Dinlemeyeceğim.
Şoför sinyal vermiş, korna çalıyor, önündeki arabadan yol istiyor. Diğer şoför net:
-Hadi be! Yol hakkı benim, vermiyorum işte.
Bu bir tarafı, diğer tarafta da duyup linç etmeler, saldırmalar var. Eğer ki birileri sesinizi duyarsa, sizin ne kadar haksız olduğunuzu kafanıza vura vura anlatmaya, öğretmeye çalışıyor.
En özel ilişkilerimize kadar sinsice sızmış bu hal nereden geliyor?
O kadar çok duyulmadığımızı, anlaşılmadığımızı, görmezden gelindiğimizi hissettik ki yıllardır. Şimdi kimseyi dinlemeye tahammülümüz kalmamış gibi.
Hepimiz de bir benlik algısı aldı başını gidiyor. Her yerde sürekli çığlıklar:
-Ben, ben, ben.
Sanırım bu duyulmama, anlaşılmama durumuna öylesine takıldık ki, diğer taraf samimi mi, gerçekten bir derdi mi var, diye düşünmeye hiç zamanımız yok. Oysa, iletişim karşılıklıdır. Dinlemeden anlatamayız, anlatmadan dinleyemeyiz.
Ben çok sıkıldım bu halden. O, takmazsanız takmayın, ben böyleyim diyenlerden biri olmamak için çok çabalıyorum. Belki, son taşta okeyi buluruz diye, dönüyorum.
Ülkece durumumuzu annesi, babası sürekli kavga eden ve çocuklarını görmeyen, göremeyen, duygusal problemlerin tavan yaptığı bir aileye benzetiyorum.
Köşe yazarları birbiriyle kavga ediyor, siyasi partiler milletvekilliği yarışında kendi içinde kavga ediyor, siyasi liderler birbirlerini eleme, alt etme peşinde. Bir de bizler varız, kavgaların ortasına düşmüş, hayatını süreki endişe içinde geçiren. Yazık bizlere, keşke bir anne, bir baba durup da, senin ne ihtiyacın var, diye sorsa.
Keşke, sana şunu bunu yapacağım demek yerine, siz bizden ne bekliyorsunuz, diye sorsa. Eminim, çoğunluk takım tutar gibi bir partinin liderine odaklı olmayacaktır, çoğunluk artık huzur, barış, sağlıklı bir toplum yapısı istiyor.
Birbirinizle kavga etmeyi bırakıp, bizim isteklerimizi birlikte nasıl sağlayabilirsiniz, bununla ilgilenebilir misiniz acaba? Ben çok yoruldum. Gerçekten ruhum delik deşik oldu.
Ülke elden gidiyor nidaları, Yeni Türkiye geliyor sloganları beni çok korkutuyor. Evini, toprağını, yuvasını kaybedecek ufak bir çocuk gibi hissediyorum.
Bana, ne olursa olsun, sen anavatanında her zaman, her koşulda güvendesin denmesine, bunun görünür şekilde sunulmasına ihtiyacım var.
Benim gibi milyonlar var.
Benim gibi bu kavgaların boşanmayla, cezalandırmalarla bitmemesini dileyen yüz binlerce kişi var. Bizi duyabilecek kimse var mı?
Trajik olan şu ki, bunu isteyenlerin çoğunluğu daha önce defalarca uyarı da bulunmaya çalışmış kişiler, bu iş böyle olmaz, burada bir hata var diyenler.
Komik olan şu ki, böyle bir şey yazınca, bak korkmuş, sinmiş, kendini güvenceye almaya çalışıyor diyenler, bunları sıkılıp arlanmadan yazıp elektronik posta gönderenler var.
Trajikomik olan ise, ben kendimi ne güçsüz, ne yenilmiş, ne hatalı hissediyorum. Ben ve benim gibiler tek bir şey anlatmaya çalışıyor:
Bu kavga, didişme yetti artık, kabul görmediğim yerde duramayacağım. Bu son çağrı, sana kattığım değerin, anlamın farkındaysan gel konuşalım, yoksa haydi eyvallah! Ben çevremdeki herkese şunu sormak istiyorum sadece:
Geçinmeye gönlünüz var mı? Yoksa, size de, bana da, bu ızdırap yeter, ister kavga edin, ister birbirinizi öldürün, ben kendi yoluma, siz kendi yolunuza.
Ne kadar çok ben, ben, ben yazdım. Bir kişiyi biz algısından ben algısına geçirebilmek, başarı mı, değil mi, emin değilim.
Bir yanım film repliğini tekrarlayıp “Nalet olsun içimdeki insan sevgisine!” derken, diğer yanım “Sevgiye, umuda, kardeşliğe inanıyorum.” diyor. Bakalım hangisi baskın gelecek?