Bir köyde yangın çıkmış. Alevler tüm köyü sarmış. Köyün okulu, sağlık ocağı, evler, ağaçlar, ahırlar, ambarlar tutuşmuş.
Köyde yaşayan herkes yangını durdurmaya çalışıyormuş, ama nafile. Alevler çılgın, rüzgarı almış arkasına her yeri tutuşturuyor.
Alevlere teslim olmayan tek bir ev yok.
Kimi köylü bulabildiği her şeyle su taşıyor ve diyor ki:
“Ha, gayret, sönecek bu yangın, başka çare yok!”
Kimi köylü oturmuş bir köşeye ağıt yakıyor.
Kimisi ise felaket tellalı bir köşeden bağırıyor:
“Bu alevleri durdurmanın imkanı yok, tüm köyü yakıp yıkacak, kadınlar, çocuklar ölecek. Kurtuluş yok”
Yangını söndürmeye çalışan kimisi felaket tellalını duyuyor, korkuyor.
“Eyvah, her şeyimi kaybediyorum, burada bana daha fazla hayat yok. Elimdeki her şeyi alacaklar” diyerek ailesini toplayıp köyü terk etmeye çalışıyor.
Bunu gören bazıları:
“Gitmek çözüm değil, yeniden yaparız, kurtarabildiğimizi alalım, geri kalanı çabalar yeniden yaparız.”
Gitmeyi kafaya koymuş olan inatçı:
“Olmaz, benim bir hayatım var. Kızım var, çocuğum var. Benim çocuklarım çok değerli” diyor.
Diğeri şaşkın:
“Benim ve diğerlerinin çocukları değersiz mi?”
Çok uzak bir köy değilmiş burası.
Son yıllarda moda olan bir durum bizim için “ülkeyi terk etmek”.
Gitmeyi düşünenler büyük gaflet içinde, sanıyorlar ki, fırsatı olsa herkes çeker gider ülkeden. Aslında iş öyle değil.
En acı tarafı da, gitmeyi düşünenler hep bir ağızdan “bizim çocuğumuz var” diyor. Pardon bayım, bizimki bostandaki hıyar mı?
Bunu söyleyince “fırsatın olsa sen de giderdin” diyorlar. Fırsat sunulmuş bir mucize değildir, fırsatlar yaratılır. İsteyen herkes iyi kötü, kolay zor bir fırsat yaratır.
Bazen insanlar bazı fırsatları yaratmamayı seçer. Herkes kendi konfor alanını yaratmakta özgür, gitmek isteyen de özgür, yolu açık olsun.
Yalnız, gitmeyi seçiyorsan, bazı değerleri savunduğunu söylemeyeceksin, kendini o değerler etrafında tanımlamayacaksın. Kendi gerçekliğini görüp kucaklayıp “ben buyum” diyeceksin.
Hem bazı değerlerden beslenip, hem zoru gördüğünüzde gitmeyi tercih ediyorsanız o zaman o değerler sistemini tam olarak hayatınıza almamışsınız anlamına geliyor. Bir duruma, bir ideolojiye, bir inanç sistemine bağlı olduğunuzu söyleyip ardından bir kaç taşa takıldığınızda, o taşlar sizi tökezlettiğinde pes etmeye meylediyorsanız o hangi sistemse ona bağlılık çok güçlü değil demek.
Bunun illa ki, politik bir durum olması da gerekmiyor. Hayatınızdaki herhangi bir alan için geçerli.
İlişkinizin ilk dönemecinde ortaya çıkan iki üç sorun için ilişkiyi terk ediyorsanız, işinizde sizi korkutan risklerden kaçıp büyümemeyi tercih ediyorsanız, iş ararken üç kapıyı çalıp “aman, bu ülkede de iş yok” diyorsanız, gerçekten amacınıza bağlı değilsiniz.
Amacınıza bağlı olmamak ise, bir nevi amaçsızlık; önünüze gelen her şey sorun, her şey öfke kaynağı oluyor. Ondan sonra öfkenizi kontrol etmek için türlü yollar arıyorsunuz.
Sizi bir inanç sistemine sıkı sıkıya bağlı tutan, amaçlarını iliklerinizde hissettiren bağlılık varsa, önünüze gelen her zorluk, her sorun hedefinize doğru gitmenizi sağlayan fırsatlardır.
Bunun yanında amacınız iliklerinize işlemişse, siz onun hayaliyle yatıp kalkarsınız, en ufak bir gelişmeyi “tamam olacak bu iş” diyerek coşkuyla karşılar, umutla dolarsınız. Hatta bir çok zaman, inancınız yüksekse etrafınızda olan biten bir çok şeyi hayalinizin, amacınızın gerçekleşme yolunda olduğu olarak yorumlarsınız.
"E, tamam, bunların da amacı gitmek o zaman, sorun yok” diyebiliriz.
Sorun var.
Gitmek bir tercih. Herkes bir yerden, bir insandan, bir mekandan, bir işten gidebilir, uzaklaşabilir. Zannımca nasıl gittiğimiz de önemli.
"Bana neler yaptılar biliyor musun, sen bizi anlamazsın, senin tuzun kuru" diyerek gitmek suçlayıcı bir dil. Suçlamak ise kendini haklı çıkarma, kabul görme kaygısı taşır.
Sınıftaki öğretmen bir çocuğa on kere, diğerine bir kere vurduysa, kimin duygusal benliği daha çok örselenmiştir, bilebilir miyiz? Bildiğimiz tek şey ancak iki öğrencinin de rencide olduğudur. Böyle bir kıyasa giriyorsak, o zaman maalesef yine sorun değer ve değersizliğe geliyor.
Hiçbirimiz diğerinden daha değerli değiliz.
Haydi bırakalım bir kenara kariyerleri, unvanları, parayı pulu, arabaları, imkanları bir bakalım kim daha değerli?