Kalpleri sağırdır, ama kulakları duyar.
Anlatırsınız, anlamazlar.
Yol verirsiniz gitmezler. Zorla söküp atmadığınızda bir milim yerlerinden oynamazlar.
Pervasızdırlar. Yüzsüzdürler.
Geri çekilmezler. İmaları anlamazlar.
Sessizliğinizden korkmazlar. Sessizliğinizin içindeki gürültüyü bilirler, anlarlar.
Sizi takmazlar. Bildiklerini okumaya devam ederler.
Dışlasanız da mıhlanmışlardır. Kaya gibi, taş gibi. Tepkisiz dururlar da içten içe doludurlar.
Görmezden gelseniz de varlıkları sizin için büyük bir gürültüdür.
Tahammül sınırınızı zorlarlar. Üstü kapalı mesajlarınızı almazlar.
"Burası bizim mahalle" sözünüze, aldırış etmezler.
"Biz geldiğimizde buralar dutluktu, sen de kimsin" minvalindeki edanıza, "hadi oradan Süleyman’a kalmadı bu dünya" üslubuyla yanıt verirler.
Ne yapsanız ne etseniz kurtulamazsınız. Asalak gibidirler. Hayatlarınıza kene gibi yapışmışlardır. Alanlarınıza girmiş, istila etmişlerdir. Düzeni bozmaya, ortalığa karıştırmaya yeminli gibidirler.
İyi niyetle yaptığınız açıklamaları anlamazlar. Değil mi ki, onlar sonradan gelmiştir, kuralları öğrenecek, yerlerini bilecek, sınırlarını aşmayacaklardır. Düzeni bozacak kimseye geçit yoktur topraklarınızda!
Siz ki, ne emeklerle ne özverilerle inşa ettiniz o yapıyı elin ortalık karıştırıcısı gelip size ahkam kesecek, ne münasebet!
Değil mi ki, size akıl veriyor, tez ezile kafası! Tez kesile sesi!
Hatta hiç muhatap alınmaya, hiç görülmeye, yerin en dibine sokula ki, zinhar kimsenin aklına girmesin. O havai fikirlerini kimseye diyemesin.
Varsa yar ve yardımcıları onlarda tez elden dışlanmalı ve yok edilmeli. Yoksa gelip yerleşecek sizin ellerinizle kurduğunuz yapıya.
Ya alırlarsa sizden ya koparırlarsa sizi yerinizden!
Aman ha!
Dikkat, çok dikkat!
Bu hikayeci üslup bu yazıya yeter. Dönelim gerçek kelimelere ve açıklamalara.
Bu tür bir ilişki herkesin hayatında muhtemelen birçok alanda yer alır. Eşinizin sizi aldattığı diğer kişiyle ilişkinizde, sizinle benzer potansiyel taşıyan iş arkadaşınızla, yöneticisi olduğunuz parlak elemanla, sizden önce mahalleye taşınmış komşunuzla, yeni gelin ya da damat gittiğiniz evin düzeniyle, okula yeni gelen öğrenci ve eski öğrenciler arasında...
Her zaman, herkes bir şekilde bu döngünün içinden geçer. Hatta hayatımız boyunca bu döngüye birkaç kez girmek daha olasıdır.
Kurulmuş bir sistem içine giren, yenilikçi her insan, ilk önce dışlanmaya maruz kalır. Yeni gelen biraz da munis, sokulgan, sıcakkanlı ise ezilmek, horlanmak, takılmamak, sınırlarının zorlanması çok muhtemeldir.
İlk başta sevilmez. Sevilmediği gibi yadırganır. Yadırgandığı gibi aşağılanır.
Aşağılanmayı daha ileri götürüp nasıl olsa sesi çıkmıyor diye, nasıl olsa yapmak istiyor diye, yenilikçi olanın canı daha da acıtılır. Amaç bir an önce dışlayıp ezip yok etmektir. Böylece var olan sistem korunacaktır.
Bu duyguların, durumların ortaya çıkması içine girilen yapının, sistemini oluşturan kişilerin ezilmişliği ve oradan üzerine aldığı acımasızlık ile doğru orantılı olarak yükselir ya da alçalır.
Hepimiz bir parça Habil, bir parça Kabil olmayı deneyimliyoruz. Her zaman her yerde ortalığa dökülür bu yanımız.
Acı olan şudur ki, daha önce birey ne kadar çok haksızlığa uğradıysa, doğruları kabul edilmediyse o derece yeni gelene yansıtır içindeki ezilmişliği, tanınmamışlığı. Kendi yaşadığı sürecin dinamiğini aktif olarak yorumlayamamış içselleştirememiş ise, ona yaşatılan duygulardan özgürleşememiş ise nerede bir yenilik, bir iyilik, bir katkı görse biner tepesine. Bu tür kişilerin tutumlarını kişiselleştirmeden yola devam etmektir yenilikçi olan kişinin işi.
Neden ezeriz? Neden yok etmeye eğilimliyiz?
Kaybetme korkusu.
Bulunduğunuz yere ne kadar büyük zorluklarla geldiyseniz, geldiğiniz konuma tutunuşunuz o denli güçlüdür.
Ne kadar sağlam bir alt yapıya sahip olsanız da, ne kadar o alanın içinde kabul görmüş olsanız da, elimden alacaklar, yerime geçecekler korkusu sarar bilincin en derin en gizli köşelerini. Bu nedenle yöneltilen her iyiliği her katkıyı düşman gibi algılarsınız. Her zaman yerinizden edilmeye çalışıldığınız düşüncesiyle, korkulu rüyalarınızın bilinçdışı etkisi ile saldırırsınız. Bilinçdışının bu hali sizi karşınıza gelen herkesi düşman, herkesi müdahaleci ve istilacı görmeye teşvik eder.
Kalpler sağır olmuştur. Hani, o nostaljik insani değerlerle yaklaşan kişileri hep ikiyüzlü, riyakâr ve politik görmeye eğilimliyizdir. Ne zaman bize birazcık dokunsalar o insanların iyiliğinin altında başka niyetler ararız.
Sevmeyiz onların iyiliğini. İyiliğimiz geçmişte o kadar taciz edilmiştir ki, artık iyiliğin, güzelliğin değeri olmadığına inanırız.
Böylece kimi seveceğimiz kime değer vereceğimiz de karışır.
Hatta, kendi iyiliğimizi ne kadar değersiz, gereksiz gördüysek iyiliği getireni de basit ve işe yaramaz görmemiz çok muhtemeldir. Bu da bu sevgisizliğimizin devamında gelen acımasızlıktır.
Böylece iyiliğe kalbi sağır ile kötülüğe kalbi sağırın mücadelesi devam eder. Ne zaman ki, karşılıklı acılar konuşulacak, korkular kaygılar çekinmeden açıkça ifade edilecek ve anlamaya gönüllü olunacak o zamana kadar sürecek bu kavga. Habil ile Kabil yeniden kardeş olana kadar, ikisine de kaynaklık eden acı ortalığa dökülene kadar, yani "Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek…"