Akşamın karanlığı çökünce kapanıp boynunu eğen çiçekleri gördün mü?
Gün ışıyınca yeniden saygı duruşuna geçen çiçekleri izledin mi? Pardon, o kadar zamanın yok değil mi?
Narin bir gövdeyle taşıdığı yapraklardan tacına dikkat ettin mi? O kadar inceyken, o kadar kırılganken o gövde onu nasıl taşıyor? Hiç merak ettin mi?
Nasıl da bir çırpıda koparılıp atılabilir? Kâinatın yanında nasıl da kısa ömürleri!
Öyle başı boş ki, yoldan geçen biri koparıp evine götürebilir. Birkaç gün suyun içinde bekletince eylenmiş gönlüyle çöpe atabilir.
Düşün bak:
Toprağa bile değil, plastik çöp poşetinin içine, özüne dönmesi bile engellenebilir.
Çiçekle arandaki fark ne? Çiçek her yeni güne başlayabiliyorsa, onunla aranda ne fark var?
Şöyle bir uzansan güneşe, şöyle bir yaysan kalbini ılık melteme, dolansa saçlarına tatlı rüzgâr, ardından sıcak kavursa tenini, tenin soğuk suyun katılığında buza kesse... Neden bu saklanmaların, korkmaların, çekinmelerin?
Aklına, kalbine düşenin peşinden gitsen ne kaybedersin? Bir kez sınırlarının dışına çıktığında nelerden vazgeçersin? O çok eleştirdiğin, beğenmediğin kime, neye dönüşüyor gibi hissedersin?
Diyelim ki, onlardan biri oldun, o zaman kimi, neyi incitirsin? O zaman kendinde bulduğun, vazgeçilmez sandığın neden vazgeçmiş olursun?
Hepsi basitlik mi?
Peki, yaşamak nerede kaldı?
Yaşamanın keyfini hazzını ertelemek hangi erdeme sığıyor?
Her geçen gün o narin çiçek gibi, ölüme doğru ilerliyorsun. Bu yolun başka çıkışı yok.
Ertelenemeyecek kadar acil bir iş yaşamak. Mayasını bozmamalı.
Biraz rahatla, biraz gevşe artık…
Nereye varacaksın ki bu halinle? Elin kolun bağlı daha hangi kapılardan geçeceksin?
Diyelim gideceğin yer ayrı bir iklim ayrı bir coğrafya ama ulaştığında sormazlar mı sana: Burada yaşamayı hak edecek kadar kendin oldun mu?
Bırak içindeki ahlakın soysuz savunucularını. İnsan olmanın güzelliği ile karışmasın ahlak bekçilerinin sunduğu hayat.
Bırak artık. Sanki özgürlük varmış gibi, onların doğrularında yaşamayı bırak.
***
Sana biçilen yaşam ile yaşamak istediğin arasındaki farkı kapatabilirsin. Ama önce aradaki farkı bulmaya bak. Sadece toplayarak ulaşılmaz sonuca, bazen çıkarma yapmanın da keyfine ulaşmalısın. Çarp bulduğunu duvarlara, istersen yumrukla, sonra böl ve uzaklara fırlat.
O acımasız, üzgün, kırgın olduğun her bir anı tek tek fırlat. Sen onların toplamı değilsin.
Sen yaşanmış kırgınlıkların, ertelenmiş geçmişin bugünkü temsilcisi değilsin.
Sen, incir çekirdeğini doldurmayan bir hayalden incirin bolluk bereketini yaratabilecek potansiyeldesin.
Dünün bugüne düşen yansıması değilsin.
Görüp söyleyebildiğin kadar yaşamdasın. İyilikte güzelliktesin.
Yarın açacak değilsin. Bugün açmış olansın. Akşama karanlıkta durup dinlenecek olansın.
Görev arıyorsan, görevin:
Her yeni günde inanılmaz bir coşkuyla hayata, varlığına saygı ile duracaksın. Bir başkasının saygısına muhtaç olmayacak açıklıkta kendini görebilir misin?
Yapamaz mısın?
Güzel hayallerini, isteklerini, beklentilerini dağıttılar. Öyle mi?
Umutlarını yerle bir ettiler. Öyle mi?
Umudunu kıracaklar tabii, hem de öyle bir kıracaklar ki; o kabuk kırılacak, açılacak, içinden derya deniz balıklar salınacak dünyaya.
Çatlamadan yeşeren bir tohum gördün mü sen?
Onlar o umudu kırmasalar, nereden bilecektin kırılganlığını, içtenliğini, seviliğini? Herkes kendi işinde, herkes kendi görevinde sen kendini bulduysan biter güçlükler eziyetler.
Kendini biliyorsan eğilmesin salkım söğütler.
Ve kimse için eğilip bükülme.
Ne onların ne senin eğilip bükülmeye ihtiyacınız yok.