Klasik ile başlayalım:
“Her işte bir hayır vardır.” diyelim.
Biraz felsefileşelim:
“Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır.” diyelim.
Biraz dine gidelim:
“Vermiyorsa Allah, vardır bir hayır. Hikmetinden sual olunmaz.” diyelim.
Şimdi kendi küçük dünyalarımıza dönelim. Şöyle kısacık hayatımıza göz gezdirelim. Bugüne kadar istediğimiz ama olmadığı için nelere sitem etmişiz, ne bizi öfke ile doldurmuş boşaltmış, kendimizi doluya koymuşuz olmamış, boşa koymuşuz almamış bir bakalım. Birazcık mola verin, hatırlayın.
Yaşanmış dramatik bir hikaye ile devam edelim:
Eskiden tanıdığım bir insanın hayatından bir kesit.
Varlıklı bir aile, anne, baba birlikte. İki kardeşler. Bana bu hikayeyi anlatan ikinci çocuk, kız. Anne bir gün üçüncü çocuğa gebe olduğunu öğreniyor. Gebelik ilerliyor. İkinci çocuk üç yaşında, anne üçüncü çocuğu doğuruyor.
Aile apartmanında oturuyorlar. Üst katta kızın amcası ve yengesi yaşıyor. O güne kadar hiç çocukları olmamış, yenge çok çocuk istiyor. Anne üçüncü çocuğu üst kattaki aileye, yani yengeye veriyor. Onların kızı oluyor. Çocuğu onlar büyütmeye başlıyor.
Ailenin diğer iki çocuğu bu olaya tanık oluyor. Kardeşleri başka bir kadın ve adama “anne”, “baba” diyor. Bu yalana tanık olarak yedi yıl geçiriyorlar.
Olayın buraya kadar iki farklı etkisi var.
İlki, ilk iki çocuk ailenin bu kabul edilemez aldatmasına, yani büyük sırra, gizeme ortak oluyorlar ve susuyorlar. Kardeşlerine bir akraba gibi davranmak zorunda kalıyorlar.
İkincisi, üçüncü çocuk için oldukça kaygı verici. Çocuklar anneleriyle altı yaşına kadar bilinçaltından bağlılar. Bu ne demek?
Bir çocuk altı yaşına gelene kadar sizin gerçek hisleriniz, düşünceleriniz ve duruşunuz hakkında sezgisel farkındalığa sahip demek. Annelik ayrı bir boyutta hormonal bir denge yaratıyor bedeninizde. Anne sütü her ay çocuğun ihtiyacına uygun olarak antikorlar geliştiriyor. Siz de belli hassasiyetler, belli farkındalıklar uyanıyor. Bu anneliğin mucizesi. Erkekler bunu hiç anlayamayacak, ne yazık ki!
Şimdi bu üçüncü çocuğun karşısında bir anne var, bu hormonal ve duygusal dürtüleri yaşayamıyor. Çocuk bir yalanın içinde, anne dediği ile o bağlanmayı asla yaşayamıyor. Diğer yandan “Size anne diyebilir miyim?” hissi ile karşılaştığı bir kadın var. Genetik olarak bağlı olduğunu hissettiği bir adam ve iki çocuk var. Hayatındaki yerlerini asla tam olarak konumlandıramadığı.
Tam bir muamma! Sahte bağlanmalar, gerçek kopuşlar. Çocuk için sezgisel olarak ciddi kafa karışıklığı. Realiteyi bozabilecek bir durum.
Ardından yıllar geçiyor, ilahi olan tecelli ediyor. Gerçek ortaya çıkıyor!
Yenge vefat ediyor. Bu üçüncü çocuk amca tarafından aileye iade ediliyor. “Ben bu çocuğa bakamam” diyerek. Hoppa, baba hiç bağlanmamış, iyi mi!
Çocuk gerçek yuvasına dönüyor. Sonrası öfke, kırgınlık, güvensizlik, terapiler, mutsuz evlilikler, suçlamalar filan…
Bize düşen ne bu hikâyede?
Bir insanın hayatına belki bu kadar acı bir şekilde etki etmezsiniz. Belki siz hiç çocuğunuzu bırakmazsınız.
Burada bizim için önemli olan şu:
Bir çocuk asla güvensizlik, kırgınlık ve hayal kırıklığı ile doğmaz. Sevgisiz de değildir. O reseptörleri açık bir alıcıdır. Sadece doğru vericiyi arar. Verici sizsiniz.
Eğer ki, çocuğunuza kalpten bağlanamıyorsanız, göstermelik olarak birçok davranış ile onu ihya etseniz bile, çocuk örselenmeye, kırılmaya maruz kalacaktır. Bu da aslında çocuğun değil, sizin probleminizdir.
Çocuklarımız aynalarımız. Bizi bize gösteren yegane gerçek yansımalar. Gidin çocuklarınızın gözünün içine bakın, gerçekten gülüyor mu? O gözlerde gerçekten sevgi var mı? İyi niyet, hoşgörü, umut, tutku, aşk o gözlere yerleşmiş mi? Gidin bakın.
Sorun ona:
“Hayat hakkında ne düşünüyorsun? Hayatı nasıl buluyorsun?” sizin ona verdiklerinizi en basit cümlelerle söyleyecektir.
Gördükleriniz, duyduklarınız size kendinizi iyi hissettirmiyorsa, o zaman kendinize bakma zamanı gelmiştir. Gidin kendinizi iyileştirin, ilişkinizi onarma fırsatı yaratın. Bir taşla iki kuş vurmanın en güzel örneği bu.
Kolay olan çocuğu, hayatı suçlamak. Kolay olan başkasında hata bulmak.
Kendinize bakmaya cesaretiniz var mı? Kendinizi görmeye, gerçeğinizle yüzleşmeye? Beğenmediğiniz yanınızı bulup, çöpe atmaya ve yenisini yerleştirmeye gerçekten cesaretiniz var mı?