Nüfusumuz yaşlanıyor. Yaşam süremiz uzuyor, doğum oranımız azalıyor.
Ve bu hız Avrupa ülkelerinin bu süreci geçirdiğinden çok daha hızlı yaşanıyormuş, öyle diyor bu konuda araştırma yapıp çalışanlar. Bu çalışmalar çok yeni değil.
Yıllar önce sevgili hocam Prof. Dr. Nurgün Oktik yirmi beşinci doğum günümde "Yaşlılıkta Yaşam ve Yaşam Kalitesi" isimli araştırma kitabını "Yaşayarak yaş alman dileğiyle" diye not düşerek hediye etmişti. Bu da yaklaşık on beş yıl öncesine denk geliyor.
O yaşlarda insan yaşlılıkla pek ilgili olmuyor. Aslında yaşlılıkla ilgili olmayı pek sevmiyoruz. Sanki hep kaçılacak, hiç girilmemesi gereken bir evre, bir dönem diye düşünüyoruz. Oysa yaşlılık tanımı oldukça değişen ve sürekli yenilenen bir kavram. Düşündüğümüz gibi, durağan ve tükenmişliğin temsili olan bir dönem değil. Bunu da o yıllardaki yaşam kalitesi belirliyor.
O yıllardaki yaşam kalitesini ise bugünkü seçimlerimiz, tercihlerimiz belirliyor. Bunu anlatan bir sosyal medya görseli var.
Üzerinde yazan: Her iki kadında 80 yaşında. Günlük seçimleriniz geleceğinizin nasıl olacağını açıklar.
Buraya kadar normal, spor yaparsan sağlıklı kalırsın. Hepimizin ezbere bildiği, ama yapmaya gelince birazcık mırın kırın ettiğimiz bir durum.
Bu fiziki bedenimizi şekillendirmekle ilgili bir bilgi. Ulaşmaya, duymaya alışık olduğumuz bir bakış açısı, gerçeklik.
Peki, yaşlılığın kendi içinde ayrıldığını biliyor muydunuz? Fiziki koşullara bağlı olan yaşlılık, duygusal duruma bağlı olan yaşlılık.
Duygusal yaşlılık aslında tam bir yıldır gündemimizde ve iliklerimize doğru işlemekte. En sembolik örneği sosyal izolasyona maruz kalan altmış beş yaş üstü. Ne yazık ki, sadece onları ilgilendiren bir durum değil, tüm dünya duygusal yaşlılığın içinde. Sosyalleşemeyen her çocuk, her genç, her yetişkin bu sürecin içinden hızla geçiyor.
Yaşlılıkta geçmişi sıkça hatırlayıp düşünme dönemi var. Geçmiş anılara dönüp, yaşanılanların değerlendirildiği ve anılardan bilgelik çıkarılan, kendini, geçtiği süreçleri tanıma içine girilen bir süreç var. Geçmişin muhasebesini yapmak dediğimiz. Belirli sınırlar içinde kaldığında sağlıklı ve yaşanması gereken bir süreç.
Pandemi döneminde izolasyonun yarattığı tek başınalık hâli sanırım içimizde bir yerde yalnızlık duygusunu tetikledi. Tutunacak, hayatı anlamlı kılacak çabalar içine girildi.
Yeni bir şey yoksa da, bunun bulunacağı en iyi yer geçmiş. Fiziki yaşamınızın kısıtlanması sizde bütünsel bir kısıtlılık duygusu yarattıysa ya da siz bu dönemi üretken geçirmek yerine eski alışkanlıklarınızın geri dönmesini bekleyerek geçiriyorsanız geçmiş ilişkileri düşünme, geri dönme ve alışık olduğunuz mutlulukları arama çabanız ayyuka çıkmıştır.
Şu son bir yılda, eskiden arkadaş olduğum, şimdi hayatımın hiçbir noktasının kesişmediği kişilerden o kadar çok mesaj, arama aldım ki, vay be dedim, hayat nelere kadirsin!
Yirmi iki yıldır görüşmediğim bir tanıdık, eski samimiyetimizden dem vurduğu ve karşılık alamadığı bir telefon konuşmasında "Geçmişin peşini bırakmaz" dedi.
Dört yıldır ilişkimin koptuğu bir başka kişi "Senden özür dileme vaktim geldi" diye bir mesaj attı. Dört yıl önceki bir olayın iç görüsünü şimdi geliştirmiş bir insan. Dilerim ki, hayatında tam zamanında farkındalıklar yaşayasın!
Beş yıldır görüşmediğim başka birisi, hiçbir şey olmamış gibi, yumuşak ve naifmiş gibi, "Nasılsın" diye bir mesaj attı. Sana ne dedim, içimden yüzüne karşı.
Hâlâ arkadaşım olan bir başkası "Sen ortaokulda da böyleydin" dedi. Oysa, köprünün altından çok sular aktı. Gülümsedim.
Bunların hepsi gerçeği zamanında görüp fark edememiş, bugün gerçeğin farkında olmaya çalışan bakış açıları. Yaşlılık sadece fiziki bir göz bozukluğu değildir.
Peki, her birimiz yaşlılık sürecinde bu döneme girecek miyiz? Bilmiyorum.
Pandemi başından itibaren eskiyi düşünmeden üretmeye ve yaşamaya devam edebilmemi sağlayan geçmişi geçmişte çözümlemiş olmam. Bu yüzden geçmiş bitmiş ilişkilerimi sürdürmüyorum, dönmüyorum, sürdürmek istemiyorum.
Yaşadım, acıdı, incindim, acıttım, incittim.
İnsanım, kırdım geçirdim, kırıp geçirildim.
Hayatın kendi doğası içinde olması gereken, yaşanması muhtemel birçok şeyi yaşadım.
Kalan sağlar bizimdir!
Peki, her birimiz yaşlılıkta bu sürece girecek miyiz? Bilmiyorum.
İnanıyorum ki, bugün gösterdiğimiz yüzleşme ve farkında olma çabamız geleceğimize temiz ve rahat duygusal sayfalarımız olmasına izin verecek.
Yaşlılık dedikleri şey kapınıza gelip dayandığında bu hesaplaşmaların içine düşmek istemezseniz lütfen duygusal sağlığınıza özen gösterin.
Yaşlılığa kadar taşıdığınız duygusal yüklerin ağırlığından yaşlılığınızı paylaşacak bir eşe, bir dosta, bir arkadaşa yer açmanız pek mümkün olmayabilir.
Böyle gelmiş böyle gider hayatımız, benim de yaşamım buymuş diyerek bir kenara çekilme gafletine düşmeden önce içinizde bulunan duygularla barışın, hissedin ve eriyip gitmelerine izin verin.
Hiçbir olayın, hiçbir yaşantının çözümü ve bilgeliği geçmişteki derslerde değildir. Bilgelik geçmişi çözümleyip unutmak ve dönüp dönüp hesaplaşmaktan uzak durmaktadır. Bunu da ancak olay başımıza geldiğinde yüzleşerek yapabiliriz.
Bunu yapmadığımızda geçmişin esiri olmaya devam ediyoruz ve zihnimiz sürekli olarak geçmiş ile uğraşıyor. Oysa geçmiş bitti, geride kaldı. Biz her nefeste yenilenen ve ışık dolu bilinçler olma potansiyeline sahip bireyleriz.
Bunu yapabildiğimizde önümüzdeki yıllar yaşlılık değil, yaş aldığımız süreçler olabiliyor. Bu bilgelik dersini yirmi beş yaşındayken koltuğumun altına usulca sığdıran ve beni birlikte olduğumuz yıllarda gece yarılarına kadar çalıştırıp emeğimin karşılığının her zaman bana döneceğini öğretmiş olan hocam Prof. Dr. Nurgün Oktik’e minnettarlık içindeyim. Galiba acıyı, kederi, kandırılmaları bırakınca geçmişimden arta kalan iyilik ve güzellikleri daha derinden fark etmeye başladım.
Yaşlanmayalım, cesur olup yaş alalım.