"Ne yapsam olmuyor işte… Neler denedim unutmak için… Unutmak için denediklerim meğer daha çok hatırlamak içinmiş. Ceza gibi bir şey unutmamak, acaba zamanında birinin canını yaktım da beddua mı aldım... 'Gelme!' diyorum anılara, acılara allah aşkına 'gelme!'.. Yok olmuyor...
Gülüyorum olmuyor, ağlıyorum olmuyor, okuyorum, yazıyorum, çalıyorum, oynuyorum. Olmuyor; içiyorum, uyuşuyorum, uyuyorum, uyanıyorum olmuyor; yiyorum taşıyorum, duruyorum, pişiyorum yine olmuyor; onla bunla oyalanıyorum, zevzeklikler ediyorum, komiklikler yapıyorum, dağıtıyorum, dağılıyorum, çivisini çıkarıyorum dünyamın olmuyor. Olmuyor da olmuyor.
Unutamıyorum acıtıyor.
Olmuyor unutmak istedikçe olmuyor. Umutlanıyorum, umutsuzlanıyorum, sözleri, gülüşmeleri, gözleri, bakışları hep ardımda bırakıyorum hiç olmuyor, önüme koyuyorum yine olmuyor..
Bazen tam oluyor derken, unutmaya dönmüşken, bu sefer de canımın bir rüyasında yine yüz yüze geliyorum, hem de apaçık rüya, ayan beyan ortada, hepsi, bütün bohça..
Ah o nasıl bir oyundur öyle, ah, yakama-yüreğime sımsıkı yapışmış alacaklı gibi, gitmiyor, yok olmuyor, çamur gibi temizledikçe sürülüyor, bataklık gibi çabaladıkça batırıyor..
Bu acılarla ölürüm ben artık yapacak bir şey kalmadı…"
* * *
Velhasıl söz konusu bu yolda yıllarca az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim, yerlerde süründüm, göklerde süzüldüm, onu denedim, buna inandım, muskalar, dualar, büyücüler, falcılar..
Benim böyle arandığımı bilen dost, arkadaş, ahbap da seferber; unutmama yol yordam bulmaya çalışıyorlar; onlar da usanmış benden, hem de üzülenler var içtenlikle. Bir gün bir dostum bir nefes yanımda aldı soluğu, heyecanla anlattı, bir de duydum ki unutamayanlara çare olan bir ilaç varmış, nasıl heyecanlandım, belki de artık bu acıdan kurtulabilecek, herkes gibi rahata kavuşacak, gözlerimin içi gülecek, yüzümde çiçekler açacak…
Peki dedim nerdedir bu ilaç, nerde bulunur, pahası nedir, her şeyimi vermeye razıyım..
Dediler, bir 'Bilen' var onda bulunur ilacı, bu güne kadar ona ulaşan hep acısını dindirip dönmüştür. Tamam işte, dedim ne pahasına olursa olsun gidip onu bulacağım, ne derse yapacağım, önüne altınlar, gümüşler, yok yetmezse güleç ve sağlıklı ömürler koyacağım..
Sordum soruşturdum, hepsi iyi güzel, yalnız bir mesele vardır dediler, ilaç pek acıdır diyor içenler, içerken insanı yakar, yontarmış, kanatır, ciğerini bile sökermiş, içtiğine pin pişman edermiş, hem şifa bulmak uzun yıllar sürermiş, insan ilmek ilmek işlenirmiş, hazırlıklı olmalısın bunlara, bir çok kişi bu yola cesaret edemez, birçok kişi yola dayanamaz, dönermiş, bir çok kişi Bilen'e kızar, dediklerini yapmaz, yapamaz, muvaffak olanlar bir çok şeye sabredenler olurmuş.
Aklıma koymuştum, oraya gidecek, ne derse ona uyacak, kaç yıl sürerse sürsün şifamı bulacak, öyle dönecektim. Ne dese yaparım, denerim, tekrar tekrar denerim, yeter ki unutayım, içimden havalansın geçmiş, geçmiştekiler, unutulmaya gecikmişler.
Bunun üzerine bir hazırlık yaptım, kışlıklarımı, yazlıklarımı, yanıma aldım, üşümeden ve yanmadan dayanabilmek için; türlü muskalar taktım, saçlarıma ipler bağladım korunabilmek için; yollarıma işaretler koydum kaybolmamak için; dost ahbapla helalleştim, yollara düştüm. Gide gide sordum, sora sora buldum, çabucak ulaştım, yol kolay olunca içime bir umut doldu, belki de millet beni boş yere korkutmuştu, belli ki kolayca oluverecekti her ne olacaksa.
Karşılaştık. Sapsakin biriydi 'Bilen'. Elinde bir kase sıcak su ile karşıladı beni, (sonradan anladım elinden bu kaseyi hiç eksik etmezmiş, orda kaldığım zamanların birinde çekinerek sormuştum nedenini: 'hazma iyi gelir' demişti).
'Buyrun?' dedi, 'unutmak istiyorum' dedim. 'Hmm, çoğu insan bunu ister. Karşılığını nasıl ödeyeceğim' dedim. 'Bir kase sıcak suyumu eksik etmeyeceksiniz her gelişinizde' dedi. 'Tamam' dedim. Anlaşma da kolay olmuştu. Her şey o kadar netti, basitti, her şey o kadar belirliydi işte. Korkacak ne vardı?
Buluştuğumuzda karşısına oturttu beni ve dinledi, sadece dinledi, saatlerce dinledi, günlerce, aylarca, yıllarca dinledi. Ben de anlattım saatlerce, günlerce, aylarca, yıllarca anlattım. Önceyi anlattım, sonrayı anlattım, yaraları anlattım, unutamadığımı, kahrolduğumu anlattım. Anlattıkça canlandı geçmiş, unutmak istediklerim birer hayalete döndü yanımıza geldi, anlattıkça yeniden yaşadım, yaşadıkça yüzleştim, yüzleştikçe üzüldüm, üzüldükçe sakinleştim.
Arada kızıyordum ona, sabırsızlanıyordum, 'hani benim ilacım?' diye içimden geçiriyor, 'olmuyor işte geçmiyor, yaralarım iyileşmiyor' diye sızlanıyordum. Ancak ona bir şey demiyordum, çünkü uyarılar aklıma geliyordu, kolay olmayacaktı, sabırlı olmalıydım, yıllarca sürebilecekti. Bir süre sonra nasıl olduysa ben kendimi dinlemeye başladım, saatlerce, günlerce, aylarca, yıllarca kendimi dinledim. Anlatırken bir fasıl, ama dinlerken daha ağır bir fasıl içim burkuluyordu, ciğerim yanıyordu, kalbim dayanamayacak gibi oluyordu; yemeden içmeden kesilmiştim, gözüm bir şey görmez olmuştu, zamanında denediğim ve azcık da olsa memnun eden hiçbir yer, hiçbir kişi, hiçbir hikaye, hiçbir oyun ilgimi çekmiyordu, olanları anlamaya çalışıyorum, anladıklarımın içinde boğuluyordum, yine boğulduğum o denizden kıyıya vurup vurup iyileşiyordum.
Giderek kızgınlığım azalıyor, geliş amacımdan uzaklaşıyordum, aramızdaki ilişki bendeki onca yaraya nasıl oluyorsa iyi geliyordu, bir sihir miydi bilmiyorum, ama 'Bilen'i bırakmak istemiyorum, çok daha iyi hissediyordum, ancak bir sorun vardı acılarım orda duruyordu aslında, hiçbir şeyi unutmuyordum. Adeta yaralarıma açık ameliyat yapılıyordu ve cesur izleyiciler Bilen ve bendik. Bilen gözümde çok büyüyordu. Ama yaralarım hala orda duruyordu.
Bir gün dayanamadım ona sordum:
"Saygıdeğer Bilen hazretleri bana söyler misiniz, günlerce-aylarca-yıllarca anlattığım derdime ne zaman bir ilaç vereceksiniz, yanlış anlamayın yakınmıyorum, hatta size çok saygı duyuyorum, hayranlık besliyorum ama unutmak için gelmedim mi ben size?"
Hiç istifini bozmadan ama hafifçe gülümseyerek şöyle cevap verdi:
"Sanırım az kaldı. Önce bana "hazret" demediğiniz bir gün gelecek, sonra kendinize de olduğunuz kadar-ne eksik ne fazla- kıymet vereceğiniz bir gün gelecek, sonra dünyaya ve bütün ötekilere de oldukları kadar -ne eksik ne fazla- kıymet vereceğiniz bir gün gelecek, işte o günlerden sonra ilacı bulacaksınız."
Hiçbir şey anlamamıştım, o kadar 'Bilen'di ki benim için, hazretti yani, anlamamı da beklemiyordum. Ama bir müddet sonra kızmaya başladım, kendime o kadar kıymet vermemek de ne demekti? Galiba yanlış yoldaydım. Ona kıymet vermemek de ne demekti, dalga mı geçiyordu? Zaman zaman Bilen'in annem gibi davrandığını hissediyordum, çözebilecekken çözmüyor, elinde şifa var ama bana vermiyor, sanki sütü var emzirmiyor işte! Pılımı pırtımı toplayıp dönmek istediğim günler, bir daha onu görmemeye yemin ettiğim günler, yanına gitmediğim günler oldu. Bu şiddetli günlerden birinde yanına gidip bu saçmalığın bitmesi gerektiğini, duygularıma anlam aramaya çalışmamamız gerektiğini, benim kaderimin hep böyle olmasının aptal bir tesadüf olduğunu, bütün bu konuştuklarımın, bütün bu dinlediklerinin, bütün bu yaratılan hikayenin uydurma olduğunu haykırdım, hatta yetmedi annem gibi davranmamasını, işini yapmasını ona her gün sıcak bir kase su getirmemin kolay olmadığını, ona güvenmediğimi ve benzeri bir araba söz söyledim.
O ise durmuş dinlemişti, kızmamıştı, beni terk etmemişti, ceza vermemişti, delirmemişti, orda öylece beni sadece duruşuyla sarmalamaya devam ediyordu, bunu hiç beklemiyordum doğrusu. İşte orası ezberimde bir kırılma, zihnimde bir aydınlanma oldu. Orası onunla kurduğum ilişkideki iniş çıkışlarımın bir ölçüde sabitlendiği sıfır noktasıydı. Hayranlığın yerini ona duyduğum şükran ve saygı almıştı, onun bu işi bildiğini düşünüyordum, usta olduğunu, bu yollardan geçmiş olduğunu düşünüyordum. Artık ona hayranlıktan duymaktan ziyade onu seviyor, ona güveniyor, iyi olmasını diliyordum.
Gel zaman git zaman benim acılarım, geçmişim ve yaralarım kolum bacağım gibi birer parçam oldu, unutmak istediklerimi unutmadım ve unutmayı istemekten vazgeçtim. Yaşamımı unutmak ve unutmak çabaları üzerine kurmaktan vazgeçtim. Artık yerime yurduma dönüp oynamak, üretmek, dostlarımla yeniden ilişki kurmak etmek, ne gelirse onu yaşamak, tabiri caiz ise akmak, yaşamın içine süzülmek, Bilen'in önerdiği gibi 'peri tozu'na dönmek istiyordum, üstelik bunu oyalanmak için değil de gerçekten istiyordum. Hazırdım, sanki biraz büyümüştüm.
Ayrılmadan evvel son buluşmamızda 'bu defa sıcak su vermenize gerek yok' dedi. Siz ilacınızı kendiniz buldunuz, şimdi söyleyeceklerimi bana ilk geldiğiniz güperi n söyleseydim, işe yaramaz bulurdunuz, birlikte geçirdiğimiz onarıcı zaman kendi yolunuzu yürümenize, kendi tünelinizden geçmenize, kendi rotanızı bulmanıza, cevabı sizin bulmanıza yaradı. Siz yürüdünüz, ben size eşlik ettim. Yine de bunları hiç unutmayın, iyi ve kötü günler…
Yaşam günlerden oluşur, güneş batar ve güneş doğar, bu her gün olur.
Buna rağmen günler birbirinin aynısı değildir.
Bazı günler iyidir, bazı günler kötü,
Bazı günler boğar, bazı günler uçurur,
Bazı günler manasızdır, bazı günler sadece tekrardır.
İyi günlerin çoğu unutulur, azı hatırlanır,
Unutmamak için elden geleni yaparsınız.
Sıradan günler yedek bir soluk borusudur insana,
Arada sadece nefes almak içindir.
Kötü günlerin bazıları ise unutulmaz, hatta ne unutulur, ne tam hatırlanır, arafta bekler, ama rahat durmaz, habire korkunç bir koku yayar.
Bunlar üzüntünün, acının, kederin, suçluluğun, intikamın, pişmanlığın, nefretin, dehşetin kokusudur..
Bazıları da silinir, uçsun gitsin diye görmezden geliriz.
Sizin de artık farkettiğiniz gibi bu günlerin unutulmaz olduklarını kabul ettiğiniz gün biraz hafifliyorsunuz, havalanabiliyorsunuz, önünüzdeki kalan günlerinize bakabiliyorsunuz.
Unutulmaz olduklarını kabul ettiğinizde, acınız başka bir şeye, örneğin bir öğretmene dönüşebiliyor.
Artık o sadece karanlık bir hançer olmuyor.
Artık o sizin yaralı, zayıf, sızıyan bir parçanız, bir yöreniz oluyor.
Artık o bir parça siz oluyor.
Artık siz bir parça o oluyorsunuz.
Yolunuz açık, yüreğiniz geniş ve ferah olsun.
Kendi geçtiğiniz zorlu yolun ışıkları, önünüze fener olsun."
(Bunları o mu söylemişti ben mi kendime söylemiştim hâlâ hatırlamıyorum.)
* * *
(Bu öyküyü geçtiğimiz yıl, 17 Haziran 2018'de kaybettiğimiz canımız sevgili İskender Savaşır'ın kıymetli anısına, özlemle ithaf ediyorum)
İskender Savaşır, 1 Kasım 1955'te Ankara'da doğdu. 1972'de TED Ankara Koleji'nden mezun oldu.1976'da bitirdiği Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümüne asistan olarak girdi.
1977 yılında Üniversite'den ücretli izinle ve Fullbright bursuyla Kansas Üniversitesi'nde Dilbilim alanında yüksek lisans çalışmaları yapmaya gitti. 1978 yılında ilk şiirleri 1978 yılında Oluşum ve Türkiye Yazıları dergilerinde yayımlandı. Daha sonra yayın yönetiminde de yer aldığı Toplum ve Bilim, Zemin, Defter ve McWorld dergilerinde de şiirleri yayımlandı.
1979 yılında Kaliforniya Üniversitesi- Berkeley'de doktora çalışmalarına başladı.1984 yılında Türkiye'ye kesin dönüş yaptı. İletişim Yayınları'nın çıkardığı Bilgisayar Ansiklopedisi'nin yayın yönetmenliğini yaptı; 1984-85 yıllarında Zemin-Aylık Sosyalist Dergi'nin yayın kurulunda yer aldı. 1986-87 yılında Marmara Üniversitesi İngiliz Dili Eğitimi Bölümü'nde "İngiliz Dili Tarihi" ve "İngiliz Edebiyatı Tarihi" dersleri verdi. 1987 yılında varlığını 2000 yılına kadar sürdürecek olan Defter dergisinin kuruluşuna katıldı; yayın kapanana kadar yazar ve yayın kurulu üyesi olarak kadroda yer aldı. Keza 1987 yılında kuruluşuna Aziz Nesin'in öncellik ettiği Bilar'nın İstanbul Şubesi'nin yönetimine katıldı; 1993'e kadar yönetimde yer almaya ve her dönem yeni dersler vermeye devam etti.
1988-1990 yılları arasında İletişim Yayınları tarafından çıkarılan Sosyalim ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi'nde Yayın Koordinatörlüğü yapmıştır.
1990-1998 yılları arasında klinik psikoloji alanındaki pratik eğitimini tamamlayan İskender Savaşır bu yıllar arasında Imago ve İçgörü Merkezleri'nde dinamik psikoterapist olarak çalışmış, eğitim faaliyetleri düzenlemiştir.
1998'de kurduğu Tünel Psikoterapi ve Kültür Merkezi 2000 yılında faaliyetlerini Karşı Sanat galerisi ile bütünleşerek sürdürmüştür. Aynı yıl Bilgi Üniversitesi'nde dışarıdan öğretim görevlisi olarak "Music Appreciation" ve "Renaissance" dersleri vermeye başlamıştır.
2000-2001 yılları arasında Ero Cinsel Yaşam Ansiklopedisi'nde Yayın Yönetmenliği yapmıştır.
2005 yılında yine kuruluşa katıldığı Aralık Derneği'nde olağan eğitim ve psikoterapi faaliyetlerinin yanı sıra çalışmalarında sosyal sorumluluk alanındaki faaliyetlere de yer vermiştir.
2007-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi'nin Psikoloji Bölümü kadrosuna "Psikolojiye Giriş" derslerini yeniden düzenlemek ve vermek üzere katılmıştır.
2011-2014 yılları arasında yine Bilgi Üniversitesi'nin bu kez Mimarlık Fakültesi'nde "Medeniyet Tarihi, "Güzelliğin Tarihi" ve "Katedraller" üzerinde dersler vermiştir.
2012 itibariyle bir sosyal sorumluluk ve yayın faaliyeti olarak başlayan Dalgın Sular projesi, içgörüye dayalı dinamik psikoterapi ile ifade biçimleri kazandırmaya yönelik sanat terapilerinin perspektiflerini kaynaştırmaya çalışan bir arayış olarak varlığını sürdürdü.
Yine 2012'de İskender Savaşır Moira Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim-Adapazarı'nın bünyesine katılmış, faaliyetlerini büyük ölçüde oradan sürdürdü. 2015'e kadar kişisel bürosu olarak da kullandığı Dalgın Sular'ın İstanbul'daki bürosu Filika Psikolojik Danışmanlık'la birlikte yönetti.
Psikoterapist, şair, yayıncı ve önemli bir entelektüel olan İskender Savaşır 17 Haziran 2018 tarihinde yaşamını yitirdi.