“Sevgili geçmişim, tüm derslerin için teşekkürler. Sevgili geleceğim, ben hazırım.”
10 Temmuz günü yıllardır uğradığı şiddete dayanamayarak, eski eşini meşru müdafaa ile öldüren Çilem Doğan’ın bluzunda yazan sözlerdi bunlar.
Polis aracına bindirilirken kendisine “Çilem pişman mısın?” diye soran muhabirlere şu cevabı vermişti: “Kadınlar ölmesin, biraz da erkekler ölsün.”
Çilem’in elleri kelepçeli bir şekilde polislerle birlikte yürürken, başparmakları havada verdiği poz, karakolda iki memura olanları gülümseyerek anlattığı fotoğraf ve “kadınlar ölmesin, biraz da erkekler ölsün” sözü sosyal medyada binlerce defa paylaşıldı.
"Bir cinayete kadınlar nasıl bu kadar çok sevinebiliyor, bir insan öldü” diyenler var.
Cidden biz feministler, bir insanın öldürülmesine neden bu kadar sevinmiştik? Sevindiğimiz şey bir insanın öldürülmesi miydi? Yoksa bir kadının nefsi müdafaa ile yaşama hakkını (hapishanede dahi olsa) sonunda elde ettiği için azat hissiyle yaşadığı haklı gurur muydu?
“Bu bir cinayet ve şiddet asla çözüm değil” diyenler var.
“Şiddet” çözüm olmayabilir, ancak yaşam hakkı tehlikede olan birinin kendini savunması bir çözümdür. Çilem Doğan öldürmeseydi, öldürülecekti.
Çilem Doğan’ın eski eşi Hasan Karabulut yıllarca Çilem Doğan’a şiddet uygulamıştı. Evlendikten 28 gün sonra hastalandığı için dövmüştü, hastanede doğum yapmak üzereyken, hastane yatağında bile dövmüştü. Bu sebeplerle Çilem Doğan zar zor kocasından boşanmıştı ancak ailelerin baskısıyla tekrar barışmaya zorlanmıştı. Hasan Karabulut inatla Çilem Doğan’ın seks işçiliği yaparak kendisine para getirmesini talep ediyordu. Çilem Doğan bu talebi gerçekleştirmeyi reddettiği için, daha önce kendisini ormanlık alana götürerek, hatta sokak ortasında saçından sürükleyerek dövmüştü. 10 Temmuz sabahı aynı taleple Çilem Doğan’a saldıran Hasan Karabulut, kendisini öldüresiye dövmeye başladı. Zaten sürekli belinde silahıyla gezen Hasan Karabulut o sabah silahı yastığının altına koymuştu. Yatağın üzerinde dövülürken yaşam mücadelesi veren Çilem, yastığın altından silahı aldı, ateşledi ve kendini ölümden kurtarmak adına eski eşini öldürdü.
Uluslararası insan hakları sözleşmelerinde de yer aldığı gibi TCK Madde 25, meşru müdafaayı bir hak olarak tanımlar. Kendini haksız saldırıya karşı savunan kişiye ceza verilmez.
Ocak 2015’den beri İstanbul Feminist Kolektif (İFK) her ay “Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor” raporunu yayınlıyor. Her ay hayatları erkekler tarafından tehlike altına giren ve bu yüzden kendini savunmak durumunda kalan kadınların hikâyeleri yer alıyor bu raporda.
Bu raporlara göre 2015’in 6 ayında toplamda 16 kadın canlarını koruyabilmek adına kendilerine şiddet uygulayan erkekleri öldürdüler. Çilem Doğan’ın savunması ile bu ay sayı 17 oldu. Bu raporda sadece öldüren kadınlar yok, şiddete karşı kendilerini koruyarak erkekleri yaralayan, polise ihbar eden kadınlar, şiddeti izlemeyip müdahil olanlar ve devam etmekte olan davalar var.
Bu davalardan biri Nevin Yıldırım’ın davası. Nurettin Gider, 8 ay boyunca tüfek ve şantaj zoruyla Nevin Yıldırım’a tecavüz etmişti. Bu cinsel şiddet sonucunda hamile kalan Nevin’in durumu köyde duyulmaya başlanmıştı. Köy kıraathanesinin önünden geçemez olmuştu. En sonunda bir gün Nurettin Gider’i tüfekle vurdu, kafasını kesip köy meydanındaki kıraathanenin önüne attı. Nevin Yıldırım kendisine tecavüz eden bu adamı öldürdüğü için tutuklandı, hapishanede bu adamın bebeğini doğurdu. İstemediği bu bebek devlet güvencesiyle çocuk yurduna verildi. Bu süreç zarfında köy dedikoduları basına gerçekmiş gibi yansıtılarak Nevin ile kendisine tecavüz eden adamın aslında sevgili olduklarından bahsedildi. Kimse Nevin’i dinlemedi. Geçtiğimiz Mart ayında mahkeme Nevin’e “tasarlayarak canavarca hisle kasten adam öldürmek” suçuyla ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası verdi.
Bu davalardan bir diğeri de Yasemin Çakal’ın davası. Yasemin Çakal evliliği boyunca kocası Özkan Kaymaklı’dan şiddet gördü. Hamileyken bile. Çocuğu doğduğunda ise çocuğuyla birlikte şiddet gördü. Eşinin baskısıyla işinden ayrıldı. Ailelerin baskısıyla sürekli barışmaya zorlandı. Bıçakla saldırıya maruz kaldı, bir kez eşinden boşanmak istediği için eşi tarafından camdan aşağı atıldı. Defalarca kez karakola gitti, doldurduğu aile içi şiddet formunda “kocanız sizi öldürmeye teşebbüs etti mi” sorusuna “evet” demesine rağmen korunma hakkına, sığınak hakkına erişemedi. Eşinin, boğazını kemerle sıkarak onu boğmaya çalıştığı bir gün, hem kendinin hem de çocuğunun yaşam hakkı için Özkan Kaymaklı’yı öldürdü. Mahkeme meşru müdafaayla tahliye talebini 5 duruşmadır reddediyor. Yasemin için tek bir umut var şu an, o da hem fiziksel hem de psikiyatrik muayeneden geçmek ve uğradığı şiddeti kanıtlamak. Bu raporun talebi mahkeme tarafından 2 kez reddedilmişti. Geçtiğimiz ay gerçekleşen duruşmada en nihayetinde bu talep onaylandı. Bu Yasemin için direnen kadınların ve Yasemin’in birlikte hak ettikleri bir zafer.
İçinde olduğumuz yılın ilk 6 ayında Türkiye’de şiddetten ölen kadınların sayısı 160. Peki ya adalet?
Diyarbakır’da felçli ve görme engelli H.A.’nın evine girerek kendisine tecavüz eden Abdullah Taşkıran’ın davası bu ay sonuçlandı. Kendisi “iyi hal indirimi” sebebiyle 8 yıl 4 ay hapis cezası aldı.
Zonguldak’ta 5 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunan Suat K. “oruçluyum, Allah şahidim olsun bu suçu ben yapmadım” dedi ve hakkındaki 15 yıllık hapis istemi 8 aya düşürüldü.
Erzurum’da Turgay K. boşanma sürecinde olduğu eşi Diba K.’yi bir başkasının arabasında görünce arabaya girerek bıçakladı. Hakkındaki 15 yıllık hapis istemi 6 yıl 3 aya düşürüldü. Neden? Çünkü Diba K. o gün tayt giymişti ve mahkeme bunu tahrikten saydı.
İzmir’de eşi Alev Er’i aldattığından şüphelendiği için iple boğarak öldüren, sonrasında buzdolabına koyarak kaçan Şakir Er için müebbet hapis isteniyordu. Cezası 20 yıla düşürüldü; çünkü Alev Er’in çantasında doğum kontrol hapı olması ve piercing yaptırmış olması mahkemeye göre tahrik unsuruydu.
Erkekler öz savunmadan değil, eril yargıdan tahrik, iyi hal gibi sebeplerle “indirim” alırken, kadınlar küresel ve birincil hak olan yaşam haklarını savundukları için müebbet hapis cezasına çarptırılıyorlar. Kadınları evde, sokakta öldürdükleri yetmiyormuş gibi, bir de adalet sisteminde öldürüyorlar.
Kadınlar kendi hayatları veya bedenleri ile ilgili karar almak istediklerinde erkekler tarafından öldürülüyorlar ve bu erkekler indirim alıyorlar. Kadınlar ise kendi yaşamlarını savunmak için öldürdüklerinde ise değil bunun meşru müdafaadan sayılması, indirim dahi almıyorlar.
Sare Davutoğlu geçtiğimiz hafta “kadına yönelik şiddet” diyerek şiddeti bütün olarak ele almadığımızı, kadın cinayetlerinden bahsettikçe kadın cinayetlerinin arttığını ve durumu abarttığımızı söylemiş. Biz katlediliyoruz Sayın Sare Davutoğlu. Abartmadan da ölebiliriz haklısınız. Abartmadan da ölmek yerine öldürebiliriz. Eril yargıda sorun çıkarmadan, ölelim veya meşru müdafaaya rağmen müebbet hapis yatalım, sessizce. Aman eril düzene, o düzende kendine yer bulup da eril sistemi uygulayanlara zeval gelmesin. Çilem Doğan’ın yüzündeki ifadeye iyice bakın lütfen Sayın Sare Davutoğlu. Sizce erkek şiddetini gerçekten de abartıyor muyuz?