Sanıyorum ki 3 yılı aşkın süredir feminist mücadele içinde yer alıyorum. Bu süre zarfında Gezi direnişi bastırıldı, 3 seçim oldu, 5 kez hükümet değişti, son bir yılda 17 bombalı saldırı oldu, Doğu'da adı konmayan bir iç savaş yaşandı, bir darbe girişimi oldu ve tüm bu olayların beri sıra birçok farklı şehirde ve an itibariyle de ülke genelinde OHAL ilan edildi.
Yaşanan bu olaylar sırasında on binlerce insan hayatını kaybetti, gözaltına alındı, işkence gördü, tutuklandı. Erdoğan geçen gün yaptığı açıklamada “Türkiye hiçbir dönemde bu kadar özgür bir dönemi yaşamamıştır” demiş. Görünce içim sızladı. Özgürlük göreceli bir kavram olsa gerek. Seçilmiş hükümetin yanında yer alanlar elbette özgür; yer almayan tüm muhalif kesim ise adeta bir kafes içinde! Bu kafesin dışındakiler, içeride olanları tek bir kefeye koymuşlar. En basit eleştiri, ufacık bir muhalefet göstergesi bile vatan hainliği. Dünya politik tarihinde hep gördüğümüz üzere, insanları ortak bir görüşte birleştirmenin en etkili yolu, ortak bir nefret hedefi oluşturmak. Böylece o nefret kümesine dâhil olan herkes susturulur ya da yok edilirse, nefret kümesi dışındakiler istedikleri koşullarda bir yaşama erişeceklerine inanırlar. Oysa bilmezler ki aslında o kafesin içindekilerin her biri birbirinden farklı görüşlere sahiptir ve ezilmişlik dışında pek de ortak noktaları yoktur. Olsa olsa kimlik siyaseti ki o bile kafesin içindekilerin birbirine düşman olmasına kâfi.
Sıra, bir potada eritilen tüm muhaliflere teker teker geliyorken, verilen mücadele alanları da her geçen gün daralıyor. Tüm kadınlar, feminist mücadele yürütenler adına konuşmayayım; ama feminist aktivist bir kadın olarak, cinsiyetçilikle mücadele eden bir platformun kurucusu olarak neyin direnişini vermem gerektiği konusunda bitap düşmüş durumdayım. Kadınların tırnaklarıyla kazıya kazıya, ataerkil sistem içerisinde her türlü zorluğa göğüs gererek elde ettikleri hakları teker teker elimizden alıyorlar. Bizim gibi muhalif, mücadele eden, başkaldıran kadınlardan hiç ama hiç hoşlanmıyorlar. Mayın tarlasında yürür misali, hedef olmadan nasıl hâlâ mücadele verebilirizi sorguluyoruz.
Sadece son üç günde olanlara bakıyorum. Romanları birçok dile çevrilen yazar Aslı Erdoğan ve dilbilimci Necmiye Alpay için müebbet hapis cezası istendi. Maraş'ta 8 yaşında bir kız çocuğu 71 yaşında bir erkeğin tacizine uğradı. Failin “kanıt yetersizliği” gerekçesiyle beraat etmesi sonucu kız çocuğu intihara teşebbüs etti. Bu kız çocuğu gibi birçok çocuğun taciz davasını mahkemelerde takip eden Gündem Çocuk Derneği OHAL yasası kapsamında 3 aylığına kapatıldı. 370 dernek kapatılacakmış; ama basına verilen bir liste yok. İsimlerini teker teker kapatılan derneklerin anons etmesiyle öğrenmeye başladık. Sıra kadın dayanışmasına da geldi. Çok hızlı geldi hem de. Kadın derneklerinden, Bursa Panayır Kadın Dayanışma Derneği, Gökkuşağı Kadın Derneği, Van Kadın Derneği, Kürt kadınların çatı derneği KJA, Muş Kadın Çatısı Derneği, Selis Kadın Derneği ve Ceren Kadın Derneği şu an için bildiklerim. Bu yazı yayınlanana kadar daha kaç tanesi kapatılacak acaba?
Liberal düzenin en çok desteklediği Sivil Toplum Kuruluşlarını kapatıyorlar. Ulusal güvenliğe tehlike oldukları gerekçesiyle! Ben bir dernek kurmadım; ama kurma sürecinin, aktif mücadele yürütmenin, aynı yola baş koymuş insanları bir araya getirebilmenin zorluğunu biliyorum. STK’lı olmanın yükünü biliyorum. Sivil direniş, hele ki söz konusu yaşamın her alanına müdahil feminizm ise, karşılığı ölçülemez emekleri, uykusuz geceleri de beraberinde getiriyor. Bu emeklerin, bağımsızlığı tartışılır bir yasa, bir mühür ile ansızın elinizden alınması tarifi olmayan bir kalp ağrısı. Herkesin dayanabileceği bir nokta varmış, benim kalbim 7 Haziran'dan bu yana ağrıyor ama kadın ve çocuk hakları için mücadele yürüten STK'ların kapatıldığını duyduğum andan bu yana geçmeyen bir sancı oturdu göğsüme.
Rejim değişiklikleri artık kanlı devrimlerle gerçekleşmiyor. Bireylerin farklılığını gözetmeden ilerleyen demokratik seçimlerle de gerçekleşebiliyor. İşte zaten bu nedenle radikal demokrasiyi savunmamış mıydık? Ne yazık ki geride kaldı. Peki, biz bu noktada feminist mücadelemizi nasıl sürdürebiliriz? 'Özel olan politiktir' şiarımızken, artık özel olanın mücadelesini vermekten hicap duyar olduk. Hiçbir mücadele alanı hiyerarşik olarak birbiri üzerine konumlandırmıyoruz elbette. Fakat üst üste aldığımız bu darbelerden mütevellit, içinden çıkamadığımız bir travma hâlindeyiz. Bütçesi yüksek Hollywood yapımı aksiyon filmlerinde olur ya, felaket sırasında yukarıdan binalar devrilir, filmin ana karakterleri bir sağa, bir sola kaçarak kurtulmaya çalışırlar. Tam bitti derken bir beton parçası daha düşer önlerine. İşte biz çok uzun zamandır nerede mücadele versek, üzerine kocaman bir beton parçası düşüyor, hayallerimizi dümdüz ediyor. Adım atabileceğimiz alanlar iyice daralıyor.
Tüm bu karanlığın içinden çıkmanın yolu da yine dayanışmadan geçiyor. Kız kardeşlere sarılmaktan. Kimseyi bu travmaları atlatma biçiminden ötürü eleştirmemekten, birbirimize sırt dönmemekten. Öz bakımdan geçiyor, kendimize dikkat etmekten. Mücadeleye bazen ara verip, bundan hicap duymamaktan. Ayrıntı Yayınları “sözün bittiği değil, değerlendiği yerdeyiz” açıklamasında bulunmuştu geçenlerde. Muhalif olduğumuz için sözümüzü değersiz kılanlara karşı, üretmeye, konuşmaya devam etmekten geçiyor. Birbirimize sahip çıkmaktan geçiyor. Örneğin, dünyanın sadece kadın gazetecilerden oluşan tek haber ajansı JINHA kapatıldığında, farklı kadın dernekleri ofislerini bir günlüğüne JINHA yaptılar. Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay için başka yazarlar kitaplarını imzalıyorlar, cezaevi önünde kadınlar nöbet tutuyorlar. Sayamayacağım kadar farklı dayanışma yöntemi gerçekleşiyor şu an. Tepemize düşürdükleri her beton parçasına rağmen ve bittabi onlara inat!
Kapatılan Van Kadın Derneği çok güzel bir açıklama yayınlamış bugün, bir kısmını paylaşıyorum: “Biz kadınlar bina değiliz, ofis değiliz, kapı anahtarı değiliz. Binalarımıza mühür vurup anahtarlarımızı alabilirsiniz ama mücadelemizi, dayanışma ruhumuzu alamazsınız. Onca emeğimizi çalamazsınız. Kapımıza mühür vurabilirsiniz ama gözlerimize, aklımıza, ruhumuza, çalışmalarımıza mühür vuramazsınız!”
Biz kadınlar, şiddetin arttığı, insan haklarının tehlike altına girdiği dönemlerde, bu durumdan en çok azınlıkların ve kadınların etkilendiğini tecrübeyle sabit olarak biliyoruz. Ülkenin “ulusal güvenliğine” karşı tehdit olarak gördüğünüz kadınlığımızın ve sivil direnişimizin tehdit ettiği tek bir şey vardır; o da erkek egemenliğiniz!
OHAL’de de feministiz, her halde feministiz!