Düşünün; bir bankada gişe görevlisisiniz. Bir otomobil şirketi sizi arıyor, “Sizi İzlanda'da bir hafta misafir etmek istiyoruz” diyor.
Her gün elinizden kayıp giden banknotların milyonda birini bile kazanamıyorsunuz, ama “Neden” diye sormaz mısınız, “Neden ben?”
Elbette sorarsınız.
Veya bir muhasebeci olduğunuzu düşünün. Faturaları müşterinizin defterine işlerken telefonunuz çalıyor. Diyelim ki arayan dünya çapında bir gıda şirketi. Telefondaki ses, “Sizi üç günlük bir gezi için Fransa'ya götürmek istiyoruz. Ulaşım ve konaklama giderlerini biz ödeyeceğiz” diyor.
Şaşırırdınız değil mi? Bilançoda her rakamın hizasına bir karşılık yazmayı ezberleten bir mesleki refleksle sormadan edemezdiniz: “İyi de, neden ben?”
Diyelim ki futbol delisi bir öğretmensiniz. En büyük hayaliniz, bir gün bir dünya kupası maçını trübünde izlemek. Bir yandan “Nerdeeee” diyorsunuz, ama diğer yandan hayalini de kuruyorsunuz. Bir gün telefonunuz çalıyor, hadi bu kez arayan bir telekom şirketi olsun. Birisi telefonda size hayalinizi armağan ediyor; “Davetlimizsiniz, sizi dünya kupası finallerine götürüyoruz” diyor.
“Büyüklerin sebepsiz görünen armağanlarından uzak durun” diye öğrencilerinize, çocuklarınıza verdiğiniz öğütleri unutup, valiz hazırlamaya davranır mıydınız?
Tam tersine gönlünüzden geçen aklınıza takılır, sorardınız; nereden icap etti?
Diyelim ki gazetecisiniz...
Diyelim ki gazetecisiniz. Büyük bir ilaç şirketi, misal, Türkiye'ye domuz gribi aşısı satan Novartis, sizi üç günlüğüne İsviçre'ye davet etti. “Neden ben, neden bedava bir ağırlama” diye sormanız, “Bunun karşılığı ne olacak” diye daveti kurcalamanız gerekmez mi?
İşi soru sormak, sorgulamak, kurcalamak olan gazeteci arkadaş, pasaportunu uzatmadan önce soruyor musun?
“Evet” diyenler ses versin.
Mustafa Mutlu: Hiçbir zaman katılmadım, katılmayacağım
Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu www.t24.com.tr'de yayımlanan “Gazeteci ağırlama rezaleti daha ne kadar sürecek? Türk basını şirket gezilerine ne zaman 'dur' diyecek” başlıklı yazımız üzerine dün aradı örneğin. “20 yıldır gazetecilerin şirketler tarafından ağırlanmasına karşı mücadele ettiğini, ne yazık ki arzu ettiği sonuçları alamadığını” vurguladı ve altını çizerek ekledi:
“20 yıldır hiçbir şirket gezisine katılmadım. Bundan sonra da hiçbir şekilde katılmayacağımı deklare ediyorum.”
Pasaportunuzu uzatmadan önce sorun bunları
Kamu yararına çalışan vakıf ve dernek gibi oluşumların çabalarını duyurmak, programlarına katılmak için yapılan çağrılar dışında yapılan davetleri hep birlikte sorgulamamız gerekiyor.
Kendi halinde bir berber, öğretmen, muhasebeci, bahçıvan, hemşire, şoför, öğretim üyesi, aşçı olsanız, hangi şirketten davet alırdınız? Neden sadece gazeteciler (ve elbette ilaç devlerinin kapılarına dayandığı hekimler) şirketler tarafından bedava ağırlanıyor?
Şirketlerin ağırladığı gazeteci, geziden döndükten sonra, o şirketin adı geçirilen “haber”, “yorum” veya “izlenim” yazıyor ya da yazdırıyor mu?
Ağırlanan gazeteci, misafir olduğu şirketle ilgili olarak sorgulanması gereken dosyalardan uzak duruyor, gazetesinin sorgulamasını da engellemeye çalışıyor mu?
Şirket gezileri alışkanlık yaratıyor mu? Aynı şirketle kâh Avrupa'ya, kâh Afrika'ya uçanlar, valizini toplamadan başka bir şirketle seyahate çıkanlar, bir senede birkaç pasaport eskitenler var mı?
Gazete ve televizyonlardaki kısıtlamalar tamamen sermaye-patronaj ilişkisinden mi ibaret? Yoksa şirket gezilerinin haberciliğe set çeken kırmızı çizgileri de giderek büyüyor mu?
O kırmızı çizgiler, tenezzül zaafına düşen gazeteciler ile şirketler tarafından elele çekilmiyor mu?
Sorun bunları.
Ve “bedava”ya uzatılan her pasaporta, bedeli çok ağır kayıtlar düşüldüğünü unutmayın. Şirketleri, övünemeyeceğiniz bir geçmişin pasaportunuzdaki sicil amiri yapmayın!