Taraf gazetesi, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile beraberindeki beş kişinin yaşamına mal olan helikoptere, havalanmadan önce bir “çip” yerleştirildiğine... Haber kanalı NTV'nin santralından Yazıcıoğlu'na peş peşe açılan telefonlarla bu çipin harekete geçirilerek helikopterin düşürüldüğüne inandı. Sürmanşetten dokuz sütun üzerine yayımlanan bu komplo teorisi “yanlış” bir haberdi. Ve “yanlış” haber ertesi gün bu kez “yalan” haber olarak sürmanşete çıkarıldı.
“Yanlış haber” ile “yalan haber” arasındaki büyük mesafe, bir önceki yazımızda da altını çizdiğimiz üzere, Türk basınında önemli bir dönemeci ifade eden Taraf'ın NTV haberinde olduğu gibi bir çırpıda kapanabilir.
Eldeki kısıtlı veriye aşırı sadakat, sansasyon hevesi, hatalı yorum, yetersiz araştırma, dikkatsizlik, özensizlik ve deneyimsizlik gibi eksikliklerden kaynaklanan yanlış haberde “kasıt” yoktur. Ancak Türkiye'de yaygın bir alışkanlıkla “yanlış” haberler genellikle “yalan” habere doğru evrilir. Alışkanlık; yanlışı ilk anda üzerine kondurmayarak o haberde ısrar etmek, yeni bilgi ve açıklamalara karşın yanlış iddiayı sürdürmektir. Bu noktada yanlış haber “yalan”a dönüşür, “kasıt” devreye girer.
Basın tarihine geçecek Taraf'ın iddiasına ilişkin gelişmeleri www.t24.com.tr adresinden yayın yapan T24'te ayrıntılarıyla aktarmıştık. Taraf, 22 Ekim Perşembe günü “Ölüm helikopterinde 139 defa arandı” başlığıyla verdiği haberde, “Yazıcıoğlu'nun helikopteri düşene kadar NTV'den ısrarla arandığını, düşüşten sonra ise aramaların neredeyse kesildiğini” iddia etti.
Olay sırasında NTV Haber Koordinatörü olan Mirgün Cabas ve NTV Yayın Danışmanı olan Ruşen Çakır ile Doğuş Yayın Grubu'nun kesin yalanlamasına karşın 23 Ekim Cuma günü de Taraf'ın sürmanşetinde “Bu telefonları açıklayın” başlığı yer aldı. Helikopteri NTV'nin düşürdüğü iddiası, üzerine ciddi bir ek bilgi konmamasına ve aksi yöndeki açıklamalara karşın sürmüştü.
'Sarsıcı haberler uzmanı' ve Altan'ın hükmü
Taraf Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan aynı gün, haberi yazan muhabir Mehmet Baransu için kullandığı “Bizim sarsıcı haberler uzmanı” ifadesiyle başlayan yazısında, gazetesinin iddiasını daha da ileri taşıdı. “Helikopterin düştüğü haberi geldikten sonra Yazıcıoğlu'nu o gün en az yüz kez ben aramışımdır” diyen Mirgün Cabas'ın sözleri Altan'ın yazısında “itiraf” olarak değerlendiriliyordu.
“Ya savcının elindeki resmî telefon kayıtları hatalı ve biri savcıyı şaşırtıp soruşturmayı yanlış yönlendiriyor” diyen Altan, yazısını şu hükümle bitiriyordu:
“Ya da 'biz aradık' diye canlı yayında itiraf ettiklerine göre NTV’den birileri o helikopterin düşeceğini, daha düşmeden önce biliyordu.”
Taraf, ikinci gün de sürmanşetten NTV'yi “katliam”la suçlarken “savcının elindeki telefon kayıtlarının hatalı olabileceği” ihtimaline hiç şans tanımamıştı.
NTV aynı gün, telefon arama bilgilerinin yerel saatin yanı sıra Türkiye'den iki saat geride olan Greenwich zamanına göre de kayıt altına alındığını belgelerle açıkladı ve “sarsıcı haberler uzmanı”nın “katliam”, Ahmet Altan'ın da “itiraf” suçlamalarından kurtuldu.
Ahmet Altan nasıl tepki gösterirdi?
23 Ekim Cumartesi günü, Taraf - basındaki kötü alışkanlıkların aksine - hatasını manşetten özür dileyerek kabul etti. Ahmet Altan da aynı gün köşesinde özür diledi, ancak bu “haber”i yazan Baransu'yu başka bir haberi nedeniyle överek!
Ruşen Çakır, cumartesi günü www.ntvmsnbc.com'da yayımlanan yazısında, meselenin Taraf'ın ve Altan'ın özürüyle noktalanamayacağını yazdı.
Peki, bu olayın mağduru olsaydı Ahmet Altan ne yapardı? Gerçi Altan hiçbir zaman “çipli katliam” gibi ağır ve fantastik bir iddiayla suçlanmadı, ancak bazı haberlere gösterdiği tepkiler bu konuda kuvvetli ipuçları veriyor.
Örneğin, Milliyet gazetesinde 29 Eylül 2002'de “Fransız Ahmet” manşetiyle yayımlanan bir haberde muhabir, Ahmet Altan'ın Almanya'da yaptığı bir konuşmayı çarpıtmıştı. Haberde “Türk erkeklerinin her şeye maydonoz oldukları, ağızlarının kebap üzerlerinin yağ koktuğu, bu yaratıkların kendilerini dünyanın en zekisi sandıkları” dediği iddia ediliyordu, ancak Altan bu sözleri söylememişti. Sonunda Milliyet Altan'dan özür diledi, Almanya Temsilcisi, Haber Müdürü ve muhabirin işten çıkarıldığını duyurdu.
'Ahlaksız, haysiyetsiz, onursuz, iftiracı'
Bu süreçte Ahmet Altan'ın tepkilerine gelince... İşte onlardan birkaçı:
* Kendi ahlaklarından, dürüstlüklerinden, onurlarından, haysiyetlerinden böylesine büyük bir istekle vazgeçmelerinin nedenini anlamak benim için imkânsız.
* Eğer Milliyet gazetesinin yöneticileri "ahlaklı olmayı ve dürüstlüğü" hâlâ ciddiye alıyorlarsa o konuşma bandını yayınlasınlar.
* Bu iftiralar için dava açacağım. Ahlaksızca iftiraların bu toplumda bu kadar da kolayca yazılamayacağını insanların görmesini istiyorum çünkü." (Sabah-30 Eylül 2002)
'Yalana alet olan yayın yönetmeni görevde kalabilir mi?'
* “İstifa” müessesi sadece politikacılar için mi geçerlidir? Gazeteciler istifa etmeyi bilmez mi? Gazetesini kendi yalanlarına alet eden, grubunun yayın ilkelerini hayasızca çiğneyen bir genel yayın yönetmeni görevinde kalabilir mi? Yalan söylediği, iftira attığı açıkça kanıtlanan birini genel yayın müdürlüğünde tutanlar, onun suç ortağı olmayı kabullenmiş olmaz mı?
* Eğer Türk medyasının bazı üyelerinin iftira atması bu kadar kolaysa, iftira böylesine doğal karşılanıyorsa, iftira atanlar kendi meslektaşları tarafından cezalandırılmıyorsa, bu ülkenin halkını bu ülkenin medyasından kim koruyacak? İsmet Paşa'nın sözünü değiştirerek sorarsak, Türk halkını Türk medyasından korumak için dışardan medya mı getirelim? (Sabah – 3 Ekim 2002)
Ve 'yanlış havlayan köpek...'Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, 22 Temmuz 2008'de, “Taraf'ın bir kamu bankasından 10 trilyon lira kredi istediğini, ancak talebine beklediği hızda yanıt alamayan gazete için yukarıdan gelen bir emir ile özel bir uygulama yapıldığını” yazdı.
Ahmat Altan, ertesi gün bunun doğru olmadığını açıkladı. Ancak öfkesini zerre kadar esirgemediği yazısında şu ifadelere de yer vererek:
* Hem gazete çıkarıp hem de gazetecilik yapmazsanız, sonunda sığınacağınız yer alçaklığın o karanlık mağarası olur.
* Eğer Yılmaz'ın bir nebze haysiyeti, utanması, onuru varsa şu yazdıklarını tek tek açıklasın. * Yanlış havlayan köpek sürüye kurt getirir.
Öfkesine de aşık bir ego
Altan'ın, cuma günkü yazısında, “helikopter düşürme” iddiasına karşı Ruşen Çakır ile Mirgün Cabas'ın ölçülü ve hiçbir hakaret içermeyen eleştirileri için “Taraf'tan çok alaycı, küçümseyici, aşağılayıcı bir şekilde söz ettiler” dediğini de not edelim.
Hiçbiri “katliam suçlaması”yla karşılaştırılamayacak olaylarda bile “haysiyetsiz, onursuz, alçak, utanmaz, köpek, ahlaksız, hayasız” gibi ifadeleri peş peşe sıralamakta sakınca görmeyen Ahmet Altan'ın, iki kıdemli gazetecinin NTV ekranında gösterdikleri tepkiyi “iki genç gazeteci” olmalarına bağlaması da ilginçti.
Türkiye'nin en çok okunan, en önemli yazarlarından biri olan Altan'ın “kendisini ifade etme” gibi bir sorunu olduğunu düşünemeyiz. Ancak, son olayda NTV'ye isabet eden ''Ahmet Altan''da “öfkesine de aşık bir ego”nun bağırdığını söyleyebiliriz.
Geçmişte kullandığı ifadeleri şimdi kendisinin hak ettiğini düşünmek Altan'a haksızlık ve saygısızlık olur. Fakat, başkalarının hatalarına, kendi hatalarımızın merceğinden de bakabilmeliyiz. Bu uzun hatırlatmayı bunun için yaptım.
Başta Ahmet Altan olmak üzere bütün “genç gazetecilerin” kulağına “çip” olsun...