Kitle partisi olan AKP’nin kabinesi ne kadar “kitle hükümeti” olabilecek?
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte son biçimini verdiği kabine revizyonunun, iki sandık dikkate alınarak yapıldığına kuşku yok. Sandıklardan birisi bazı bakanları kabine dışında bıraktı, diğeri yeni isimleri kabineye taşıdı. Kabine revizyonunu AKP’nin 29 Mart yerel seçimlerinde aldığı sonuçlar tetikledi. Bir önceki yazımızda altını çizdiğimiz gibi, AKP’nin belediye başkanlığını kazanamadığı bazı merkezler ile elinde olan belediyeleri kaybettiği şehirler, bakanlık koltuğunu kaybedecek isimlerin tayininde önemli bir rol oynadı. Hüseyin Çelik, Mehmet Ali Şahin, Murat Başesgioğlu, Kürşad Tüzmen, Kemal Unakıtan ve Hilmi Güler gibi isimler öncelikle bu nedenle Bakanlar Kurulu dışında kaldılar. 2011 seçimleri kabineyi şekillendirdi Erdoğan’ın, yeni bakanların kimler olacağı konusundaki tercihlerini de, önemli ölçüde yine sandık kriteri belirledi. AKP, olağanüstü bir gelişme yaşanmazsa 2011’de yapılacak genel seçimlere bu kabineyle girecek. Genel seçimlere hazırlık, Bakanlar Kurulu’nun ardından AKP TBMM Grubu ve parti yönetiminde yapılacak değişikliklerde de etkili olacak. Kabine revizyonu için yapılan değerlendirmeler, hükümete Milli Görüş çizgisinin hakim olduğu noktasında odaklandı. “Milli Görüş gömleğini giymenin AKP’nin intiharı olacağını” yazan Ruşen Çakır (Vatan) gibi birkaç istisna dışında, hemen hemen bütün görüşlerin bu yönde olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada, AKP’ye karşı sert bir muhalefet yürütülen Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete’de, “AKP’nin Milli Görüş gömleğini çıkararak zaten intihar ettiği, ikinci kez intihar edilemeyeceği” yolunda görüşler çıktığını belirtelim. (Zeki Ceyhan – 6 Mayıs 2009) Dört seçimin birincisi AKP bir kitle partisi Gerek kabine dışı kalan isimlerin önemli bir bölümünün Milli Görüş kökenli olmaması (Kürşad Tüzmen, Murat Başesgioğlu, Hüseyin Çelik, Said Yazıcıoğlu gibi), gerekse yeni bakanlarda Milli Görüş referansının dikkat çekmesi, yaygın yoruma belirli ölçülerde haklılık kazandırıyor. Ancak bu yorumlarda; 2002 genel seçimlerinde yüzde 34,29; 2004 yerel seçimlerinde yüzde 41,67; 2007 genel seçimlerinde yüzde 46,58; 2009 yerel seçimlerinde yüzde 38,8 oranlarında oy almış, yani 7 yılda kurulan 4 sandıktan da birinci olarak çıkmış AKP’nin bir “kitle partisi” olduğunu dikkatten kaçırmamak gerekiyor. Saadet Partisi’nin (SP) “AKP’nin, 4 eğilimi temsil ettiğini iddia eden ANAP gibi yok olacağı” söylemi şu an için çok gerçekçi görünmüyor. 12 Eylül darbesini yapan generallerin sadece üç partinin katılmasına izin verdikleri 1983 seçimlerinde birinci olan ANAP’ın oylarında iktidardan düştüğü 1991 yılına kadar gözlenen dramatik düşüşler AKP’de gözlenmiş değil. ANAP’ın 1983 genel seçimlerinde yüzde 45,14; 1984 yerel seçimlerinde yüzde 43,24; 1987 genel seçimlerinde yüzde 36,31; 1989 yerel seçimlerinde 23,74; 1991 genel seçimlerinde yüzde 24.01 oranlarında oy aldığını hatırlatalım. Erdoğan ‘merkezkaç’ kuvvetine ne kadar kapıldı? Erdoğan’ın; AKP’nin bir “kitle partisi” olduğunu dikkatten uzak tutup, en fazla yüzde 8 - 10 dolayında bir seçmen tabanı olduğu tahmin edilen Milli Görüş oyları için SP ile rekabeti esas alarak kabine revizyonu yaptığını düşünmek gerçekçi olmaz. Bu varsayım, AKP’nin yerel seçimlerde yüzde 5,2 oy alan SP’ye yenilmiş olmasını gerektiriyor ki, bu doğru değil. İslami taban için rekabette alabildiğine muhafazakâr davranmak isteyen AKP için “merkezkaç” kuvvetinin sınırını, seçmen kitlesinin ezici bölümünü oluşturan kesimlerin gözündeki “merkez partisi” konumunu yitirmemek oluşturuyor. Ancak, revizyonla kabineye giren Milli Görüş kökenli Bülent Arınç, Nihat Ergün, Taner Yıldız ve Sadullah Ergin; “Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin artık sonu gelmiştir, laikliği kaldırıp İslam kurallarına göre yönetmek lazım” sözleriyle büyük tartışmalara yol açan Ömer Dinçer gibi isimler “merkezkaç kuvveti sınırı”nın Erdoğan tarafından zorlandığını gösteriyor. Seçim yenilgisi durumunda Erdoğan’a koz Türkiye’nin en önemli bakanlığı sayabileceğimiz Milli Eğitim’in başına ilk kez bir kadın siyasetçinin getirilmesi; kadın bakan sayısının ikiye çıkarılması; Ertuğrul Günay gibi sol kökenli bir isim ile Mehmet Aydın, Zafer Çağlayan ve Cemil Çiçek gibi isimlerin kabine dışında bırakılmaması AKP’nin 29 Mart’ta oy kaybettiği kesimleri Erdoğan’ın gözden uzak tutmadığının işareti sayılabilir. Son olarak revizyonun; 2011 seçimlerinde olası bir yenilgi durumunda parti kamuoyuna karşı Erdoğan’a “son kozlarımızı da sahaya sürdük” gibi bir gerekçe sunabilecek bir kompozisyon taşıdığını da belirtelim. Muhafazakâr demokrat olabilecek mi? Kabinenin, Erdoğan’a itiraz da edebilecek bazı isimlerle yenilenen kompozisyonu, AKP’nin “muhafazakâr da olsa demokrat” bir icraata yönelip yönelemeyeceğinde tayin edici olacak. Kitle partisi olan AKP’nin kabinesi ne kadar “kitle hükümeti” olabilecek? Hükümete “Milli Görüş” benzeri eğilimlerin hakim olup olmayacağı, en çok bu açıdan önem taşıyor.