Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Bugünkü şartlar çerçevesinde gelecekle ilgili siyaset planım yok" sözleri üzerine çok boyutlu bir okumayla çok şey söylenebilir, söyleniyor da. Zaman boyutunda bir okumanın çok şey söylediği bir Gül-Erdoğan ilişkisi karşısındayız.
Haziran 2010'da çıkan "yürütmenin başı" tartışmasını hatırlıyor musunuz? Şemdinli bölgesindeki sınır birliğine PKK saldırısı sonucunda 12 askerin hayatını kaybetmesinin ardından dönemin TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, liderlerin bir araya gelmesinin topluma moral vereceğini söylemiş, ancak daveti kimin yapacağı tartışması çıkmıştı. Tartışma sırasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geleneğin davetin Cumhurbaşkanı'nca yapılması yönünde olduğunu söyleyince, "Ben yürütmenin başıyım" diyen Başbakan Tayyip Erdoğan, anayasa terminolojisine de ters düşen bir itirazda bulunmuştu. Hatırlayalım:
''Ben Başbakanım ve şu anda yürütmenin başıyım. Yürütmenin başı olarak da şu anda bu konuda atılması gereken adımları atmak durumundayım.”
Anayasa, parlamenter sistemdeki yürütmenin ikili (düalist) yapısını vurgularken, örneğin 8. maddesinde “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” hükmünü öngörürken, yine "Yürütme" bölümünü "Cumhurbaşkanı" ile başlatırken Erdoğan maddi bir hata da yaparak "yürütmenin başı" olduğunu vurgulamak ihtiyacı hissetmişti.
Ancak konumuz bu değil. Zira Erdoğan'ın eğrisi doğrusuna denk gelen bu sözleri, Anayasa sorumsuz cumhurbaşkanına parlamenter sistemi zorlayan yetkiler verse de yürütmenin fiili başının "siyaseten sorumlu başbakan" olduğunu vurguluyordu.
Konumuz, Erdoğan'ın yürütmenin iki başı konusunda birkaç yıl içinde kat ettiği mesafe ile pozisyon değişikliği ve bu durumun ihtimal Cumhurbaşkanı Gül'de yarattığı rahatsızlık. Yaklaşık dört yıl önce "Yürütmenin başı benim" vurgusa yapan Erdoğan, cumhurbaşkanı adayı konusunda görüşlerini almak üzere anket uygulanan AKP milletvekilleri ile hafta başında yaptığı toplantıda bu kez "Cumhurbaşkanı olursa yetkilerini tam olarak kullanacağı" vurgusunu yaptı.
Malum, Anayasa, 104. maddesinde Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini "yasamaya", "yürütmeye" ve "yargıya" ilişkin özel başlıklar altında ayrıntılı olarak düzenliyor. Bunlar arasında "gerekli gördüğü durumlarda Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulu'nu toplantıya çağırmak" da var.
Tek başına yaptığı işlemlerde bile sorumluluğu bulunmayan bir cumhurbaşkanlığı modeli için öngörülen bu yetkiler elbette "yetkisiz olduğu için sorumsuz devlet başkanı" esasına dayanan parlamenter sistemi zorluyor. Bugüne kadar büyük bir krizin yaşanmaması, örneğin bugünlerde Erdoğan için sık telaffuz edilen "Bakanlar Kurulu'nu toplantıya çağırma" yetkisinin pek kullanılmamasına dayanıyor. Aksi tuhaf olurdu. Zira Anayasa "Görev ve Siyasi Sorumluluk" başlığını taşıyan 112. maddesinde "hükümet siyasetinden Bakanlar Kurulu üyelerinin birlikte sorumlu oduğunu" hükme bağlıyor. Bir başka deyişle, cumhurbaşkanı yetkileri konusunda Anayasa parlamenter sistemi zorlasa da, "hükümet etmeyi" ve "bunun sorumluluğunu" Bakanlar Kurulu'na bırakıyor. Siyasi sorumluluğu bulunmayan bir cumhurbaşkanı, düzenli olarak "siyasi sorumluluğu olan" ve "hesap verme" konumunda bulunan bir Bakanlar Kurulu'na ne kadar hükmedebilir?
Evet, Erdoğan, Haziran 2010'da, Anayasa'nın yürütme organı için Bakanlar Kurulu'na vurgu yapan hükümlerinden hareketle "hükümet siyasetinden sorumlu olan Başbakan" olarak konuşuyordu. Köşk adaylığını düşündüğü bugünlerde ise, Anayasa'nın Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini düzenleyen maddelerine kuvvetli bir vurgu yapıyor. Ve kat ettiği bu mesafe, Köşk'te kendisine itiraz etmeyecek "Yıldırım Akbulut modeli bir başbakanlık modeli arzusunu" haber verdiği için Gül'ü rahatsız ediyor.
Cumhurbaşkanlığı'na ikinci kez aday olma mesajı da taşıyan Gül'ün açıklamasında, Köşk'e çıkması durumunda Erdoğan'ın ardından partinin gücünü kiminle koruyacağı konusunda AKP örgütüne muhasebe yaptıracak bir boyut da var. "Bugünkü şartlarda" vurgusunu yaptıktan sonra Gül, Erdoğan'ın tahayyül ettiği bir Başbakan olmayacağı için "gelecekle ilgili bir siyasi planı olmadığını" ekliyor.
Gül'ün çıkışının partinin geleceği açısından düşündürdüğü bir nokta da bu: AKP bir şahıs partisi olarak mı devam edecek?
Gül, Erdoğan ve Arınç'la birlikte kurucu çekirdeğini oluşturduğu AKP'nin "şahıs partisi olmadığını, olmaması gerektiğini" düşünüyor. Kasım 2013'te The Guardian'a ne demişti Gül, hatırlayın:
"AK Parti'yi Erdoğan'la birlikte kurduk, birlikte iktidara taşıdık ve Türkiye'yi birlikte değiştirdik. Erdoğan, arkadaşımdır ve bütün bu yıllar boyunca omuz omuza çalıştık."
Gül'ün, ifade ve basın özgürlüğünden Gezi Parkı sürecine, Twitter'ın kapatılmasından dış politikaya ilişkin bazı tercihlere ve başkanlık sistemine uzanan geniş bir alanda Başbakan Erdoğan'la farklı bir dalga boyunda olduğunu biliyoruz. Erdoğan sonrası "eş başkanlık" formülünün de açılan bu makas hattında olduğunu düşünebiliriz. Üstelik görüş ayrılıkları, artık kamuoyunun önünde cereyan ediyor. Düşünün ki, Cumhurbaşkanı'nın gurur duyduğunu vurguladığı Twitter yasağına karşı Anayasa Mahkemesi kararı Başbakan için "paralel devlet" kuşkusu uyandırabiliyor.
Evet, Gül daha önce de "siyasetle ilgili herhangi bir hesabı olmadığını" (TV24, 27 Aralık 2011) söylemişti. Ancak bu açıklamaları "Cumhurbaşkanı olarak" girizgâhıyla başlıyordu Gül'ün; "Cumhurbaşkanı olarak siyasetle ilgili bir hesabım yok."
Ancak son açıklamasında Gül, dört ay sonra Köşk'teki görev süresi bitecek bir Cumhurbaşkanı olarak "gelecekle ilgili" bir siyasi planı olmadığını söylüyor. Ancak yine girizgâhta önemli bir kayıt düşerek yapıyor bunu; "Bugünkü koşullarda..." diyor.
Gül'ün, Ekim 2013'te bir grup AKP milletvekiline söylediği "Eğer bir gün aktif siyasete dönmeye karar verirsem, bunu yapacağım yer bellidir. Böyle olacak diye demiyorum, ama şu anki görevim biter ve tekrar politikaya dönersem, elbette partimde, AK Parti'de siyaset yaparım" sözler de hafızalarda.
Daha 1 Ekim 2013'te yaptığı TBMM'yi açış konuşmasında “Bu seçildiğim görev sürem içinde benim son yasama yılını açış konuşmam. Hayatım boyunca ‘halka hizmeti Hakka hizmet’ bilerek, yüce milletimizin hizmetinden hiç ayrılmadım. Bundan sonra da bu anlayış ve şuurla milletimizin hizmetinde olmaya devam edeceğim” diyerek Köşk'ten sonra aktif siyaset mesajı veren... "Aktif siyaseti özlediğini" saklamayan (AA, 28 Ağustos 2011), Gül, son açıklamasıyla, tekrar Cumhurbaşkanlığı'na aday olamazsa sahneden çekilme mesajı mı vermiş oldu?
"Bugünkü şartlar" mecbur bırakırsa, evet.
Ya bırakmazsa? Ya Özal Köşk'e çıkınca Özal'a rağmen Mesut Yılmaz'ın ANAP'ın başına geçmesi, Demirel Köşk'e çıkınca Demirel'e rağmen Tansu Çiller'in DYP'nin başına geçmesi gibi bir tecrübe Erdoğan için de işaretlerini verirse Gül ne yapar?
ANAP ve DYP örneklerinde parti örgütlerinin "yaşama içgüdüsü"na uzak düşen Köşk, AKP için de "beka kaygısı" yaratır ve Özal ve Demirel'den daha sürekli bir sandık başarısı kazanmasına rağmen Erdoğan'a da alternatif bir lider arayışı uç gösterirse ne yapar?
O zaman "bugünkü şartlar" değişmiş olur ve Aralık 2011'de 24TV'de "Emekliliğe inanmıyorum" diyen bir Gül ortaya çıkabilir.
Peki Erdoğan Cumhurbaşkanlığı'na aday olur mu?
Oğlunun da sorgulanmak istendiği yolsuzluk operasyonları üzerine "Başbakan" olarak savcı talimatlarını ve mahkeme kararlarını uygulatmayan, HSYK ve MİT kanunlarını, Adli Kolluk Yönetmeliği'ni değiştiren, Twitter ve YouTube'u tamamen erişime kapatan, emniyet ve yargıda tayin fırtınası estiren Erdoğan, devlete ve parlamentoya Köşk'te de bu kadar hakim olacağını düşünürse, evet.
Peki olabilir mi?
Soru zor, "Başbakan" olarak bile "evini polis ve savcı baskınından korumaya çalıştığını" ortaya koyan tapelerin haber verdiği dosyalar çetin, zemin kaygan, devlet derin...
Erdoğan'ın, yolsuzluk operasyonlarını takip eden tape dalgası sırasında, 5 Mart'ta yaptığı "Mevcut Cumhurbaşkanımız devam edebilir" açıklamasını unutmayın.