Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın davet ettiği bir grup gazeteciyle, yosun...
“Hayatımda bu kadar çok basın açıklaması yapılan bir yer görmedim!..” Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın davet ettiği bir grup gazeteciyle, yosun yeşili dağlar arasında, Tunceli'deyiz. Kent henüz uykudayken bomboş bir sokakta sohbet ettiğimiz Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli polis, kente ilişkin en önemli gözlemini bu cümleyle ifade ediyor ve ekliyor: “Ne olursa olsun, en küçük bir şey olduğunda bile Tunceli'de birileri mutlaka basın açıklaması yapar...” “Tunceli” mi, yoksa Dersim” mi demeli? Kentte de güncel bir soru bu. “Tunceli” diyen de var, “Dersim” diyen de. Bugünkü Dersim'e ilişkin bilgiler aktarmaya çalışacağım için bu dizide benim elim “Tunceli”ye gidiyor. Kentte bizi konuk eden, Rahmi Kostuk yönetimindeki Munzur Eğitim Eğitim Kurumları'nın ilköğretim okulunda Vali Mustafa Taşkesen'i beklerken Tunceli Üniversitesi Rektörü Durmuş Boztuğ ile sohbet ediyoruz. Boztuğ; sözünü esirgemeyen, ailesi Aksaraylı, Adana'da doğmuş, Hacettepe Üniversitesi mezunu, baba tarafından Türkmen Alevisi olan, yerbilimci bir rektör. Kitabın tam ortasından konuşarak başlıyor sohbete: “Bazıları dağa çıkarken haksız değil! Kültürlerini, dillerini inkâr ettik. Ama işte şimdi Fen Edebiyat Fakültesi bünyesindeki Doğu Dilleri ve Edebiyatı bölümüne bağlı olarak Zaza Dili ve Edebiyatı ile Kurmanc Dili ve Edebiyatı bölümlerini kurduk. YÖK'e önerdim, kabul edildi.” “Neden Kürt Dili ve Edebiyatı” değil de “Kurmanc Dili ve Edebiyatı” adı tercih edilmiş? Prof. Boztuğ, bu tercihin, Zazaca ve Kürtçe arasındaki farka işaret ederek, daha kapsayıcı, tartışma dışı bir isim arayışından kaynaklandığını anlatıyor. Boztuğ, 4 yıl lisans eğitimi verilecek Zaza ve Kurmanc dili bölümlerinin, terörden vazgeçmeyenlerin istismar ettiği malzemeyi azaltacağına da inanıyor. Bu tür uygulamaların “ülkeyi böleceği” yorumlarına saygı duyduğunu, ancak katılmadığını, “aksine ülkeyi bütünleştireceğini” belirten Boztuğ, iki tehdit mesajı aldığını anlatıyor. Boztuğ, Samsun'dan postaya verilen mektuba kan damlatıldığını belirtirken, tehdidin nereden geldiği sorusuna “Ülkücü kesimden” yanıtını veriyor. 1937- 38 katliamı için devletin özür dileyebileceğini, Dersim adının geri verilebileceğini vurgulayan Boztuğ, “bazı Tuncelililerin, Atatürk cumhuriyetinin özür dileyemeyeceği, Atatürk'ün koyduğu Tunceli adının değiştirilemeyeceği” görüşünde olduğunu anlatıyor. “Tunceli halkının yüzde 90'ı bizimle aynı” diyen Boztuğ, kent dışında yaşayan Dersimlilerin bir bölümünün “Başbakan çıktı özür diledi, üniversitede Zaza ve Kurmanc dili ve edebiyatı bölümleri açılıyor, bize söyleyecek ne kaldı” gibi bir ruh hali içinde olduklarını savununca, “diaspora her yerde sert” takılmaları geliyor. Seçmeli derse ilgi sıfıra indi! Prof. Boztuğ, Tunceli Üniversitesi'nde 2009-2010, 2010-2011, 2011-2012 dönemlerinde açılan Zazaca, Kürtçe seçmeli derslere katılım oranına ilişkin ilginç bilgiler veriyor. İlk yıl 1360 öğrencinin seçmeli derslere geldiğini, bu sayı içinde yüzde 44 oranında Kürtçe, yüzde 37 oranında da Zazaca derslerine ilgi olduğunu anlatan Boztuğ, sonraki yıllarda ilginin düştüğünü belirtiyor. Boztuğ'un verdiği bilgiye göre, 2010-2011 döneminde seçmeli ders alan 1500 öğrenciden Kürtçe'yi tercih edenlerin oranı yüzde 44'ten 17'ye, Zazaca'yı tercih edenlerin oranı da yüzde 37'den 7'ye inmiş. 2011-2012'de de bu trend sürmüş ve Zazaca'ya ilgi sıfıra düşmüş! Bu tablo ne anlama geliyor? Boztuğ, yanıtı üç gruba ayırarak veriyor. Birinci grupta, “Benim anadilim Zazaca ve Kürtçe. Neden haftada bir saatlik derse geleyim? Bu dersler zorunlu olsun” diyenler ve bu nedenle seçmeli derse gelmeyenler var. İkinci grupta; “Hoca dili yeterince bilmiyor. Bize sadece masa, bardak, sandalye” gibi kelimeleri öğretmeye çalışmaktan ileri gidemiyor” diyenler var. Üçüncü grupta da; “Ben Kürt veya Zaza değilim. Dili öğrenmek için geldim, ama yetersiz” diyenler var. Prof. Boztuğ, “Peki dersleri geliştirmeyi düşünmüyor musunuz” sorusuna, “Hoca yok. Zaza ve Kurmanc dili bölümlerini bunu düşünerek de kurduk. Bu diller orta öğrenimde de seçmeli olursa bu bölümlerle birlikte hoca yetişir” yanıtını veriyor. “Buradan mezun olanlar ne yapacak” sorusu üzerine Boztuğ, “Bu bölümlerde okutman olurlar. MİT bile Kürtçe bilen eleman arıyor” diyor. Dede atamasına MİT ve asker kutlaması İlk kez bir Alevi dedesi, üniversitede bir araştırma merkezi müdürlüğüne getirildi, ki bu haberi geçen hafta okuduk. Dede Ali Ekber Yurt, Tunceli Üniversitesi Alevilik Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü'ne getirildi. YÖK'e yaptığı önerinin kabul edildiğini belirten Prof. Boztuğ, Defterdarlık'ta çalışan Yurt'un yatay geçişle üniversitede görev aldığını anlatıyor. Tam bu sırada Dede Ali Ekber Yurt, Ankara'dan gelip toplantıya katılıyor. Boztuğ, Yurt'un, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'ndan haftalar önce istediği randevu için Ankara'ya gittiğini söylüyor. Boztuğ, Yurt'un ataması içinde bölgedeki “MİT Başkanı” ile “Garnizon Komutanı”nın kendisini kutladığını haber veriyor ve “devletin bu meseleleri çözme iradesini” her noktada gözlemlediğinin altını çiziyor. Japon Vakamatsu 'Ali Haydar' oldu! Prof. Boztuğ, merkez nüfusu, İstanbul'da ancak irice bir mahalle kadar olan (yaklaşık 25 bin) Tunceli'nin dil, inanç ve köken haritası için şu bilgiyi veriyor: “Tunceli nüfusunun yüzde 90'ı Alevi, yüzde 10'u Sünni. Nüfusun yüzde 70'e yakınının ana dili Zazaca, yüzde 20'sinin Kurmanca, yüzde 10'unun Türkçe.” Boztuğ, sonradan Alevi olunup olunamadığı sorusu üzerine, “Elbette olunur” diyor ve ilginç bir örnek veriyor. Japon antropolog Hiroki Vakamatsu'nun “yardımcı doçent” olarak üniversitede görev aldığını, Varto'da bir Alevi kızla evlenerek Alevi olup “Ali Haydar” adını aldığını, telefonda “Selamünaleyküm” diye selamla yaptığını anlatıp, gülerek ekliyor: “Sonra da benim için 'Bu rektör kendisi gibi bir Alevi getirmiş' diyorlar!” 'Cemevleri ibadethane sayılsın' Rektör Boztuğ ile sohbet akşam da sürüyor. Boztuğ, “Alevi vatandaşların cemevlerinin ibadethane satüsüne kavuşturulması talebi karşılanmalı” derken bu konuda hâlâ adım atılamaması için şu yorumu yapıyor: “Sünni ulemada şöyle bir endişe var; cemevleri ibadethane sayılırsa Alevilik ayrı bir din gibi algılanır. İkinci dile getirilen; ibadethane herkese açık olmalı, örneğin ibadethane yapılırsa Sünniler de cemevlerine gidip namaz kılabilmeli.” Boztuğ, gülümseyerek, kendilerinin cem törenini “ibadet” olarak kayda geçirdiklerini belirtirken “Mayıs ayında yapacağımız sempozyumun adını 'Cem İbadetinde Semah Uluslararası Sempozyumu' koyduk” diyor. Yapım aşamasında olan kampusa bir cemevi ile bir camiyi karşı karşıya inşa etmeyi planladıklarını belirten Boztuğ, ancak İl Genel Meclisi'nde BDP'lilerin ağırlıkta olduğu bir grubun “cami yapılır, cemevinden vazgeçilir” endişesiyle onay vermediklerini aktarıyor. Geçmişte böyle bir olay yaşandığının gazete haberleriyle kendisine gösterildiğini belirten Bozdağ, kampusta cami ve cemevi projesini iptal ettiklerini not ediyor. Üniversitedeki 8 daire başkanının 8'inin birden Tuncelili, 7'sinin de Alevi olduğunu vurgulayan Boztuğ, “Önerim; devlet, İslamiyet için de görüyorsa da, görmüyorsa da Alevileri çağırıp, taleplerini sorup yardım etsin. Cemevlerinin yapımından diğer ihtiyaçlarına kadar destek olsun” diyerek sözlerini noktalıyor. Vali: Cemevine 'cemevi' demeyerek para aktarıyoruz Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen 46 yaşında, sohbetin sonuna doğru aynı yıllarda Mülkiye sıralarında öğrenci olduğumuzu öğrendiğim, “siyaset ve devletin bölgeye bakışının nasıl değiştiğini” kişiliğinde hemen belli eden, “mülki idare amirliği”nin alışıldık kalıpları dışına çıkmakla birlikte mesafesini samimi bir diplomasiyle koymayı bilen, “yumuşak güç” yaklaşımında, güvenli bir bürokrat. “Vali” olarak ilk görev yeri Tunceli olmayan ilk vali! Giresun Valiliği'nden Tunceli'ye gelmiş. Bölgede kaymakamlık ve ardından Mülkiye Müfettişliği yapan Taşkesen, Tunceli'deki yaklaşımlarını da etkileyen bir başka görevinin altını çiziyor; Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı. Bu görevindeki deneyiminin, AB heyetleriyle temaslarının insan haklarını dikkate alan yaklaşımlarında etkili olduğunu kendisi de ifade ediyor. “Yozgatlıyım, faşist bilinen bir yerden geliyoruz” diyor gülümseyerek. Taşkesen'le de sabah kahvaltısının ardından akşam yemeği sonrası da sohbet ettik. Cemevleri-ibadethane ve devletin bugüne kadarki kayıtsızlığına ilişkin tartışma sırasında önemli bir şey söylüyor. Türkiye'de Alevi nüfusun en yüksek oranda olduğu kent olmasına karşın ancak 7 yıl önce açılabilen Tunceli Cemevi ve diğerlerine ilgisini belli etmekten sakınmıyor. “Cemevlerine yardım yapıyorum, ama bu yardımı 'cemevi' diye çıkaramıyoruz. 'Kültür evi' diyerek resmi para çıkarıyoruz” diyor. Gerekçe; “Tekke ve Zaviyelerin İlgasına Dair” Devrim Kanunu. Cemevlerinin elektrik benzeri giderlerine de gayriresmi olarak yardımcı olmaya çalıştığını belirten Taşkesen, teolojik tartışmaya girmemekle birlikte pratik için “Ben ibadet yeri olduğunu söylüyorum zaten” ifadesini kullanıyor. Tunceli Cemevi'ne “amaç asimilasyon” yargısıyla bakanların, kendisinin yanı sıra Cumhurbaşkanı ve bakanların ziyaretleri üzerine “demedik mi, burası devlet derneği” mesajı aldıklarını gülümseyerek anlatıyor Taşkesen. 'Halkın gündeminde 1938 değil 1990'lar var' Gözlemlediği Alevilikte siyasi ve ideolojik yaklaşımın daha ön planda olduğunu belirtirken “Bu anlamda burada 'Alevilik' yaşanmıyor. Ben bir Sünni olarak bir Alevi'den daha çok cem bağlamışımdır” diyen Taşkesen, 1937-1938 katliamının bugün Tunceli'deki algılanışı konusunda şu görüşü savunuyor: “Halkın gündeminde 1938 yok. Gündeminde olana da ne verseniz tatmin edemezsiniz. Halkın gündeminde yoksulluk, boşalan köşler var. 1938'den ziyade 1990'ların travması var. Devlet olarak insanları koruyamıyorsunuz, sonra da terör örgütüne yardımkla suçluyorsunuz...” Taşkesen, “1990'ların travmasını yaşatanların 1938 zihniyetinde oldukları” görüşüne ise itiraz etmiyor. Tunceli'de terörden zarar görenlere 150 milyon lira (eski parayla 150 trilyon) ödendiğini anlatan Taşkesen, 2009'da “Dersimspor”u kurdurunca “Dersim ismi validen” diye haberler çıktığını hatırlatıyor. Aslında “Dersim” adını kullanmak yasak olmamasına rağmen bir korku olduğunu belirten Taşkesen, Dersimspor'un ardından çok sayıda derneğin adını “Dersim” oarak değiştirdiğinin altını çiziyor. 'Buzdolabı dağıtımı hataydı' Onursal Başkanlığı'nı üstlendiği Dersimspor'un, kendisinden önceki vali döneminde “buzdolabı, çamaşır makinesi dağıtımının yarattığı travmadan sonra halkla diyalog açısından olumlu bir etki yarattığını” belirten Taşkesen, seçim yasaklarına rağmen ısrar edilen o girişimin “hata” olduğunun altını çiziyor. “BDP'li belediyenin 2010'da yaptırdığı Seyit Rıza heykelinin üzerine - yapmaları gereken prosedürün dışına çıkarak – gitmediklerini” vurgulayan Vali Taşkesen şu yorumu yapıyor: “1938'in halkın gündeminde olmadığına dair bir gösterge de heykelin açılışına halkın ilgi göstermemesiydi. 'Seyit Rıza bir eşkıyaydı, o kadar da büyütmeyin' diyen gruplar da çıktı. Sonuçta burada 47 aşiret var. Belki BDP ile birlikte görünmemek için de halk ilgi göstermemiş olabilir. Gündemde değil derken, Sayın Başbakan'ın özürünün halkla kucaklaşma anlamında önemli olduğunu eklemem gerekir. Sonuçta ben kendim insiyatif alarak 'Dersimspor' adını koydum, ama arkamda beni buraya atayan hükümetin iradesi olduğunu biliyordum.” 'Gül'e 38 numaralı forma verecektik ki...' Taşkesen, “ana dilde eğitimin yürümeyeceğine” inanıyor. Gerekçesi; Tunceli Üniversitesi'nde seçmeli Zazaca ve Kürtçe derslerine ilgi gösterilmemesi. Ancak yasaklayıcı bir yaklaşıma karşı tutumunu da belli ediyor Taşkesen. Kürtçe özel kurslar serbest bırakıldığında “kapı boyu” v.s gibi çıkarılan engeller için “saçmasapan” ifadesini kullanıyor ve serbestinin ardından kurslara ilgi olmadığının görüldüğünü söylüyor. Soru üzerine Taşkesen, “Sünnilere kız veren Aleviler üzerinde mahalle baskısı olabileceği” gözlemini de aktarıyor. Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen'in, Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli polisin “Hayatımda bu kadar basın açıklaması yapılan bir yer görmedim” sözlerini teyit eden gözlemiyle noktalayalım. Vali, Tunceli'de örgütlenme geleneğinin çok kuvvetli olduğunu, hemen herkesin bir dernekle ilgisi olduğunu vurguluyor. Vali Taşkesen “Halkın gündeminde değil” dese de 1938'in halkın nasıl zihninde olduğunu gösteren bir olayın da tanığı. Türk İdareciler Derneği'nin yayımladığı “İdarecinin Sesi” dergisinde çıkan demecinde ilginç bir olayı aktarıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Tunceli ziyareti sırasında, kendisine memleketi Kayseri'yi simgeleyen “38” sırt numaralı bir Dersimspor forması armağan etmeyi planlıyorlar. Ancak bir Dersimli'nin “Yanlış çağrışım yapar, 1938 yılında cereyan eden acı olayları hatırlatır” sözleri üzerine Gül'e Tunceli'nin plakası olan “62” numaralı forma veriliyor. Tunceli'den ilk notlar böyle. Tunceli dosyası, pazartesi gününden itibaren birkaç gün daha sürecek. Sırada, “Fethullah Gülen cemaati Tunceli'de ne yapıyor” sorusuna alabildiğim yanıtlar var...