Bu, kendisine aşkından gözleri kör olmuş ülke için bir kez daha utanma vaktidir. Bahçelievler'de silahsız yedi genci hunharca öldüren katillerden yakalanabilenler "Dünya Hukuk Günü"nde serbest bırakıldı!
Böylece, daha önce bırakılan diğer katiller ve uğursuzlarla Bahçelievler katliamı katillerinin durumu eşitlenmiş oluyor. Vatandaşını korumayan, katilini yakalamayan, yakaladığına hak ettiği cezayı veremeyen bir ülkenin icat ettiği adalet bu kadar oluyor demek ki: Katillere eşitlik!
İtalya'da Papa II. Jean Paul'ü “yaralamak”tan tam 19 yıl 1 ay cezaevinde yatan Mehmet Ali Ağca'nın Türkiye'de Abdi İpekçi'yi “öldürmek”ten ve işlediği gasp suçlarından sadece 10 yıl yatmasının yeterli görülmesinin dumanı tütüyordu ki Bahçelievler haberi geldi.
Peki, kim bu bırakılanlar, kimlerin canını nasıl aldılar, hatırlayalım.
Tarih, 9 Ekim 1978. Yer; Ankara'da Bahçelievler semti. Ülkücülerin “Reis”i Abdullah Çatlı'nın yaptığı plan akşam saatlerinde yürürlüktedir. Ekip, bölgeyi iyi bilmektedir. Zira, ülkücülerin “İdi Amin”i Haluk Kırcı, eylemden önce Bahçelievler'de keşif yapmıştır.
Ekip, 9 Ekim 1978 akşamı Bahçelievler 15. Sokak'taki 56 numaralı apartmanın önündedir. Hedef, 2 numaralı dairedir. Evet, 56 / 2. Bu numaradan koyarlar yapacakları işin adını; “5-6-2 / Tamam Reis!”
Kırcı kapıya gizlice kulak verir, içerde en az birkaç kişi olduğunu rapor eder. “Sürümden kazanacakları” bir grup olduğuna göre, eyleme geçilmesine karar verilir. Ercüment Gedikli “Dadaş Kahvesi”ne giderek destek için Ömer Özcan ve Duran Demirkan'ı bulur. Saat 22:00 sıralarında 56. Sokak'a geri dönülür. Demirkan sokakta, Özcan apartmanın önünde “gözcü” olarak bırakılır.
“Reis” Çatlı da sokakta otomobilinin içinde beklemektedir. Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz gizlice apartmana girerler. 2 numaralı dairenin kapısında silahlarını çekip, zili çalarlar. Birazdan aralanan kapıya yüklenirler, ellerinde silahlarla artık içerdedirler.
Evde, hepsi Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi olan 5 üniversite öğrencisi vardır. Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü öğrencisi Serdar Alten (23), Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi öğrencisi Hürcan Gürses (26), Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Efraim Ezgin (23), Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencileri Latif Can (20) Osman Nuri Uzunlar (20).
Baskın, gençler televizyon izlerken yapılmıştır. Cinayet ekibi biraz şaşırmıştır, zira öğrencilerin hiçbirinde silah yoktur!
Olsun, Reis planı yapmış, İdi Amin harekete geçmiştir artık. Öğrencilerin ellerini arkadan bağlayıp, yüzüstü yere yatırırlar. Ancak evdekilerin sayısı tahmin ettiklerinden çok olunca Çatlı'ya danışmaya karar verirler. “Bekleyin” der Çatlı ve birazdan elinde eter ve pamukla gelir. Öğrenciler, önce eter koklatılarak bayıltılırlar.
Bu sırada kapı çalınır. Zili çalanlar, yine TİP üyesi olan öğrenciler Faruk Erzan ve Salih Gevence'dir, arkadaşlarını ziyarete gelmişlerdir. Onlar da içeri alınır. İki-üç “komünist”i temizlemek için girdikleri evdeki öğrenci sayısı 7'ye çıkmıştır!
Yine Çatlı'ya danışırlar. Çatlı'dan gelen talimat üzerine son gelen iki öğrenci, dışarıda bekleyen otomobile bindirilir. Yanlarına da Haluk Kırcı ile Kürşat Poyraz oturur. Farları yakılmayan araç Eskişehir yoluna doğru hareket eder ve bir süre sonra bir tarlanın yanında durur. Faruk Erzan ve Salih Gevence araçtan indirilir, 500 metre kadar tarlanın içine götürülür. Kırcı ve Poyraz silahlarını çekip, biraz önce arkadaşlarını ziyarete gelmiş iki genci, kafalarına ateş ederek öldürürler.
İki kişi tamamdır, ama işin büyüğü evdedir, hemen Bahçelievler'e dönerler. Plana göre evde bayıltılmış olanlar da ikişer ikişer Eskişehir yoluna götürülecektir. Önce yavaş yavaş uyanmaya başlayan Serdar Alten'i otomobile taşırlar. Ancak o sırada yoldan geçen bir polis aracı Çatlı'yı kuşkulandırır. Acaba, tarlada öldürdükleri iki öğrencinin cesedi mi bulunmuştur?
Bu kuşku üzerine plan değiştirir Çatlı, plan evin içinde icra edilecektir! Ama nasıl yapılacaktır bu iş? Aralarında tartışırlar. Pratik öneri İdi Amin'den gelir, yani Haluk Kırcı'dan. Bayıltılanlardan Osman Nuri Uzunlar'ı mutfağa götürür tel askıyla boğmaya çalışır. Ama hemen ölmez delikanlı, bu kez yüzüne var gücüyle havluyla bastırır ve boğar Kırcı.
Geride dört delikanlı daha vardır ve boğma işi biraz uzun sürmektedir. Bu kez Kırcı plan değiştirir. Tarladaki cinayette kullanılan silahı alır, ardından “Siz dışarı çıkın” der üç tetikçi arkadaşına. Ve odaya dönüp, elleri arkadan bağlı dört öğrenciye ateş açar.
Misyon tamamdır! Evlerinde televizyon izleyen 5 öğrenci ile onları ziyarete gelen 2 arkadaşları başarıyla katledilmiştir! Abdullah Çatlı otomobille binanın önüne gelir ve hep birlikte uzaklaşırlar.
Karşı binada oturan ve silah seslerini duyan iki polis, kapısını kırarak girdikleri dairede vahşetle karşılaşırlar. Ancak, gençlerden Serdar Alten ölmemiştir. Saldırganları tarif eder ve Hacettepe Tıp Fakültesi'ne kaldırılır.
Ekip, haberlerden bir kişinin ölmediğini duyunca Ankara'yı terk etmeye karar verir. Çatlı, memleketi Nevşehir'e, Kırcı da memleketi Erzurum'a gider. Bu arada ağır yaralı olan Alten savcıya ifade verir. Ülkücülerin saldırdığını, “Reis” diye hitap edilen biri olduğunu “34 PD” plakalı bir araca bindirildiğini anlatır. Alten 8 gün dayanacak ve o da 17 Ekim 1978'de hayatını kaybedecektir.
Polis önce aracı bulamaz. Ancak Nevşehir-Avanos yolundaki bir akaryakıt istasyonunda yapılan bir ihbar sonucu “34 PD 137” plakalı araç bulunur. Ancak 34 rakamı, aslında “06” olan plakanın üzerine kartonla yapıştırılmıştır. Nihayet, aslında “06 PD 137” olarak tespit edilen gerçek plaka, ülkücü Mustafa Mit'e ait çıkar!
Mustafa Mit, askeri savcı Enis Tunga'ya, aracın örgüt için alındığını ve (Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı) Muhsin Yazıcıoğlu ile (yardımcısı) Abdullah Çatlı'nın kullanımına verildiğini anlatır.
Abdullah Çatlı 8 Kasım 1978'de Adapazarı'nda yakalanır, ama Ankara değil, İstanbul Emniyeti'ne götürülür ve orada bırakılır!
Peki sonra?
Kısa cevap, bazılarını Kahramanmaraş katliamında da gördüğümüz bu katillerin “kahraman” olduğudur! İki kişi zaten yakalanamaz. Abdullah Çatlı, devletin emin adamı olarak çalışırken, malum, 3 Kasım 1996'daki trafik kazasında, yanındaki emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ ile birlikte hayatını kaybeder. Evet Çatlı, sözüm ona aranmaktadır, ama yanında sadece emniyet müdürü değil, o sırada iktidarda olan DYP'nin Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak da bulunmaktadır. Kaza yapan araç da, Urfa'da “korucubaşı” olarak bilinen Bucak'ındır.
Tansu Çiller'in “Başbakan Yardımcısı” olarak “Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir” diye sahiplendiği Çatlı, bu Çatlı'dır. Nazlı Ilıcak'ın, tekrar siyasete kazandırmaya çalıştığı Çiller de, bu Çiller'dir.
Peki İdi Amin? Sözüm ona idama mahkûm edilir, ama iki kez “yanlışlıkla” tahliye edilir! O yanlış tahliyenin ardından aranırken, yani firardayken Erzurum'da anlı şanlı bir düğün yapar. Firari katilin nikâh tanığı, o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar'dır!
Uzatmayalım... Abdi İpekçi'nin katili Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden asker desteğiyle kaçırılmasının ardından Abdullah Çatlı'nın evinde saklandığını, sonra Çatlı'nın memleketi Nevşehir'e gönderildiğini... O sırada, sonradan Susurluk skandalı ve Ergenekon çetesi kahramanı olan, eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin'in de Nevşehir Emniyeti'nde çalıştığını... Katiller için sahte pasaport matbaası gibi çalışan Nevşehir Emniyeti'nin pasaport bölümünde bir süre sonra yangın çıktığını, bütün evrakın yok edildiğini... Devlet görevlisi-siyaset-mafya ilişkilerini ortaya döken Susurluk skandalından sonra, emniyetin sözüm ona aradığı Abdullah Çatlı'nın, Emniyet Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin ile halay çekerken fotoğraflarının ortaya çıktığını... Halaya, Ömer Lütfü Topal cinayetine karışan özel harekâtçı polislerin de eklendiğini... Çatlı'ya Mehmet Ağar imzalı ruhsatlar, belgeler verildiğini uzun uzun anlatıp canınızı sıkmayalım.
Onlar kahraman bu ülkede. Hocalar, öğrenciler, gazeteciler, yazarlar, çevreciler ise “terörist” olarak içerde.
Tarih için, “ne oluyorsa başka türlü olamadığı içindir” yorumu da yapılır.
Sahiden öyle midir?
Sahiden, bir ülke, adalet yerine rezalete bu kadar yazgılı olabilir mi?
Ne diyelim şimdi?
Serdar'a, Hürcan'a, Efraim'e, Latif'e, Osman'a, Faruk'a, Salih'e ne diyelim?
“Değişen bir şey yok, bu ülke sizi 34 yıldır öldürüyor” mu diyelim?
Ne diyelim?
“Hatıranız önünde utanarak eğiliyoruz” mu diyelim?
Ne diyelim?..