"Sahi; 'özel yetkili savcı' olarak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof.Yücel Aşkın ile üniversitenin Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı'yı 'yolsuzluk'' iddiasıyla tutuklatan Ferhat Sarıkaya'nın o dosyasından ne çıkmıştı, hatırlıyor musunuz? Bu köşede defalarca yazılan o dosyadan yolsuzluk çıkmadı, ama Enver Arpalı o iftirayı onuruna yediremeyerek cezaevindeyken canına kıydı! Sarıkaya'nın hukukunu yıllar sonra da olsa gözeten devlet Arpalı'nın ailesi için ne yaptı?"
Geçen hafta bu köşede yayımlanan yazıda dile getirilmiş bir soruydu bu. Yaklaşık bir hafta sonra hâlen Ankara'da savcılık yapan Ferhat Sarıkaya'nın, "cemaat itirafçısı" olarak ifadesi geldi. Cumhuriyet'ten Alican Ulusoy'un ortaya çıkardığı ifade, Türkiye'de yargının ne hâle getirildiğinin üç boyutlu fotoğrafını önümüze koyuyor.
Sarıkaya, itirafçı olarak ifadesinde "Şemdinli'de Umut Kitabevi'nin bombalanmasına ilişkin olayın soruşturulması için Van'dan özel olarak görevlendirildiğini, Genelkurmay Başkanı olması beklenen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ı hedef alan bir iddianame yazma talimatı aldığını, iddianamenin bir bölümünü hâkimin yazdığını, bu iddianame üzerine Gülen cemaatinden yıllarca para aldığını, yurt dışına giriş çıkış kayıtlarını cemaat tarafından silindiğini" anlatıyor. Bir savcının talimatla ifade yazması, cemaatten yıllarca para kabul ettiğini açıklaması, sav-savunma-yargı üçlüsünün tepesindeki hâkimin iddianameye kendince senaryolar eklemesi... Neresinden bakarsanız bakın hepsi tek başına büyük bir skandalı haber veriyor, "hukuk devleti"nin temel ilkelerinden biri olan "hukuk güvenliğine" sahip olmadığımızı gösteriyor. Elbette, bu kadar yasa ve hukuk dışı işe bulaştığını itiraf eden bir savcının açıklamalarının ne kadarının doğru olduğunu, içinde bulunduğu kirli ilişkileri hangi ölçüde ortaya koyduğunu sorgulamamız gerekiyor. Sarıkaya, odağında bulunduğu kirli ilişkileri planladığı ölçüde anlatıyor, ancak bizi ne kadar gerçeğin tamamına yaklaştırıyor, emin değilim. Bu yazıda size, "Şemdinli iddianamesinin savcısı" olarak bilinen Ferhat Sarıkaya'nın başaktörlerinden olduğu bir gerçeği yazacağım. Bu köşede defalarca yazdığım bir gerçeği.
Ama ondan önce önemli bir not: Gülen cemaatiyle iligili-ilgisiz binlerce savcı, hâkim, kamu görevlisi açığa alındıktan sonra bir bölümü gözaltına alınıp tutuklanırken Sarıkaya görevini sürdürüyor. Sarıkaya'nın bir an önce can güvenliği sağlanarak, hem açıkladığı ilişkilerden, hem de maddi dayanaktan yoksun kurgu iddialarla tutuklatmasından sonra cezaevinde canına kıyan Enver Arpalı/Van 100. Yıl Üniversitesi'ne ilişkin operasyonundan dolayı sorgulanması gerekiyor. Şimdi, çiğnenen onuru için tutukluyken canına kıyan Van 100. Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı ve Rektör Yücel Aşkın'ın başına gelen 'Ferhat Sarıkaya kâbusu'na geçebiliriz. Sarıkaya'nın Şemdinli hikâyesinin de özeti eşliğinde, buyrun.
Şemdinli'de Özipek Pasajı'nda faaliyet gösteren Umut Kitabevi, 9 Kasım 2005 günü öğlen saatlerinde bombalı bir saldırıya hedef oldu. Kitabevinin sahibi Seferi Yılmaz, PKK ile ilişkisinden dolayı ceza almış eski bir hükümlüydü. Yılmaz'ın kitabevinde bulunmadığı sırada patlayan bomba Mehmet Zahit Korkmaz adlı vatandaşın hayatına mal oldu. Yapılan incelemelerde otomobilin Jandarma'ya ait olduğu, kitabevini bombalayanların jandarma görevlileri olduğu yolunda bulgulara ulaşıldı. Aracı kullanan astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş saldırının failleri olarak suçlandılar. Bu arada, kısa bir süre sonra Genelkurmay Başkanı olacak olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, Ali Kaya için “Tanırım, iyi çocuktur” açıklamasını yapabildi. Büyükanıt'ın, açıklama yapma konusundaki hünerine, yaklaşık 2 yıl sonra, bu kez e-muhtıra yazarı Genelkurmay Başkanı olarak da tanık olacaktık.
Ardından, Ferhat Sarıkaya Van'da özel yetkili savcı olarak soruşturmayı üstlendi ve iki astsubayın dışında Büyükanıt'ı ve birlikte çalışan bazı generalleri ağır ifadeler eşliğinde “suç işlemek için örgüt kurmak, görevi kötüye kullanmak, sahte belge düzenlemek ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”le suçladı. Sarıkaya yaklaşık 11 yıl sonra, bu suçlamalar için "talimat aldığını" açıklamış bulunuyor. Bu iddianamenin ve askerlerin tepkilerinin ardından Sarıkıya, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na şikâyet edildi. Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı olan ve hâlen 15 Temmuz gecesi darbeciler tarafından kaçırıldığı Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevinde bulunan Fahri Kasırga'nın muhalefetine karşı Ferhat Sarıkaya kurulun beş “hukukçu” üyesinin “mesleki yeterliliği bulunmadığı” iddiasıyla 20 Nisan 2006'da meslekten ihraç edildi. Karar uyarınca Sarıkaya avukatlık da yapamayacaktı. Büyükanıt hakkındaki “suç örgütü kurma” iddiası delil durumu açısından ciddi sorunlar taşısa da -bu noktayı Sarıkaya'nın itiraflarından yıllar önce de yazmıştım- “iddianamenin mahkemece reddi” gibi rutin yasal yollar varken HSYK Sarıkaya'ya en ağır cezayı verdi.
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Eylül 2007'de görevsizlik kararı verdiği yargılamayı devralan askeri mahkeme Aralık 2007'de astsubaylar Ali Kaya ile Özcan İldeniz'in tahliyesine karar verdi. Askeri hâkimler, artık Genelkurmay Başkanı olan Büyükanıt'ın, bir başka deyişle en üst komutanlarının “Tanırım, iyi çocuktur” dediği sanıkları serbest bırakmışlardı, ancak Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan nihai yargılamada, sanıklar hakkında 39 yıl, 10 ay, 27'şer gün hapis cezasına hükmedildi.
Ağustos 2010'da, hükümet “yeni Ferhat Sarıkaya olaylarına izin vermeyeceğini” açıkladı ve Sarıkaya yaklaşık beş yıl sonra, 26 Nisan 2011'de yapısı değiştirilmiş HSYK tarafından savcılık görevine iade edildi. Dönemin Başbakan YardımcısıBülent Arınç, “Sarıkaya'ya zulmedildiğini, onurlu bir iş yaparken işsiz bırakıldığını, bu nedenle TBMM Başkanı'yken Meclis Hukuk Müşavirliği görevi teklif ettiğini, ancak Sarıkaya'nın herkesin üzerine atlayacağı bu öneriyi kabul etmeyerek büyüklük gösterdiğini” açıkladı.
Savcılığa döndükten sonraki dönemi de kapsayan yıllarda cemaatten para kabul ettiğini, cemaat tarafından yurt dışına çıkarıldığını bugün açıklayan Sarıkaya'nın o gün neden Arınç'ın teklifinin "üzerine atlamadığı" anlaşılıyor.
Sarıkaya hikâyesinde ikinci perdeye gelince...
Nisan 2005'te Van Başsavcılığı'na gelen ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) alımlarında yolsuzluk yapıldığı iddiasını içeren imzasız bir ihbar mektubu rafa kaldırıldı. Zira, YÖK'ten yargılama izni çıkmamış, bu nedenle savcılık da "görevsizlik" kararı vermişti.
Ancak aynı ihbar, Haziran 2005'te “özel yetkili savcı” olarak dosyaya bakan Ferhat Sarıkaya tarafından, yargılama için YÖK izni gerektirmeyen "çıkar amaçlı suç örgütü kurulduğu" iddiasıyla işleme kondu.
Hatırlayın; cemaat soruşturması yürütürken makamına baskın yapılarak gözaltına alınan dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in başına da aynı formülle çorap örülmüştü; özel yetkili savcılık formülü! Gülen cemaati yayınlarında, 7 Şubat MİT krizinin ardından özel yetkili mahkeme ve savcılıkların kaldırılmasına karşı yürüttükleri kampanyayı da hatırlatarak bu parantezi kapatalım.
Sarıkaya'nın "özel yetkili savcı" formülüyle başlattığı soruşturmada dönemin YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın ile üniversite yönetimi 25 milyon dolarlık tıbbi malzeme alımında yolsuzluk yapmakla suçlanıyordu.
YYÜ Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı'nın Haziran 2005'te tutuklanmasının ardından temmuz ayında, o sırada yurtdışında bulunan Prof. Aşkın'ın evine 13 saat süren bir baskın yapıldı. İkinci suçlama "tarihi eser kaçakçılığı"ydı. Aşkın, yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak 14 Ekim 2005'te tutuklandı.
Suçlamaları onuruna yediremeyen ve dört ay boyunca duruşmaya çıkamayan Enver Arpalı, cezaevinde görüştüğü din adamına "intihar etmenin günah olup olmadığını" sormuş, daha sonra "Bu lekeyle yaşayamam" diyerek 13 Kasım 2005'te cezaevinde canına kıymıştı. Koğuş arkadaşı Aşkın da kalp spazmı geçirince hastaneye kaldırılmış, kalbine üç stent takılmıştı.
İtibar suikastine uğrayan Enver Arpalı canına kıymış, Yücel Aşkın ölümün eşiğine gelmişti. Peki Sarıkaya'nın yönelttiği suçlamaların akıbeti ne olmuştu?
13 saatlik baskının ardından "tarihi eser kaçakçılığı" iddiasıyla açılan dava Van 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görüldü. 16 Aralık 2005'te yapılan ilk duruşmada, tekerlekli sandalyeyle mahkemeye getirilen Aşkın'ın beraatine karar verildi.
"Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, bazı öğretim üyelerini sürgüne göndermek, fişleme yapmak"la suçlanan Aşkın hakkında 3 bin yıla kadar hapis istemiyle açılan dava da, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. İlk duruşmada reddedilen tahliye talebi, 15 gün sonraki ikinci duruşmada, yani tutuklamadan 76 gün sonra kabul edildi.
Prof. Aşkın, tahliye kararı verildiğinde kapısında asker ve polisin nöbet tuttuğu, pencerelerine demir parmaklık takılan "mahkûm koğuşu"nda tedavi görüyordu.
Tahliyeden sonra YÖK'ten Van'a gönderilen özel heyet, yolsuzluk iddialarının asılsız olduğunu tespit etti. Özel yetkili Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 yıl önce talep üzerine reddettiği "görevsizlik" kararını Haziran 2007'de verdi, "suç örgütünün varlığından söz edilemeyeceğine" hükmetti ve dosyayı Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi.
Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi de, 33 ay boyunca yapılan başvurulara rağmen işletilmeyen süreci işletti ve "sanıkların yargılanması için YÖK'ün izni gerektiğine" karar verdi. Böylece dosya "yargılama izni" verilmesi için, üniversitede aylar önce yolsuzluk yapılmadığını saptayan YÖK'e gönderildi! Sonuç olarak Ferhat Sarıkaya'nın “özel yetkili savcı” olarak başlattığı soruşturma, yaptırdığı baskınlar ve açtığı davaya karşın üniversitede ne yolsuzluğa rastlandı, ne de tarihi eser kaçakçılığına. Ancak aylarca duruşmaya çıkarılmayan Enver Arpalı suçlamaları onuruna yediremeyerek intihar etmiş, iktidara yakın medyada Türk tiyatrosunun kurucularından olan dedesi Agop Vartovyan'ın (Güllü Agop) “Ermeniliği” üzerinden de yüz kızartıcı saldırılara uğrayan Yücel Aşkın tutuklanmış, onuru kırılmış, sağlığı bozulmuştu.
Cemaat operasyonuyla hapsedildiğini açıklayan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 2010'da yayımlanan Haliç'te Yaşayan Simonlar kitabında, "Van Rektörü Yücel Aşkın neden cemaatin hedefiydi bilmiyorum; ama o olay cemaatin adli sistemi kullandığı ilk operasyondu" ifadesini kullanacaktı.
Ne dersiniz; devletin ve hükümetin, "darbe girişiminin ilk şehidi" olarak Enver Arpalı'nın ailesine karşı büyük bir özür borcu yok mu? Hiç olmazsa, bazı yolların başı yolun sonunda anlaşılıyormuş faslından bir özür...