12 Eylül darbesinin Ankara'da sanık sandalyesine oturtulduğu saatlerde İstanbul'da “demokrasi ve kapitalizmin geleceği” tartışılıyordu.
Garanti Bankası'nın düzenlediği “Gelecek Zirvesi”nden söz ediyorum. Önemli tespitlerin yapıldığı zirve, özellikle finans kapitalizminin girdiği krizin aşılması yolunda demokrasinin çözüm olanakları ve olasılıklarının sorgulanması açısından ilginçti.
Sabrınızı zorlayacak uzunlukta bir yazıyı göze alarak, ilgilenler için ilham verici olabileceği düşüncesiyle zirvede aldığım notları paylaşacağım.
Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, açılışta yaptığı konuşmada, büyüteci “yeni kapitalizm” diye adlandırdığı bir sürece tuttu:
“Önümüzdeki dönemde, bazı hayal kırıklıklarına rağmen, kapitalizmin, insanlığın refaha ulaşması için en iyi araç olup olmadığını yine birlikte göreceğiz. Bugünkü bilgiler ışığında, elimizdeki en umut verici sistemin bu olduğu aşikâr. Şimdi, daha şefkatli, paylaşımcı, şeffaf ve adil bir sistemi, yani ‘yeni kapitalizmi’ tartışmaya açmanın, sistemi nasıl daha güçlü kılacağımızı derinlemesine konuşmanın vakti.”
Zirvenin moderatörlüğünü üstlenen gazeteci Osman Ulagay, “Yeni Bir küresel Düzen Arayışı” başlıklı sunuşunda dünyanın karşı karşıya bulunduğu tabloyu özetledi. Batı dünyasının uzaklaştığı “küresel yönlendirme” gücüne yükselmekte olan ülkelerin henüz kavuşamadığını anlatan Ulagay, Türkiye'nin içinde bulunduğu dönemi de bu süreç içinde konumlandırdı:
“Kapitalizmin, demokrasinin, seküler ulus devletlerin bile tartışıldığı bir dünyadayız. Türkiye'deki değişimin de bu çerçevenin içine oturduğunu söylemek mümkün.”
Asya'nın, Sanayi Devrimi'ne kadar süren ağırlığını Batı karşısında yeniden kazanmakta olduğunu ekonomik göstergeler eşliğinde ve “Tarih tekerrür mü ediyor” sorusunu ortaya atarak anlatan Ulagay, gelecek 40 yıl içinde dünya ekonomisi içinde Avrupa – ABD bloğunun payının yüzde 25'e düşmesinin, Asya'nın payının ise yüzde 15'ten 40'lara doğru yükseleceğini anlattı.
Peki, ne oldu da demokrasi sorgulanır hale geldi?
Ulagay, “gelir dağılımı”na vurgu yapıyor. ABD'de en tepedeki yüzde 1'in, toplam gelirin yüzde 93'üne sahip olmasındaki anormalliğe işaret etti ve “Arap baharı”na dikkat çekerek tersine bir gelişimin altını çizdi:
“Özgürlük çağına girdik mi? Doğu'da demokrasi yönünde güçlü bir eğilim var. Demokrasinin beşiği olmuş ülkelerde ve ABD'de ise demokrasinin sorgulandığı bir döneme girmiş durumdayız. Böyle bir paradoks var.”
Ve çevre... Karbon salınımında bir Çin kâbuisu yaşandığını vurgulayan Ulagay, Çin'in gelirinin bugün ABD'nin yüzde 17'si düzeyinde olduğunu belirtirken, endişesini “Çinliler Amerikalılar gibi tüketirlerse neredeyse dünyanın sonu gelmiş olacak” diye dile getiriyor.
“Birlikte yaşamayı sağlayacak bir siyasal ve ekonomik düzen kurulacak mı, yoksa tarihteki çatışmalar tekrarlanacak mı?”
Sunuşunu bu soruyla bitiren Ulagay, sözü, “IMF tarihinin en genç başekonomisti” unvanını kazanan Chicago Üniversitesi'nden Prof. Raghuram Rajan'a bıraktı. “Kapitalizmin geleceği” üzerine bir sunum yapan Dajan, kısa vadeli gelişmeleri anlatırken iyimserdi. Rajan'ın tespitlerinden satır başları şöyle:
- Sanayileşmiş ülkelerde yavaş ama düzenli bir toparlanma yaşıyoruz. Genellikle rebound hızlı olur, ancak bu sefer yavaş oluyor. Bunun nedeni hem ülkelerin, hem de bankaların borçlarının yüksek olması. Peki ne yapacağız? “Daha fazla harcama yapılmasını, devletlerin harcamaya yönelmesini” öneren bir görüş var. Diğer görüşe göre ise, harcamak iyi, ama krizin kendisi daha fazla harcamadan kaynaklanıyor!
- Gelişmekte olan ülkelerin kendi büyüme kaynaklarını bulması lazım. Türkiye gibi iç taleple bulmalılar. Dış pazarlar yerine kendi iç mekanizmanızla büyümek kolay değildir. Çünkü bunun sonu konut fiyatlarının ve faizlerin patlaması olabilir.
- ABD gerçekten toparlanıyor. Çünkü şirketler çok sağlıklı, üretkenliği sağlayabildiler, durgunluk koşullarında iş yapmayı öğrendiler. Konut satışları yeniden başladı. ABD'nin toparlanması hepimiz için iyi haber.
- Peki orta vadede mali konsolidasyon sağlanabilecek mi? Bu anlamda ABD dev bir cüce. Yani paranız var, Japonya mı, Avrupa mı, yoksa ABD tahvillerine mi yatırırsınız. Tabii ki ABD'ye. Kısa vadeli durum bu, ama Japonya ve Avrupa toparlanırsa bu durum değişir. Avrupa'nın krizden çıkması için büyümesi lazım.
- Büyüme konusunda farklı bir görüş ortaya koyan Çin'in siyasi dönüşümü önemli. Birçok kişi Çin'in siyasi olarak istikrarlı olduğunu, Komünist Parti'nin duruma hakim olduğunu düşünüyor. Acaba öyle mi? Çünkü yönetimin meşruiyeti düşük. Çin'de siyasi sorun ekonomik sorunlara dönerse bu dünyayı etkiler.
- Gençler arasında işsizlik çok yüksek. İspanya'da neredeyse yüzde 50, ABD'de yüzde 20. En tepedeki yüzde 1 çok kazandı, geride kalanlar kaybetti. Bu tepki görüyor, “Bu nasıl kapitalizm” sorusu soruluyor. Peki kime sarılıyor insanlar? Teknokratlara! Yunanistan ve İspanya'yı örnek verebiliriz. Güç kazanan merkez bankaları büyük yetkiler kullanıyor. Ama merkez bankaları seçilmiş kurumlar değil!
- Soru şu; bundan sonra ne olacak, olacaklardan kim yararlanacak, demokrasiye ne oldu? Serbest girişimcilik doğru çalışsa sorun yok. Ama burada serbest girişim ile demokrasi arasındaki kesişme noktası çok önemli. Çünkü hükümetler serbest girişime yeterli yanıtları veremiyorlar. Geldiğimiz noktada hem serbest girişimciler, hem de hükümetler sorunlu.
- Rutin işler büyük bir baskı altında. Vasıfsız, rutin işler ortadan kalkıyor sanayileşmiş ülkelerde. Bu ülkelerde yetenekli insanlar doktorluk, avukatlık gibi vasıflı işlere yöneliyorlar. Bir de rutin olmayan vasıfsız işler var; Mc Donald's'ta çalışmak gibi. Burada çok çalışan var ve diğerleriyle aradaki makas büyüyor.
- Eğitim ABD'de teknolojik gelişmeye iyi yanıt veremedi. Bugün ABD nüfusunun yüzde 35'inde diploma yok. Eşitsizlik sadece kötü yönetim ve finans sektörünün eseri değil. Çok daha derin bir sorun var. Az eğitimli olduğunuz zaman az ücret alıyorsunuz. Bugüne kadar siyasetçilerin yapamadığı eğitimi düzeltmek oldu.
- Eşitsizliğin yüksek olduğu yerlerde fazla tüketim yaşandı ABD'de. Nasıl oldu bu, borçlanarak. Harika çözüm “konut”tu. İnsanlar borçlanarak konut alıyordu, satış yükselince konutların değeri yükseldi. Böylece borçlanarak kazanmış oluyordunuz ve harcıyordunuz! Bu süreci siyaset de, finans sektörü de tetikledi. Ama şimdi bu insanlar zor durumda.
Aslında kapitalizm çözüm getiriyor, ama biz bu çözümlere imkân sağlayacak becerileri geliştiremedik.
- Avro bölgesinde reform yapmayan ülkeler kredi olanaklarıyla büyüme sağladı. Yunanistan ve İspanya'da böyle oldu. Güney Avrupa'da ya ücretler düyecek ya da verimlilik artacak.
- Sürdürülebilir çözümlerin getirilmesinde demokrasinin yetersiz kaldığını görüyoruz. Eğitim becerilerini hem ABD'de, hem Avrupa'da artırmamız gerekiyor.
- Peki şu anda kapanmakta olan sanayilerdeki insanları nasıl tekrar eğiteceğiz. Belki gelecek kuşağa odaklanmalıyız, aynı tuzağa düşmemeleri için. Diğer yandan, hemşirelik gibi meslekler yükseliyor ABD'de.
- Bütün bu süreç bir yabancı düşmanlığına yol açacak mı? Batı'da “Göçmenleri gönderirsek büyümeyi sağlayabiliriz” diye düşünülüyor.
- Dünyanın doğusunda büyüme rakamları daha iyi. Ama sürdürülebilir mi, mesele bu. Sürdürülebilir görünüyor, çünkü geriden gelen bir büyüme bu. Ancvak unutmamak gerekir ki,bu büyümenin kaynağı, gelir düzeyi çok farklı insanlar. Gelişmekte olan piyasaları gerçekten talep kaynağı olmasını istiyorsak, işbirliği önemli. Batı büyürken, gelişmekte olan piyasaların gelişmesi daha kolaydı.
- Türkiye'de iç talebi iyi yönetiyor musunuz acaba? Cari açık büyüyor mu? Evet bütçe fazlası var. Ama geri gidiş olur mu, diye düşyünmek de lazım. (Soru üzerine) Sorun yaratan eski unsurlar, örneğin devletin aşırı harcamaları artık yok. Aşa şu anda tehlikeli sularda yol alıyor Türkiye, çünkü (dünyada) risk iştahı kapalı. Kısa vadeli dış borçları yüksek. Belki alarm çalmaya gerek yok, ama temkinli olmak lazım.
Zirvede “Demokrasinin geleceği” başlıklı sunumu sunumu, Oxford Üniversitesi'nden İngiliz tarihçi Prof. Timoty Garden Ash yaptı. Bu sunumdan da satır başları şöyle:
- Özgürlük açısından global düzeyde sürdürülebilir bir durum var. Üç şey söyleyeceğim; rakam 7 milyar; Yıl 1989; yer Çin. 7 milyar; çünkü dünya nüfusu bu. Burada önemli olan nüfusun son 12 yılda 1 milyar artması. 2050 için BM'nin tahmini 9 milyar. Hem demokrasi, hem de kapitalizm bir arada ve insanlar daha fazla tüketim istiyorlar. Sonuç; karbon salınımı, suların kirlenmesi, göç gibi sorunlar hiçbir zaman olmadığı kadar yüksek.
- 1989 dedim. Orta Avrupa'daki “kadife devrimler” yapıldı. 1950'de egemen devletlerin dörtte birine “demokrasi” denirdi. 1974'teki Portekiz “Karanfil Devrimi”nden sonra demokrasi dalgası başladı. Şu anda egemen devletlerin yarıdan fazlası seçimle yönetilen demokrasiler.
- Dünya ekonomisinin dinamosu artık BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin. Listeye Meksika'yı ekleyenler de var. D.A) ülkeleri. Bunlar küreselleşmenin fırsatlarından yararlandılar.
- Batı demokratik kapitalizminde bir kriz yaşanıyor mu? Evet, mali kriz bir demokrasi krizi de yaratıyor. Mesela Avrupa'da yabancı düşmanlığı başladı. Irkçı partiler yüzde 15'ler civarında oy alıyor. Hem ekonomiye, hem ekolojiye verilen zararlar insanları aşırı partilere yönlendirebiliyor. Batı, bir model değil artık.
- Ve Çin. Çin kendi içinde bir kategori, nevi şahsına münhasır. Öncelikle çok uç bir örnek. Bütün BRIC'lerde var bu, ironik bir tarafları var. Küreselleşmeden en fazla faydayı gören bu ülkeler, devlet egemenliği ve uygarlık farkı yaşıyorlar. En çok da Çin yaşıyor. Çin, klasik bir 19. Yüzyıl egemenlik kavramına bastırıyor. İnterneti kısıtlıyor, “Biz ayrı bir uygarlığız” diyor.
- Çin'in bu durumu sürdürülebilir mi? Çin 21. Yüzyıl'ın en büyük ekonomisi. Bu sürdürülebilir mi? Mesela Hindistan Çin'i geçebilir mi? Burada şu var; irade. Çin bunu ortaya koyuyor. Askeri harcamalarının 2023'te ABD'yi aşacağı söyleniyor. Çevresindeki ülkelerden toprak, ada gibi talepleri var. Büyük güçlerin dünyası savaşan bir dünyadır. Çin bunu yapmadan süper güç olmaya çalışıyor.
- Bugün Çin, dünyanın birçok yerinden bakıldığında alternatif bir model sunuyor. Bu model ne kadar sürdürülebilir. Bu model, birçok insanın düşündüğünden daha kırılgan. Bunu iyi bilenlerin başında Çin'in komünist yöneticileri geliyor. Onun için bu kadar gerginler. Sovyetler'in çöküşü, Doğu Bloku'nun dağılışından sonra kendilerini tehdit altında gördüler. Gerginler, bunu Arap baharı karşısında da görüyorsunuz. Birkaç gün önce interneti kapatma girişiminde bulundular.Ve bunu “temizlik gerekiyor” diye açıkladılar!
- Çin'de kimse siyasi sistemin 20 yıl sonra aynı kalacağını düyünmüyor. “Çin değişecek mi” diye sorulmuyor, “Nasıl değişecek” deniyor. Batı yönünde mi değişecek, başka yönde mi? Çin'deki gelişmeler dünyanın geleceği açısından önemli.
- 1989'da bir birleşme ve uyum paradigması yaşandı. Son birkaç yıl ise bir ayrışma, farklılaşma başladı. Çok kutuplu bir dünya değil, hiç kutupsuz bir dünyadayız. Artık geniş spektrumlu bir uyum söz konusu olabilir. Ortak bazı asgari değerlerden oluşan bir uyum. Asya'da savaş olmasın, hukukun üstünlüğü kabul edilsin, küresel ısınma olmasın gibi asgari değerler üzerinden bir uyum.
- Avrupa, 47 üyeli Avrupa Konseyi ve 27 üyeli Avrupa Birliği ile geçmişte büyük bir atılım yaptı. Ama şu anda büyük bir kriz içinde, ölüm – kalım savaşyı veriyor. Spesifik bir Avrupa krizinin sonucu bu; Avro krizinin!
- Son derece yanlış biçimde bir para ortaklığı kurduk. Yani arabayı atın önüne koyduk. Mali ve siyasi birlik kurmadan parasal birlik kurduk. Atı tekrar arabanın önüne koymak inanılmaz zor.
- Avrupa hep krizlerle, reaksiyonlarla gelişiyor. Bugün inanılmaz bir kriz var, peki yanıt nerede? Çok belli değil doğrusu. Bir liderlik eksikliği var, ama asıl sorun daha derin. Asıl sorun tetikleyici motorlarda. Bugün Avrupa'da işgalin, savaşın belleklerde yeri kalmamış. Yani bu eski negatif tetikleyici tehdit bugün yok. Ama ABD gibi pozitif tetikleyici de yok. Bugün Avrupa marjinalleşmiştir.
- Avrupa krizine yanıt verecek motorlar yok oldu. Almanya “reform” diyor ama yavaş davranıyor. Bu da Avra bölgesinin geleceğini tehdit ediyor.
- Türkiye için çok net olan bir şey var; birkaç yıldır yaşanan kriz AB'nin genişleme enerjisini yedi bitirdi. Bana sorarsanız genişleme AB'nin özüdür. Türkiye'nin katılmasını gönülden istiyorum. Ancak enerji kaybı hem AB'de, hem Türkiye'de var. AB Dışişleri Bakanları Toplantısı yapılmıştı. O toplantıdan sonra birisi bana “Türk Dışişleri Bakanı'nın kendilerini Osmanlı İmparatorluğu'na üye olmaya davet ettiğini” söyledi. Bu tabii bir şakaydı.
- İfade özgürlüğü meselesi var. En çok gazeteci hangi ülkede tutuklu; Çin mi, Türkiye mi? “Türkiye” dendiğinde bu çok tedirgin edici. Ama ben tabii ki kendime bakarım; AB'de enerji azalışı var. Özellikle Batı Avrupa'da Müslümanlara karşı düşmanlık yaşanıyor.
- Türkiye'nin AB üyeliğini “evet”ten “hayır”a çevirmek için bahane arıyorlar. Türkiye bu ülkelere bahane sunmamalı. Türkiye'nin AB üyesi olması son derece hayatidir. Çin dünyanın geleceği açısından hayati ise, Türkiye de Avrupa'nın geleceği açısından hayatidir. Demografik, jeo-stratejik, ekonomik, medeniyetsel açıdan böyledir bu. Türkiye'nin üyeliği, o geniş spektrumlu birliğin en iyi örneklerinden biri olacaktır.
Evet, bu uzun notları burada noktalayalım; ancak geleceğin dünyasında genç kuşakların yaşlı kuşaklara destek verip vermeyecekleri sorusuna Prof. Ash'in yanıtını da aktararak:
“Biz de yaşlandığımızda seçmen olacağız!”
Demokrasinin geleceğinin tartışıldığı toplantının sonucunu özetleyen bir cevap bu. Nitekim Ash'in kendisi de, Winston Churchill'in sözünü hatırlatarak bu sonucun altını çizdi:
"En kötü yönetim biçimi demokrasidir, eğer diğer bütün sistemleri dikkate almayacak olursanız!.."