22 Haziran Cuma günü saat 10:30'da Malatya Erhaç Meydanı'ndan havalanan RF-4E uçağının Suriye tarafından düşürülmesinin ardından Ankara ve Şam'dan yapılan açıklamalardaki en önemli çelişkinin “olay yeri” üzerinde gözlendiğini biliyoruz.
Türkiye, uçağının, yanlışlıkla kısa bir süre Suriye hava sahasına geçtiğini kabul etmekle birlikte, saldırının uluslararası hava sahasında yapıldığını belirterek Suriye'yi yalanlıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, radar kayıtlarına da dayanarak açıkladığı bu bilgiye Suriye yönetimi bugüne kadar ciddi bir veriyle yanıt vermiş değil. Suriye, iddia ettiği gibi, olay kendi hava sahasında olmuş olsa bile, uyarı ve önleme girişimi yapmadan doğrudan saldırı düzenlediği için meşru bir zeminde bulunmuyor, “düşmanca” bir tavır sergilemiş görünüyor. Elbette olay yerinin tartışma götürmeyecek bir şekilde netleştirilmesi, Suriye'ye karşı girişimlerin tonu ve meşruiyeti açısından tayin edici önem taşıyor.
Türk uçağının füzeyle mi, yoksa uçaksavar topuyla mı vurulup vurulmadığı konusunda da çelişen açıklama ve yorumlar var.
Bu tartışmalar üzerinde çok yorum yapıldı, hâlâ da yapılıyor. Bu tartışmayı bir kenara bırakarak olayın ardından Türkiye'de yapılan “resmi” açıklamalara bakalım. Zira, Türkiye'den yapılan resmi açıklamalarda üzerinde durulması gereken bir nokta giderek belirginleşiyor.
Malum, bu açıklamalardan ilki, 22 Haziran Cuma günü, saat 14:45'te Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapıldı. Ne olayın mahiyeti, ne de uçağın özellikleri konusunda bilgi verilen iki maddelik bu kısa açıklama aynen şöyleydi:
“1. 22 Haziran 2012 tarihinde görev uçuşu için saat 10.30'da Malatya/Erhaç Meydanından kalkış yapan bir uçağımız ile saat 11.58'de Hatay ili güneybatısında deniz üzerinde radar ve telsiz teması kesilmiştir.
2. Arama kurtarma çalışmalarına derhal başlanmıştır.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”
İkinci açıklama, Meksika-Brezilya seyahatinden dönen Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında yapılan 2 saat 10 dakikalık güvenlik zirvesinin ardından, aynı gün gece yarısı yapıldı. O açıklamayı da, metni aynen vererek hatırlayalım:
"22 Haziran 2012 tarihinde görev uçuşu için Malatya Erhaç meydanından kalkış yapan uçağımızla radar ve telsiz temasının kesilmesi akabinde yaşanan gelişmeler, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan toplantıda ele alınmıştır.
İlgili kurumlarımızın sağladığı verilerin değerlendirilmesi ve Suriye ile yürütülen ortak arama kurtarma faaliyetleri çerçevesinde elde edilen bilgiler neticesinde, uçağımızın Suriye tarafından düşürüldüğü anlaşılmıştır.
Pilotlarımız dahil, arama kurtarma çalışmaları halen devam etmektedir.
Türkiye, olayın tam olarak aydınlatılmasının ardından nihai tavrını ortaya koyacak, atılması gereken adımları kararlılıkla atacaktır."
Bu iki “yazılı” açıklama dışında hükümetten gelen sözlü açıklamalar da, Suriye'nin saldırgan tutumunu vurgulayan bilgiler üzerinde odaklanıyordu. Örneğin, “uçağın Suriye hava sahası dışında vurulduğunu” açıklayan ilk isim olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, TRT Haber'de özetle şunları söylemişti:
“Uçağımızın görev tanımı, çok net olarak söylüyorum uluslararası radar sistemimizin test edilmesi uçuşudur. Herhangi bir Suriye misyonu yoktur. Bütün sahillerimizde ulusal güvenliğimizi ilgilendiren uçuşlar yapılar. Silahlı kuvvetlerimizin sahip olduğu bu kapasitenin test edilmesi gerekir. Bu nedenle özellikle Akdeniz’de bu görevimiz daha sık yapıldı.
Uçağımız solo uçuş yaptı. Tek başınaydı, eğer herhangi başka bir gündem olsaydı tek başına gönderilmez. Bu tamamıyla test uçuşudur, eğitim uçuşudur. Sürekli de yapıldığı için risk unsuru gözetilmediğinden, tek başına uçak göndermezdik. İki uçağımız silahsızdır. Yine riskli bir göreve gönderilen uçağımızı silah donanımdan arındırmazdık. Uçağın bu tür uçuşlardaki kimliği açık, kimliği kamufle değildi. Herkes tarafından gözlemlenebilen bir kimliği vardı. Bu görevi yaptığını dünyaya ilan etmiş uçaktır. Şimdi buradan böyle bir uçuştan tehdit çıkarmak ya art niyettir, ya amatörcedir. Silahsız, tek başına uçan kimliğini gizlememiş, görev tanımı Türkiye’nin radar kapasitesini test etmekti. Herhangi bir biçimde Suriye’ye yönelik bir gözlem yapma niyeti yoktu.”
Başbakan Erdoğan'ın açıklamaları da, olayın mahiyetine ilişkin bölümleri itibarıyla aynı paralelde oldu.
Ancak resmi açıklamaların hiçbirinde, haberlerde kısaca “F-4” diye anılan RF-4E uçağının, Türkiye'nin büyük bir kriz yaşadığı Suriye'nin menzilindeki görev bölgesine gönderilirken hangi donanımlara sahip olduğu bilgisi yer almıyordu.
Bu durumda soralım:
- “F-4E Phantom” uçaklarının keşif modeli olan ve içindeki iki pilotla birlikte düşürülen RF-4E uçağında, füze veya radar takipli uçaksavar toplarının sinyallerini tanıyan bir savunma sistemi var mıydı? Bir başka deyişle, Türkiye'nin uçağında Suriye'nin saldırısını bertaraf edebilecek füze-radar ikaz sistemi bulunuyor muydu? Eğer bulunuyorsa, sistem etkili olamadı mı?
Hiçbir resmi açıklamada bulunmayan bu bilgiye, dün bir köşe yazısında rastladım. Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi'nin, askeri ve diplomatik kaynaklara dayandırdığı ''Angajman değişti elimiz tetikte'' başlıklı dünkü yazısının (27 Haziran 2012) son satırlarında yer alan bu bilgiyi birlikte okuyalım:
“Araştırdım. Düşen uçağımız, İsrail'de modernizasyonu yapılan ilk parti F4'lerden değil. ASELSAN (Askeri Elektronik Sanayi-D.A) modernize edilip, kamera sistemleri takılmış. Düşen uçakta radar ve füze tanıma sistemi yok. İsrail'in modernize ettiği F4'lerde ise var...”
Eğer Selvi'nin paylaştığı bu bilgi doğruysa; Türkiye, tarihinin en büyük krizini yaşadığı Suriye'nin “düşmanca” davranabileceği bir bölgeye, bırakın keşif amaçlı insansız hava aracı göndermeyi, envanterinde bulunan füze-uçaksavar tanıma sistemi bulunan bir uçak bile göndermemiş demektir.
Peki Türkiye, böyle bir riski göze almış, böyle bir ihtiyatsızlık yapmış olabilir mi?
Uçağın düşürülmüş olması dışında, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun açıklamasında da bu açıdan önemli emareler bulunuyor. Davutoğlu'nun TRT Haber'e yaptığı açıklamadan aktarıyorum:
“Bu tamamıyla test uçuşudur, eğitim uçuşudur. Sürekli de yapıldığı için risk unsuru gözetilmediğinden, tek başına uçak göndermezdik... Uçağımız silahsızdır. Yine riskli bir göreve gönderilen uçağımızı silah donanımdan arındırmazdık...”
Bu sözlerden ne anlıyoruz? Türkiye'nin Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin neredeyse çatışma zeminine sürüklenmiş bir kriz yaşadığı ve en uzun sınırlarını paylaştığı Suriye civarındaki askeri görevleri “riskli” görmediğini söylemiş oluyor! Ve Türkiye, “riskli görmediği” bu bölgeye – Selvi'nin yansıttığı bilgi doğruysa - füze-radar tanıma sistemi bile bulunmayan bir uçağını göndererek, Suriye'nin saldırgan yaklaşımına kolay bir hedef haline getiriyor.
Bu durum; Suriye saldırısının arkasında her ne varsa, o planı da kolaylaştıran bir ihtiyatsızlık anlamına gelmiyor mu?
Davutoğlu'nun aynı açıklamasında şu satırlar da var:
“Bir taraftan gereksiz risk almayacaksınız, ama bir yandan da büyük devlet olmamızı, iki pilotumuzun kayıp olduğunu göz önünde bulundurarak gerekli adımları atmamız lazım.”
Türkiye size, bu saldırıdan önce “gereksiz risk almamış büyük bir devlet gibi” davranmış görünüyor mu?