Çeyrek yüzyılı aşkın bir zamandır çatışma zemininde büyüyen Kürt sorunu, uzun sürmeyen bir çözüm umudunun ardından yeniden şiddet sarmalına doğru ilerliyor. Yine kan akarken gazeteciler bir kez daha bu savaşa çağrılıyor.
Dün 21 Mart'tı. Bir gün önce yaralanan, “uluslararası ilişkiler” bölümünü birincilikle bitirip polis olmuş, haziranda evlenmek için düğün salonu kiralamış genç bir polis dün hayatını kaybetti. Aynı saatlerde Cudi Dağı'nda beş özel harekât polisinin şehit olduğu haberi geldi! Operasyonlarda kaç Kürt gencin hayatını kaybettiğini bilmiyoruz.
Kürt sorununa çözüm arayışları konusunda “devlet görevlileriyle PKK temsilcilerini buluşturacak” kadar tarihi bir vizyon sergileyen, bu topraklardaki ihtilafların çözümünde insanlığın deneyimine de kulak verilebileceği umudunu yaratan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yine vites değiştirdiğini biliyoruz. Nitekim çatışma haberleri arasında sözü medyaya getirebildi Erdoğan. AKP grubunda şunları söyledi:
“Efendim neden işte pazar günü talep edilen bu törenlere müsaade edilmedi, neden işte bu üç gün, dört gün olsun müsaadesi verilmedi. Bunu kenar köşelerine kadar yansıtan beyefendilere de sesleniyorum. Sizlerin alamadığınız haberleri niçin bizim alabileceğimizi düşünmüyorsunuz? Bizi ister istemez daha temkinli hareket etmeye sevk etmektedir.
İşte terörist liderlerinden bir tanesinin 'kan gölüne çevireceğiz' diye yaptığı açıklamayı duymuyor musunuz? Kulağınız var, sağır mısınız? Şurada pazar günü yapılanları görmediniz mi? Huzurlu bir ülkeyi, huzursuz bir ülke haline çevirme gayreti içinde olanlarla beraber ne zamana kadar hareket edeceksiniz? Beyefendiler tabiî ki köşelerinizde rahatsınız. Çünkü size dağdan davet geliyor, adadan davet geliyor. Bundan dolayı mı bu yazıları yazıyorsunuz?
Münasebetleriniz gayet güzel maşallah. Kaynağınız burası demek ki. Kusura bakmasınlar, bizler bir devlet olarak, bir hükümet olarak halkımızın hukuku, huzuru, refahı için atılması gereken adımlar neyse bunları atmaya devam edeceğiz. Bir tarafta polisimiz, askerimiz şehit edilirken beyefendilerin hiç sesi çıkmayacak, ama bölücü terör örgütünde bir sıkıntı olduğu zaman her tarafı ayağa kaldıracaklar.”
Hatırlayın, Erdoğan medya patronları ve yöneticileriyle Ankara'da yaptığı toplantıda da, adını anmadan Hasan Cemal'in Kandil söyleşilerine tepki göstermiş, kıdemli bir gazetecinin hayatını da tehlikeye atarak yaptığı çalışmaları para peşinde olmaya bağlayabilmişti.
Aynı tonda konuşan Erdoğan; Kürt sorununa barışçı çözüm arayanları polis ve askere yapılan saldırılara kayıtsız kalmakla da suçluyor ki, bu hem tehlikeli, hem de doğru değil.
Diğer yandan, PKK'nın iki numaralı ismi Murat Karayılan'ın da hedefinde “Türk basını” vardı.
Karayılan, Fırat Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada şunları söylüyor:
“Türk basını iki yüzlü bir basındır. Sömürgecilik ve yalan üzerine gazetecilik yapıyorlar. Onun için doğru gazetecilik yapmıyorlar. Belki bazı köşe yazarları, kimi gazeteciler var, onlara saygımız vardır. Ama genelde Kürdistan'daki gelişmeleri, gerçekleri görmüyorlar. Katledilen Kürtleri görmüyorlar, Kürt insanını insan olarak görmüyorlar. Ayrımcılık yapıyorlar, bu basını kınıyorum.”
Hem Türk, hem de Kürt medyasının milliyetçi dilinde çatışmalar zaten kışkırtılıyor. Her taraf “karşı taraf”ın kayıplarını,kayıpların annelerini, babalarını, eşlerini, sevgililerini, kardeşlerini, çocuklarını görmezden geliyor.
Türk medyasındaki milliyetçiliğin bile kesmediği Erdoğan'dan da, Kürt medyasındaki milliyetçilik ile şiddetin muhasebesini yapmayan Karayılan'dan da öğrenilecek bir gazeteciliğe ihtiyacımız yok.
Gazeteciliğin bir kez daha savaşa kışkırtılmasını reddediyoruz.
Talimatlarınızı, emir-komuta zinciri içinde yayın yapanlara verin...
Gazeteciliğin gerçekler dışında hiçbir yere sadakat borcu yok.