Deniz Baykal CHP Genel Başkanı'yken “Ergenekon'un avukatıyım” demişti, Başbakan...
Deniz Baykal CHP Genel Başkanı'yken “Ergenekon'un avukatıyım” demişti, Başbakan Tayyip Erdoğan da “Savcısıyım.” Haziran 2007'de başlayan Ergenekon soruşturmasının siyasi bir kan davasına dönüştürülmesi, askerin siyasete müdahale alışkanlığına son verme adına yakalanmış büyük bir fırsatı tartışmalı bir mesele haline getirebildi. “Daha fazla demokrasi” için bütün toplumu ortak bir paydada buluşturabilecek bir dava bile ülkeyi ikiye böldüyse, bu sonucun nedenleri arasında birinciliği, hukuku siyasi kan davalarının aracı haline getirmek isteyenlere vermemiz gerekiyor. Bu ülkede bir hükümet üyesi, Balyoz soruşturmasındaki tahliyelerin ardından “Görüyoruz ki çeteler, sadece çete değilmiş, sadece çete ve avukatından oluşmuyormuş. Meğersem çetenin medyası, rektörü varmış. Maalesef çetenin nöbetçi hâkimi, savcısı oluyor...” diyebildi. Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün'ün 4 Nisan 2010 Pazar günü AKP'nin Bursa İl Başkanlığı'nda dile getirdiği bu sözler büyük bir skandaldı. Ancak ikinci bir skandala medya imza attı ve bu sözleri geçiştirdi. Başbakan savcılığı meydanlarda sürdürüyor Yargı üzerinde iktidar gölgesi oldukça, hiçbir dava buyurganlara karşı demokrasi ve hukuk devletinin davası olamaz! Bakın Başbakan, önceki gün Bitlis'te ne söyledi: “Silivri Cezaevi'nin kapısından ayrılmayan CHP'nin milletvekilleri... Aydınları bizim içeri tıktığımızı söylüyorlar. Bizim içeri tıktığımız bir tane aydın yoktur. Bunların aydın dedikleri, karanlık işlere karışma zannıyla yargı tarafından şu anda içeridedirler. Bu gerçekleri de bilelim. Halkımızı kimse aldatmasın...” Ergenekon davasının dönüm noktalarından biri olan Mustafa Balbay'ın günlükleri ile tutuklanan Başsavcı İlhan Cihaner'in AKP'yi sinirlendiren cemaat dosyasını yayımlayan... Balyoz davasının bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan'dan, “iddiaları kabul etti” diye suçlanmasına da neden olan ilk açıklamayı alan gazeteciler olarak sormaya hakkımız olmalı: Demokratik bir “hukuk” devletinde bir Başbakan, kim olursa olsun, yargılanmaları devam eden insanlar hakkında meydanlarda böyle konuşabilir mi? Konuşursa, o yargılamayı yapan hâkimler, o Başbakan'ın Adalet Bakanı'nın başkanı olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun sillesini yeme korkusundan kurtularak adil bir yargılama yapabilirler mi? Diyelim ki hâkimler kimselerden korkmadı, ama o yargılama, sonucu ne olursa olsun, töhmet altında kalmaktan kurtulabilir mi? “Adil yargılamayı etkileme” işi, genellikle sanıldığı gibi habercilerin değil, konumlarından dolayı iktidar sahiplerinin daha kolay bulaşabilecekleri bir “suç”tur. Siyasetin, başta Ergenekon soruşturması ve davaları olmak üzere, yargıdan artık elini çekmesi gerekiyor. Pınar Doğan ve Dani Rodrik'in düşündürdükleri Geçtiğimiz cumartesi günü Selin Ongun'a söyleşi vermek üzere T24'ü ziyaret eden eski 1. Ordu Komutanı, emekli orgeneral Çetin Doğan'ın kızı Pınar Doğan ile damadı Dani Rodrik'i dinlerken Balyoz davasının aynı anda kaç hikâyeye birden dönüştüğünü de düşündüm. Birincisi malum; hikâyenin bu önemli kısmında kararı yargı verecek, sanıkları darbe hazırlığından suçlu görürse mahkûm edecek. İkinci hikâye; Pınar Doğan ve Dani Rodrik'in “hayat arkadaşlığı”na dair. Liberalizme gönülden inanmış dünyanın önde gelen iktisatçılarından biri olan Rodrik, kariyerini bir kenara bırakarak, ihtimal aksi yöndeki telkinlere rağmen, eşinin yanında muazzam bir mücadele yürütmeyi göze alabildi. İkisi de Harvard'da öğretim üyesi olan Rodrik ve Doğan, birbirlerinin yanı başındaki halleriyle, büyük yazar Kavabata'nın “fırtınada kök salan ağaçlar”ını düşündürdü bana!.. Üçüncü hikâye; medyaya ilişkin. Malum; sanık lehindeki delilleri de aramak savcıların görevi. Ancak “gerçeğe sadakat” yükümlülüğü, bu görevi gazetecilerin de önüne koyuyor. Pınar Doğan ve Dani Rodrik, bugün piyasaya çıkan ortak kitaplarında, yazı ve haberlerinde “maddi hata” yaptıklarını belirterek bulgular eşliğinde uyardıkları hiçbir gazeteci ve yazarın, bazıları eski dostlar olmasına karşın, “düzeltme” yoluna gitmediklerini örneklerle anlatıyorlar. Balyoz -ya da misal Deniz Feneri- dosyasını yazarken düşülen hataları düzeltmek elbette sanıkları mahkûmiyetten kurtarmaz. Ama verilecek bir cevap yoksa hatayı düzeltmemek gazeteciliği er ya da geç mahkûm eder...