Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), son halkası AKP ile Fethullah Gülen cemaatini parçalamak için bir dizi komplo senaryosu içeren “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” olan bir dizi gelişme nedeniyle tarihinde görülmemiş bir eleştiri-tepki dalgasıyla karşı karşıya. Yapılan yanlış ve hataların, TSK içindeki bazı kademelerde demokratik düzene karşı yerleşen alışkanlıklara son verecek bir değişimin kaldıracı olabilecek kadar büyük ve o ölçüde ikna edici olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka deyişle, TSK'daki değişim inancı TSK'da yapılan hatalardan büyük bir enerji alıyor.
Genelkurmay Karargâhı'nda hazırlandığı belirtilen “demokrasiye müdahale planı” nedeniyle istifa etmesi veya görevden azli tartışma konusu olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ kritik bir dönemecin eşiğinde bulunuyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan ile 29 Ekim törenleri ile resepsiyonu arasına sıkışmış zamanda bir araya gelen Başbuğ'un gelişmeler karşısındaki durumu ile Genelkurmay'dan yapılan açıklamaların düşündürdüğü olasılıklar üzerinde durmak istiyoruz.
* İlker Başbuğ'un, “Genelkurmay Karargâhı'nda hazırlandığı gerekçesiyle demokrasiye müdahale planından Genelkurmay Başkanı olarak sorumlu olduğu” görüşü ile bu belgeyi bizzat hazırlattığı ve / veya “hazırlanmasından haberdar olduğu belgeyi örtbas ettiği” hükmü arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor. “Sorumluluk” tartışmasının varacağı noktayı, Genelkurmay Başkanı ile onu o göreve teklif ederek Cumhurbaşkanı'na atamasını yaptıran (Anayasa - Madde 117) Başbakan arasındaki müzakerelerden sonraki evrede görebileceğiz.
* Başbuğ'un, Türkiye'yi ayağa kaldıran belgeye ilişkin süreçten haberdar olup olmadığı tartışmasına geçmeden önce küçük bir parantez açalım. Genelkurmay Başkanlığı görevi süresince “demokratik düzene bağlılık” konusunda kuvvetli mesajlar veren Hilmi Özkök, bu konuda sembolik değeri yüksek olan bir uygulamaya da imza atmıştı. Özkök'ün Anayasa'nın 117. maddesindeki “Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur” hükmünü Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesindeki “özgeçmiş” bölümüne koydurduğunu... Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ dönemlerinde ise bu atfın sitede yer almadığını hatırlatıp, parantezi kapatalım.
Hayatın olağan akışına uygunluk
* Hukukta kullanılan ölçütlerden birisi, “hayatın olağan akışına uygunluk”tur. Öne sürülen iddianın “hayatın olağan akışına uygun olup olmadığı” yargı sürecinde dikkate alınan önemli bir kıstastır. İlker Başbuğ'un, “demokrasiye müdahale planı” nedeniyle karşı karşıya bulunduğu iddiaları “hayatın olağan akışına uygunluk” açısından değerlendirmek için sahip olduğumuz bilgiler kısıtlı olmakla birlikte önemli. Başbuğ'un Genelkurmay Başkanlığı görevine geliş sürecinde yaşanan ve bugün “darbe girişimi” davasına da dayanak olan gelişmeler karşısındaki durumu güncel tartışma açısından irdelenmeyi gerektiriyor.
* AKP'nin 3 Kasım 2002'de iktidara gelmesinin ardından yüksek komuta kademesinin bir bölümü darbe heveslerine kapıldığı sırada Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturuyordu. Özkök, demokratik düzene askeri müdahale hazırlıkları konusunda Fikret Bila'ya yaptığı açıklamada “Darbe girişimi var da demem, yok da demem” sözleriyle (Milliyet - 9 Temmuz 2008) o dönemde yaşananları en özlü ifadelerle tarihe kaydetmiş oldu.
Özkök'ten habersiz veya Özkök'e rağmen girişimler olmuştu
* Ergenekon davasında yargılanan dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un, seçilmiş hükümetin iktidardan uzaklaştırılması girişimleri konusunda başı çektiğine ilişkin önemli kayıtlar var. Bu kayıtların bir bölümünü, aynı davada yargılanan Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın iddianemeye de aynen alınan günlükleri oluşturuyor.
* Söz konusu günlüklerden çıkan önemli bilgilerden birisi, hükümete karşı Genelkurmay Başkanı'ndan (Özkök) habersiz ya da ona rağmen bir dizi girişim yapıldığıdır. Örneğin; Eruygur ve diğer bazı generaller kendilerine yakın bazı gazeteci ve askerlerle bir araya gelmekte, bu toplantılarda “AKP'ye yakın göründüğü” iddiasıyla Hilmi Özkök “Molla” olarak anılmaktadır. Günlüklerde Özkök'ün diğer lakabı “1 numara” olarak kaydedilmiş bulunuyor.
* Genelkurmay başkanlarının durumu açısından yakın tarihten çarpıcı bir örneği de, “post modern darbe” olarak tarihe geçen 28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı olan İsmail Hakkı Karadayı'dan verelim. 28 Şubat döneminin Başbakanı Necmettin Erbakan ile Anıtkabir'e giderken sohbet eden Karadayı'nın, bu nedenle kendisini savunmak durumunda kaldığını Balbay'ın günlüklerinden öğreniyoruz. Karadayı'nın “Adam Başbakan, o kadar da konuşmayacak mıyım” savunmasına, Orgeneral Doğu Aktulga'nın ağzından Balbay'ın günlüğüne kaydedilen not “Mesele yaptık, olmaz dedik” şeklindedir.
İlker Başbuğ'un Genelkurmay Başkanı olarak güncel tartışmadaki durumu açısından bu noktaya mim koyuyoruz.
Darbecilere direnen Özkök'ün yanında Başbuğ vardı
* Balbay ile eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e atfedilen günlüklerde, komuta kademesinin AKP iktidarına müdahale konusunda bölündüğü net olarak görülüyor. Özkök'ün, darbe eğilimi taşıyan generallere dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ ve Birinci Ordu (daha sonra Kara Kuvvetleri) Komutanı olan Yaşar Büyükanıt'la birlikte direndiği anlaşılıyor. Özkök'ün, Şemdinli'de kitapçı bombalamakla suçlanan Astsubay Ali Kaya için “Tanırım, iyi çocuktur” gibi skandal bir açıklama yapan Yaşar Büyükanıt'ı “Büyükanıt'tı, daha büyük oldu” sözleriyle savunduğunu hatırlatalım. Hilmi Özkök'ün kişisel çizgisi ve üslubuyla taban tabana zıt olan bu sözlerin, darbe hevesine kapılan generallere karşı Büyükanıt (ve Başbuğ'la) aynı safta yer almanın yarattığı hukuktan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Başbuğ Eruygur'dan uzak durmuştu
* Günlüklerden, İlker Başbuğ'un darbe eğilimi taşıyan generallere belirgin bir mesafe koyduğunu da görüyoruz. Örneğin Mustafa Balbay'ın günlüklerine göre, darbe planlarında adı en öne çıkan isim olan Şener Eruygur, o sırada Genelkurmay 2. Başkanı olan Başbuğ için yöneltilen “Nasıl biridir” sorusuna “O Genelkurmay'da artık. Başka söze gerek var mı?” karşılığını veriyor. Yani Eruygur, İlker Başbuğ'un, AKP'yi hükümetten uzaklaştırmak isteyen generallere karşı “Molla” Hilmi Özkök'ün yanında safını belli ettiğini, başka söze gerek olmadığını söylüyor.
“Demokrasiye müdahale planı” karşısında Başbuğ'un durumu açısından bu noktaya da mim koyuyoruz.* İlker Başbuğ'un “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” için Ertuğrul Özkök'ün kullandığı “deli saçması” ifadesine “katıldığını” da belirtelim. (Hürriyet - 16 Haziran 2009) Nihayet, Başbuğ'un, ''demokrasi''yi, TSK'nın ''koruma ve kollama'' yolunda yasal yükümlülüğü bulunduğunu belirttiği Cumhuriyet'in temel nitelikleri arasında gördüklerini özellikle vurguladığının altını çizelim. (Harp Akademileri - 14 Nisan 2009) Evet, “sahip olduğumuz bilgiler”le özetlemeye çalıştığımız bu süreç, Başbuğ'un böyle bir belge hazırlanması için talimat vermesinin “hayatın olağan akışına uygun olmadığını” gösteriyor.
Genelkurmay'da 'cemaat'e yakın isimler mi var?
* “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın altında, o sırada karargâhta görevli olan Albay Dursun Çiçek'in ıslak imzasının tespit edildiği haberlerinden sonra Genelkurmay'dan yapılan iki açıklamada da “sızdırma” üzerinde duruluyordu. Açıklamalarda kastedilen sızdırma, ıslak imzalı belgeyi de içeren ihbar mektubunun soruşturma makamlarınca basına sızdırılması oldu. Ancak Genelkurmay'ın içinde, ihbar mektubu ve eklerindeki bilgilerin karargâhtan nasıl sızdığı da araştırılıyor.
* Bazı çevrelerde uzun süredir kulaktan kulağa fısıldanan bir iddianın üzerinde de bu vesileyle ilk kez ciddi olarak durulduğunu söyleyebiliriz. “Bir süreden beri özellikle yurtdışına gönderilen subaylar arasında Fethullah Gülen cemaatine yakın isimler de bulunduğu iddia ediliyordu. Genelkurmay Karargâhı'nda da cemaate yakın isimler mi var” sorusuyla özetleyebileceğimiz bu iddiaya ilişkin gelişmeler önümüzdeki günlerde güncellik kazanabilir. “Demokrasiye müdahale planı”nın orijinalinin, skandalın ortaya çıkmasından yaklaşık 4,5 ay sonra savcılığa gönderilmesi ve ihbar mektubunda Genelkurmay'da olan bitenlere ilişkin olarak son derece ayrıntılı aktarımlar yapılmasının cemaat iddiasının büyüteç altına alınmasına da yol açtığı anlaşılıyor.
* Başbuğ'un, 14 Nisan 2009'da Harp Akademileri'nde yaptığı ''Yıllık Değerlendirme Konuşması''nda Gülen cemaatini kastederek dile getirdiği şu sözler bu bağlamda önem kazanıyor: ''Bugün bazı cemaatler öncelikle bir ekonomik güç olmaya ve daha sonra da sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir tek tip yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. (...) Bazı din eksenli cemaatler, kendilerini demokratik alanın bir oyuncusu olarak takdim etmekte ve çeşitli nedenlerle de görünürde kendilerinin güçlü bir konuma geldiğine inanmaktadırlar. Ancak bu güç imajı ve algısı yanıltıcıdır. İşte bu tip bazı cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak TSK'yı görmektedir. Bunun için de, her fırsattan istifade ederek, destekleyicilerinin de yardımıyla TSK aleyhine faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında TSK'nın tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük yanılgıdır.''
* Diğer yandan Fethullah Gülen'in, “devlete sızma” iddialarına “Bir milletin ferdi, kendi milleti içinde, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya. Mülkiye'ye de girer, adliyeye de girer, istihbarata da girer, hariciyeye de girer, askeriyeye de girer. Neden milletin evladı girmeyecekmiş buralara?” karşılığını verdiğini hatırlatalım. (Zaman / Hüseyin Gülerce – 24 Kasım 2005)
* Dursun Çiçek'in hazırladığı belirtilen orijinal belgeyi gönderen meçhul subayın, “tanıklık yapmaya da hazır olduğunu” vurgulayarak soruşturma makamlarına reddedilmesi mümkün olmayan bir yol gösterdiğini... Ve Erdal İnönü merhumun dediği gibi “gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğunu” belirterek noktalayalım.