Anayasa’nın 93. maddesine göre TBMM “her yıl ekim ayının ilk gününde” kendiliğinden toplanıyor, 104. maddesine göre de Cumhurbaşkanı “gerekli gördüğü takdirde" TBMM’nin açılış konuşmasını yapıyor.
Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı görevindeki son TBMM’yi açış konuşmasını yaptı. TBMM, Anayasa uyarınca gelecek 1 Ekim’de ilk kez halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanının hitabıyla açılacak. Gül’ün konuşmasını, Cumhurbaşkanlığı seçiminin arifesinde yapılmış olmasını da dikkate alarak okuduğunuzda, iki nokta öne çıkıyor. İlki; Cumhurbaşkanı’nın, konuşmasının bir bölümünü Köşk’te görev yaptığı dönemin muhasebesine ayırmış olması. Gül bu bölümde, 27 Nisan e-muhtırasına ve hükümet tarafından "üstün hizmet madalyası" ile ödüllendirilen dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'a "2007 yılındaki seçilme sürecinde yaşanan demokratik olgunluğa yakışmayan zorlama ve tartışmaları arkamda bırakarak, Türkiye’nin normalleşmesine özen gösterdim" sözleriyle göndermede bulundu.
Muhasebe bölümündeki ikinci nokta ise; Gül’ün konuşmasının sonunda dikkat çekiyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan ile Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrası için nasıl bir mutabakata varacağı merak edilen Gül, konuşmasının sonunda, “hizmete devam edeceğini” vurguladı:
"Hayatım boyunca, halka hizmeti Hakk’a hizmet bilerek, yüce milletimizin hizmetinden hiç ayrılmadım. Bundan sonra da bu anlayış ve şuurla milletimizin hizmetinde olmaya devam edeceğim.”
Gül’ün bu sözlerini, eğer tekrar aday ol(a)mayacaksa Cumhurbaşkanlığı’ndan sonra AKP’nin ve milletvekili seçilmesinin ardından hükümetin başına geçme arzusunun yansıdığı ifadeler olarak okumak da mümkün. Böyle bir okuma, Erdoğan’ın, gelecek yıl Köşk’e çıkması durumunda AKP’nin başında özgül bir ağırlık yaratacağı bilinen Gül’ün dışında, kendisine daha tabi olacak isimler üzerinden planlar yaptığı yolundaki izlenim ve duyumlara dayanan tahminleri tekrar akla getiriyor. Sadece cumhurbaşkanının değil, başbakanın da seçilmiş olacağı gelecek yılın en önemli gündem maddelerinden birinin Köşk seçimlerinden sonraki AKP olacağını not ederek bu konuyu geçelim.
Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşmasını, ana hatlarıyla nasıl okuyabiliriz?
Soruyu cevaplamadan önce, genellikle düşülen bir yanılgıyı hatırlatmak isterim. 12 Eylül darbesinden sonra generallerin son biçimini verdiği 1982 Anayasası, parlamenter sistemi alabildiğine zorlayarak, Köşk’te sorumsuz ama yetkili bir cumhurbaşkanı inşa etti. 12 Eylül 2010’da yapılan referandumda yapılan değişikliklerle cumhurbaşkanının sistemi zorlayan yetkileri daha da artırıldı. 1982 Anayasası’nın 30 yıllık miraslarından biri de, parlamenter sistemin esasını savunarak bu Anayasa'yı eleştirenler tarafından bile dile getirilen “Köşk’ten muhalefet” beklentisi oldu. Parlamenter sistemin tıkanmaması için hükümetlerle uyum içinde olması öngörülen yetkisiz, böyle olduğu için de sorumsuz olan cumhurbaşkanları, kendisinden muhalefet beklenen güç odağı olarak değerlendirmeye tabi tutuldu. Bu savruluş, hem devlet başkanının partiler üstü konumda yapacağı yararlı eleştirileri kısıtladı, hem de yapabildiği ölçüde dile getirdiği eleştirilerin kapsama alanını daralttı.
Bu kayıtlarla bakıldığında Cumhurbaşkanı Gül Erdoğan Hükümeti'ni yer yer destekleyen, ancak özellikle Gezi Parkı süreci, ifade/basın özgürlüğü, dış politika ve ekonomik göstergelerdeki bazı değerlendirmelerde hükümetle aynı dalga boyunda bulunmadığını belli eden bir konuşma yaptı. Gül, geçen yıl yaptığı TBMM'yi açış konuşmasında da Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması planı, dış politika, başkanlık sistemi, ifade ve basın özgürlüğü ile ekonomiye ilişkin değerlendirmeler konusunda Erdoğan'a mesafeli bir anlayış ortaya koymuştu.
Gezi Parkı süreci konusunda Gül'ün Erdoğan'dan temel farkı, bu çok katmanlı protestolara karışan saldırganlar dışındaki kesimi özenle ayrı tutması oldu. Süreç başladığında "Mesaj alındı" diyen Gül'e, o sırada Kuzey Afrika seyahatinde olan Erdoğan'ın cevabı "Ben mesaj almadım" olmuştu. Erdoğan, "siz çapulcusunuz, camiye hakaret ettiniz" söyleminde ısrar ederken Gül, Gezi sürecinden, demokratik ülkelerdeki standartlara işaret ederek, gurur duyduğunun da altını çizdi. Aynı tutumu, Gül'ün TBMM'yi açış konuşmasında, daha net ve "anlayış çağrısı" ile yinelendiğini görüyoruz. Gül'ün süreç için "Çekinilecek bir husus yoktu" kelimelendirmesiyle hükümetin sergilediği tavrın aksi yönde olduğunu belli ettiğini not ederek, konuşmanın o bölümünü özetleyerek hatırlayalım:
"Türkiye gibi genç, dinamik ve hızla şehirleşen bir toplumun demokratik sistem içerisinde dile getirilen ihtiyaçları ve talepleri bitmez, hep süreklilik arz eder. Bu anlayışla, Gezi Parkı’nda çevre duyarlılığı ve şehir estetiği kaygılarını sergileyen gençlerin barışçı eylemlerini, demokratik gelişkinliğimizin yeni bir tezahürü olarak gördüm.
Uzun yıllar yargısız infazlarla, işkenceyle ve vahim insan hakları ihlalleriyle anılmış olan ülkemizin, bu kez, gelişmiş demokrasilerdekilere benzer kaygı ve taleplerle gündeme gelmesinden çekinilecek bir husus yoktu.
Bu nedenle, gerek ben, gerek hükümet yetkilileri, 'iyi niyetli mesajların alındığını' eylemlerin hemen ardından ifade ettik. Ne var ki, bazı aşırı gruplar, şiddet kullanarak ve vandalizm sergileyerek barışçı gösterileri istismar etme teşebbüsünde bulunmuşlardır. İyi niyetle başlayan bu eylemler zamanla kamu düzenini bozan, yanlış bir niteliğe bürünmüştür. Neticede, ülkemizin algısını zedeleyen talihsiz olaylar yaşanmış ve maalesef bu süreçte biri polis altı vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.
Bu süreç içerisinde zaman zaman şahit olduğumuz başta aşırı güç kullanımı olmak üzere tüm hukuk ihlalleri araştırılmakta, yargı süreçleri devam etmektedir. Millet olarak bu olaylardan gerekli dersleri çıkartmalı, yapılacak ayrıntılı sosyolojik çalışmalarla özellikle genç kuşakların hissiyatını anlamak için duyarlılık göstermeliyiz... Bu olayları arkamızda bırakarak, artık ileriye doğru bakmalı ve bu tecrübeden demokrasimizin katılımcı ve çoğulcu vasıflarını güçlendirme yolunda yararlanmalıyız."
Tırmanan siyasi kutuplaşma konusunda uyarı yapan Gül'ün, "Milletimizin sosyal insicamını bozma tehlikesi taşır... Bu nedenle, kutuplaşmalardan kaçınarak, demokrasimizin değer ve erdemlerine toplum olarak sahip çıkalım. Demokrasiye yönelik tehlikeler konusunda hep birlikte uyanık olalım" sözleri dikkat çekiciydi.
Gül, Gezi sürecinin tartışma konularından "sandık" meselesinde "demokrasinin en önemli unsurunun seçimler olduğu" vurgusu yaptı, ancak "Demokrasinin bir fren ve dengeler sistemi olduğunu daima akılda tuttum" demeyi ihmal etmedi.
Demokratikleşme adımları için AKP terminolojisiyle "Sessiz Devrim" ifadesini kullanan Gül, "Bu sürece, iktidarın olduğu kadar, muhalefetin de katkısı olmuştur" derken de Erdoğan'dan farklı bir dalga boyundaydı. Zira Erdoğan, Gül'ün de desteğini ve devamını beklediğini vurguladığı demokratikleşme paketini açıklarken de muhalefete karşı ortak payda arayışından çok kızgın/eleştirel tavrını öne çıkardı.
Gül'ün konuşmasında Erdoğan'ın söylemi ve icraatıyla en net farklılaşan konu, geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da "özgür basın" vurgusu oldu. Erdoğa'ın, demokratikleşme paketi dolayısıyla medyaya sert eleştirileri manşetlerdeyken "Kuvvetler ayrılığı, özgür basın ve etkili muhalefet demokrasinin olmazsa olmazları arasındadır" diyen Gül, bu konudaki sorunların sürdüğünü belli etti:
"Geçen yıl bu kürsüden de ifade ettiğim gibi, tüm bu konularda ortaya çıkan eksikler veya yanlış uygulamaların düzeltilmesi tüm ülkemizin yararınadır. Zira, demokratik hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde kullanılmasına imkân sağladığı için geriye gitmiş, bundan zarar görmüş dünyada tek bir ülke dahi yoktur.
(...)
Demokrasi kültürünün oluşması bakımından en kritik aktörlerden biri de şüphesiz ki medyadır. Bu bakımdan medyanın da yapıcı bir tavırla bu sorumluluğunun farkında olması önemlidir."
Erdoğan hükümetinde Dışişleri Bakanlığı yapan Cumhurbaşkanı Gül'ün, hükümetin yaklaşımlarından yer yer farklı noktada olduğunu belli ettiği diğer önemli alan dış politikaydı. Gül'ün, özellikle Suriye ve Mısır'daki gelişmelere karşı Türkiye'nin çıkarları için önerdiği yol, hükümete yöneltilen dış politika eleştirileriyle benzer bir çizgi üzerinde değerlendirilebilir. Zira Gül, bir "vekâlet savaşı"na sahne olduğunun altını çizdiği Suriye'deki gelişmeleri değerlendirirken "yumuşak güç" vurgusu yaptı:
"Esasen bizim açımızdan en temel dış politika önceliğinin, bize yumuşak ve erdemli güç olma özelliği sağlayan bu konumumuzu korumak ve bugüne kadar elde ettiğimiz kazanımları muhafaza etmek olduğu kanaatindeyim... Dolayısıyla, önceliklerimizi bu şekilde belirlemek, halkımıza karşı sorumluluğumuzun ve ülkemizin yüksek menfaatlerinin bir gereğidir. (...) Ülkemizi hemen yanıbaşımızda filizlenen tehlikelerin uzağında tutmak, şüphesiz milli güvenlik politikamızın öncelikleri arasındadır."
Gül, geleceğini demokraside gördüğünü vurguladığı Mısır ile ilişkiler konusunda da, darbeyle gelen yönetimle diplomatik ilişkiyi kesen hükümetten farklı bir tavır içinde olduğunu belli etti. Cumhurbaşkanı, "Mısır devleti" ile ilişkiye vurgu yaparak yaptı bunu, okuyalım:
"Netice itibariyle, Mısır halkı ve devleti ile kadim kardeşlik ve dostluk hukukumuz, aramızdaki görüş farklılıklarını aşabilecek kadar güçlüdür. Bu güçlü bağlardan yararlanarak, Mısır’ın demokrasiye dönmesine ve normalleşmesine katkıda bulunabilir, ülkelerimiz arasındaki ilişkileri daha da ileri seviyeye taşıyabiliriz."
Cumhurbaşkanı, yine hükümetin tavrından farklı olarak, Türkiye için Avrupa Birliği çıpasının öneminin altını da kalın çizgilerle çizdi.
Türkiye'nin füze savuma sistemi ihalesinin Çin'e verilmesi tartışmalarına girmemekle birlikte NATO ile ilişkilerin önemini vurgulayan Gül'ün, "Dünyada ve bölgemizde yaşanan dramatik gelişmelerin, ülkemizin kapsamlı savunma reformu ihtiyacını daha da belirginleştirdiğini dikkatinize getirmek isterim. Esasen talimatlarım doğrultusunda başlamış olan kapsamlı çalışmaların önemli olduğuna inanıyorum" dediğini de not edelim.
Ekonomi konusunda iç tasarrufların düşüklüğüne ve "orta gelir" tuzağına dikkat çeken, elde edilen başarıda doğru politikaların yanı sıra "ucuz maliyetli fon girişlerine" de vurgu yapan Gül, piyasalardaki dalgalanmayı, başta ABD olmak üzere dünyadaki dalgalanmaya bağlarken, hükümetin Gezi Parkı'na da fatura çıkaran yaklaşımını akla getirdi. Gezi Parkı sürecinde "faiz lobisi" gibi iddialara itibar etmeyen Gül'ün, "Yapılan reformlar sayesinde yerli-yabancı ayrımı gözetmeden tüm girişimcilere dostça davranan bir ekonomi olduğumuz algısı tüm dünyada yerleşti. Önümüzdeki dönemde de bu kazanımlarımızın ve dünya piyasalarındaki müspet algımızın aşınmasına izin vermemeliyiz. Hem yabancı yatırımcıyı, hem de kendi ülkemizdeki müteşebbisi rahat ve güvenli hissettirecek ortamı her zaman muhafaza etmeliyiz" dikkat çekiciydi. Gül'ün bu sözleri, Gezi süreci nedeniyle hükümetin tepkisine hedef olaen Koç grubuna ait TÜPRAŞ'a yapılan Maliye baskınını da kastediyor mu bilemeyiz, ancak akıllara getiriyor.
Cumhurbaşkanı Gül'ün konuşmasına ilişkin bu yazının başlığını, önümüzdeki üç seçimin de en iddialı partisi olarak görünen AKP içindeki olası gelişmeleri de dikkate alarak attım.
Peki Cumhurbaşkanı Gül, kendi konuşmasına hangi başlığı atardı? Cumhurbaşkanlığı'nın resmi internet sitesinden (tccb.gov.tr) naklederek noktalayım:
“Tüm Kimliklere, İnançlara ve Hayat Tarzlarına Saygıyla Yaklaşmak ve Sorunlarını Çözüme Kavuşturmak Toplumsal Barışın Vazgeçilmezidir...”
Twitter: @DOGANAKINT24