“Cinayetin herhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok. Zanlı, milliyetçi duygularla cinayeti işlemiş.” Osmaniye Valiliği’ne terfi ettirilen Celalettin Cerrah, Hrant Dink öldürüldükten bir gün sonra, 20 Ocak 2007’de, İstanbul Emniyet Müdürü olarak bu açıklamayı yapmıştı. Bugüne kadar yapılmış en açık sözlü resmi açıklama olan bu sözlerle Cerrah’ın tam beş yıl önce hem bir anlamda cinayeti çözdüğünü, hem de davanın varacağı noktayı ilan ettiğini kabul etmemiz gerekiyor. Sonucu ilan etti, zira müdürü “arkasında örgüt yok, siyasi boyut yok” diyen bir emniyet teşkilatı, üstelik yapılan ihbarlara rağmen seyrettiği Dink cinayetinin ardında örgüt mü arayacaktı? Ancak Dink’in öldürülmesini “milliyetçi duygular”la gerekçelendiren Cerrah, bu ülkede işlenen çok sayıda faili meçhul cinayetin ardındaki yapılanmayı da açıklamış oluyordu: Milli Duygular Örgütü! Milli Duygular, cumhuriyet tarihi boyunca tetikçilerini sıkı korumuş, sıkı icraat göstermiş bir örgüt. Gelin biraz gerilere gidelim ve bu örgütün imza attığı ilk cinayetten beri nasıl aynı prensiplerle çalıştığını hatırlayalım. Faili meçhul cinayetler albümündeki ilk kare Yakınları faili meçhul cinayete kurban giden ailelerin buluştuğu Toplumsal Bellek Platformu’nun internet sitesine girerseniz, bir numaralı fotoğraf karesinde, Türk edebiyatının en büyük isimlerinden birini göreceksiniz; Sabahattin Ali. Sabahattin Ali 25 Şubat 1907’de, Gümülcine sancağına bağlı olan ve şu anda Bulgaristan sınırları içinde bulunan Ardino (Eğridere / İğridere) kazasında doğdu. Piyade Yüzbaşısı Ali Selâhattin Bey ile Hüsniye Hanım’ın ilk oğullarıydı. Balıkesir Öğretmen Okulu ve İstanbul İlköğretmen Okulu’nu bitirdi. Yozgat’ta bir yıl öğretmenlikten sonra 1928 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın sınavını kazanarak unutulmaz romanı “Kürk Mantolu Madonna”yı da kurgulayacağı Almanya’ya gönderildi. 1930’da Türkiye’ye döndükten sonra Aydın, Konya ve Ankara ortaokullarında Almanca öğretmenliği, Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde memurluk, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Almanca ve Diksiyon öğretmenliği ile yanı sıra Tiyatro ve Opera bölümlerini kurmakta olan ünlü rejisör Carl Ebert’in çevirmenliğini ve dramaturgluğunu yaptı. 1935, 1936 ve 1937 yıllarında birbiri ardına “Değirmen”, “Kağnı” ve “Ses” öykü kitaplarını yayımladı. 1937’de yayımlanan “Kuyucaklı Yusuf “ ile Türk romanına ilk sınıfsal bakış açısını getiren isim oldu. 1940 yılında “İçimizdeki Şeytan”, 1943’te de “Kürk Mantolu Madonna” romanlarını yayımladı. Aynı yıl “Yeni Dünya” adlı öykü kitabı da çıktı. Sabahattin Ali’nin 41 yıllık kısa ömrüne sığdırdığı külliyata eklediği son eser, 1947’de basılan “Sırça Köşk” adı altında topladığı öykülerdi. Eserleri arasında hayattayken yayımlanmayan “Esirler” adlı bir oyun ve “Dağlar ve Rüzgâr” ile “Kurbağanın Serenadı” adıyla yayımlanan şiirler de yer alıyor. Sabahattin Ali 1945’de bakanlık emrine alındı, İstanbul’da Aziz Nesin ile birlikte “Marko Paşa” adlı siyasi mizah gazetesini çıkarmaya başladı. Tek parti rejimine karşı muazzam bir muhalefet sergileyen yayın peş peşe kapatılınca “Merhum Paşa”, “Malum Paşa”, “Bizim Paşa” gibi isimlerle çıkarıldı. Nâzım Hikmet’in “Türk edebiyatının ilk devrimci-gerçekçi hikâyecisi ve romancısıdır” dediği Sabahattin Ali’nin hayatı soruşturmalar, davalar ve cezaevleriyle geçiyordu. Konya ve Sinop cezaevlerinde yatarken önemli eserlere imza atmıştı. “Hapishane Şarkısı 5” başlığıyla kaleme aldığı şiir “Aldırma Gönül” adıyla efsane olacaktı. Katil ‘Milli Emniyet’ muhbiri olduğunu açıkladı Sabahattin Ali, 1947’de, Mehmet Ali Aybar’ın çıkardığı Zincirli Hürriyet’teki bir yazısı dolayısıyla açılan dava üzerine, sürekli izlenmekten de yorularak yurtdışına gitmek istedi. Pasaport alamayınca kaçmaya karar verdi. Nakliyecilik yapmak için satın aldığı kamyonla Bulgaristan sınırından yurtdışına kaçma planını uygulamaya koydu. Ve kaçarken öldürüldü. Sabahattin Ali’nin 2 Nisan 1948’de Kırklareli’nde öldürüldüğü varsayılıyor. Varsayılıyor, zira cansız bedeninden kalanlar 16 Haziran 1948’de Kırklareli’nin Sazara köyü yakınlarında bulunmasına rağmen, daha önce öldürüldüğü biliniyor. Sabahattin Ali’nin 12 Ocak 1949’da Ali Ertekin tarafından öldürüldüğü açıklandı. Açıklamaya göre, Ertekin, İstanbul polisinin Bulgaristan’a insan kaçıran bir şebekeyi izlediği sırada yakalanmıştı. “Milli Duygular Örgütü” iş başındaydı. Ali Ertekin, inzibat başçavuşuyken silah çaldığı gerekçesiyle ordudan atılan bir astsubaydı. Ertekin ordudan çıkarıldıktan sonra bir süre inşaatlarda çalıştığını açıkladı. Peki sonra? Kendisinden dinleyelim: “Sonra Milli Emniyet’te bana vazife verdiler!..” Milli Emniyet’in, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın o zamanki ismi olduğunu… Ve Ali Ertekin’in, “Sabahattin Ali Olayı” kitabını yazan gazeteci Kemal Bayram Çukurkavaklı’ya Milli Emniyet’çe kendisine verilen vazifeyi “Suhtanahmet Cezaevi’nde yatan komünistlerle ahbaplık kurmak” sözleriyle açıkladığını not düşerek devam edelim. ‘Sabahattin Ali’yi milli duygularla öldürdüm!..’ Peki Ali Ertekin Sabahattin Ali’yi neden öldürdü? Hrant Dink cinayetinin gerekçesi olarak İstanbul Emniyet Müdürü’nün yaptığı açıklamayı 60 yıl önce Ali Ertekin yapmış ve “Cinayeti milli duygularla işledim” demişti! Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi’nde 30 Nisan 1949’da başlayan ve 15 Ekim 1950’de sona eren yargılama “milli duygulara” kayıtsız kalmadı ve Ali Ertekin sadece 4 (yazıyla dört) yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak bu ceza bile kendisine çektirilmeyecekti. Katil aynı yıl çıkarılan afla salıverildi. Türk edebiyatının en büyük isimlerinden birini “milli duygularla” öldürdüğünü açıklayan bir muhbir, kim tarafından kullanıldığı araştırılmadan, bir yıl bile yatmadan serbest bırakılmıştı. Görüyorsunuz; “Milli Duygular Örgütü” on yıllardır aynı formülle saat gibi çalışıyor. Hrant Dink’in de “mill duygularla” öldürüldüğü açıklandı. Dink cinayetinde de devletin kullandığı muhbirler var. Ve yargı, Sabahattin Ali cinayetinde de, Dink cinayetinde de muhbirlerin ardında bir örgüt bulmadı! ‘Milli Duygular’ın cinayet albümü Toplumsal Bellek Platformu’nun internet sitesinde Sabahattin Ali’nin yanındaki fotoğrafta tertemiz bir ifadeyle bakan Ankara Savcı Yardımcısı Doğan Öz, silahlı milliyetçilerin ve kontr-gerilla yapılanmasının üzerine gidiyordu. Doğan Öz’ün 24 Mart 1978’de “milli duygularla” milliyetçiler tarafından nasıl katledildiğini, katillerin Askeri Yargıtay düzeyinde bile nasıl koruma görerek serbest bırakıldıklarını hatırlayın. Toplumsal bellek Platformu’nun internet sitesinde Sabahattin Ali’nin hemen altındaki fotoğraf Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’ye ait. İpekçi’nin milliyetçi katiller tarafından nasıl öldürüldüğünü, tetikçi ülkücü Mehmet Ali Ağca’nın üzerindeki adres ve telefonların 1,5 ay boyunca nasıl araştırılmadığını ve katilin Maltepe Askeri Cezaevi’nden nasıl kaçırıldığını hatırlayın. Ve İtalya’da Papa’yı yaralamaktan 19 yıl yatan Ağca’nın, Türkiye’de İpekçi’yi öldürdüğü için affedile affedile bu sürenin yarısı kadar tutulup salıverildiğini, arada bir kez de yanlışlıkla tahliye edildiğini unutmayın. Ağca’nın ülkücü arkadaşı Haluk Kırcı’nın Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li genci Ülkü Ocakları Başkan Yardımcısı Abdullah Çatlı’nın talimatıyla ve elbette milli duygularla boğma telleri ve kafalarına ateş ederek nasıl katlettiğini hatırlayın. Ve Kırcı’nın nasıl yanlışlıkla tahliye edildiğini, sözüm ona firardayken memleketinde yaptığı düğünde nikâh şahitliğini o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar’ın yaptığını aklınızdan çıkarmayın. İpekçi cinayetinindeki karanlık bağlantıları tek tek çözen, Ağca’nın Abdullah Çatlı tarafından nasıl korunduğunu ve Nevşehir Emniyeti’nden verilen sahte pasaportla nasıl yurtdışına kaçırıldığını, Susurluk skandalının sembollerinden Emniyet Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin’in de o sırada Nevşehir Emniyeti’nde çalıştığını ortaya çıkaran Uğur Mumcu’yu hatırlayın. Yarın 19. ölüm yıldönümünde anacağımız Mumcu da Sabahattin Ali’yle başlayıp Hrant Dink’in fotoğrafıyla şimdilik sona eren o utanç albümünden bize bakıyor. O albümde Abdi İpekçi’nin yanıbaşında duran genç polisi de unutmayın. Kahramanmaraş katliamı davasının görüldüğü Adana’ya Türkiye’nin en genç emniyet müdürü olarak atanan Cevat Yurdakul, göreve başladıktan 6 ay sonra, milliyetçiler tarafından tehdit edilmesinin hemen ardından 28 Eylül 1979’da katledildi. Milli Duygular Örgütü’nün, gerektiğinde savcı ve polis şefi de öldürerek verdiği göz dağını hafife almayın. Hrant Dink’i arkasından yaklaşarak katleden Ogün Samast’ı cinayetten bir gün sonra teslim alan Samsun polisinin, tetikçiyle Türk bayrağı önüne geçip verdiği sırıtkan pozu rastlantıdan ibaret saymayın. Cinayet planı ihbarını bir yıl önceden resmi yazıyla almasına karşın Hrant’ı korumayan İstanbul polisinden tek kişinin bile hâkim karşısına çıkarılmamasını Samsun polisinin tetikçiyle verdiği o pozla birlikte anlamaya çalışın. Ve Ergenekon davasında sorgulanan tetikçi adaylarının Orhan Pamuk’u öldürmek için telefonda neler konuştuklarını, Dink cinayetinden hüküm giyen Yasin Hayal’in bileklerinde kelepçeyle “Orhan Pamuk akıllı ol, canından olma” diye bağırarak nasıl tebligatta bulunduğunu hatırlayın. Hayatın verdiği ceza Evet, siz ne derseniz deyin, Dink cinayetinden sonra hakkında soruşturma izni bile verilmeyen ve valiliğe terfi ettirilen Celalettin Cerrah, “Cinayet milliyetçi duygularla işlenmiş, siyasi boyutu yok” derken aslında Sabahattin Ali’den beri tıkır tıkır işleyen Milli Duygular Örgütü’nü bize bir kez daha tebliğ ediyordu. Devlette devamlılık esastır, unutmayın! Ama Çetin Altan’ın, “milli duygularla” tehdit edilen Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü aldığında yazdığı satırları da unutmayın: “Bayrakların direklerini ne kadar yükseltirseniz yükseltin, bayraklar o ülkeden ilk kez Nobel ödülü almış bir yazar kadar görünemiyor dünyadan...” Türkçe’yi dünyaya ilan eden şairi yaklaşık 60 yıl boyunca vatandaş saymasanız da bir Nâzım Hikmet kadar görünemiyorsunuz dünyadan. Bir Sabahattin Ali, bir Uğur Mumcu, bir Abdi İpekçi, bir Musa Anter, bir Hrant Dink kadar… Devletin esirgediği “milli duygular” çetesine hayatın verdiği ceza bu olsa gerek!