Türkiye, uzun süredir ilk kez seçim güvenliği konusunda yaygın bir endişeyle sandığa gidiyor.
Anayasanın Cumhurbaşkanı tarafından askıya alınması, parlamento denetiminin ortadan kalkması, yargı ve medya üzerindeki baskılar, yolsuzluk dosyalarının yargıdaki tayin fırtınalarının ardından mahkemelere bile götürülmeden savcılıklarda kapatılması, ancak bu arada yolsuzluk haberlerinin üzerine baskı ve davalarla gidilmesinin ardından Türkiye'nin vardığı nokta bu oldu: Acaba 7 Haziran'da kullanılacak oylar doğru sayılacak mı, sandıkta hile yapılacak mı?
Dürüst bir seçim yapılacağına dair inançsızlığın temelinde, demokrasinin temeli ve yurttaşların güvencesi olan "hukuk devleti" ilkesinin anayasada geçen bir kavram olmaktan başka artık pek bir şey ifade etmemesi yatıyor. Ve, gerçek bir hukuk devletinde bugün yargıdan kaçırılan dosyaların hesabının sorulmamasının düşünülemeyeceğinden hareketle iktidardakilerin iktidarda kalmaya olan ihtiyacı dürüst bir seçim yapılmayacağına olan inancı artırıyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve CHP Araştırma Bilim ve Yönetim Platformu Başkanı Prof. Sencer Ayata ile CHP İstanbul İl Başkanı, eski SHP Genel Başkanı, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın'ın bir grup gazeteciyle yaptıkları sohbet ve sunumun konusu da bu meseleydi; "rejimin otoriterleşmesi ve seçim güvenliği."
Toplantının başında Karayalçın, İstanbul'da sandık güvenliğine ilişkin olarak yaptıkları planlamayı anlattı. İstanbul'da yaklaşık 10 milyon seçmenin, 936 mahalledeki 1834 okulda bulunan 27 bin 861 sandıkta oy kullanacağını belirten Karayalçın, bütün sandıklar için Yüksek Seçim Kurulu'na bir asil, bir de yedek gözlemci bildiriminde bulunduklarını paylaştı. Karayalçın'ın verdiği bilgiye göre, İstanbul'daki 1834 okulda CHP görevileri imzalı sayım tutanaklarını partiye getirecek. Sandıkların bulunduğu okullarda, imkânlar ölçüsünde "kat sorumluları" bulundurulacak.
"Tarihimizin en küçük bütçeli seçimini yapıyoruz" diyen Karayalçın, AKP'yi de ziyaret edeceklerini, ancak AKP dışındaki partilerle görüştüklerini, Oy ve Ötesi organizasyonuyla temas kurduklarını ve bir "sandık güvenliği koalisyonu" yaptıklarını anlattı. Karayalçın ayrıca, geliştirdikleri bir yazılımla, CHP'nin geleneksel olarak istikrarlı oy aldığı sandıkları çıkardıklarını, genellikle "sıfır silerek" yapılan (150 oyu 15'e indirme gibi) sayım hilelerini bu listeyle de kontrol edeceklerini dile getirdi.
Seçim güvenliğine ilişkin bu bilgilerin ardından Prof. Sencer Ayata, CHP Araştırma Bilim ve Yönetim Platformu'nun hazırladığı "AKP İktidarı ve Rejimin Otoriterleşmesi" başlıklı kitaba ilişkin olarak çarpıcı gözlemler ve saptamalar içeren bir sunum yaptı. Kitap, Türkiye'deki demokrasi açığının giderek büyüttüğü kitleler arası ortak paydanın ilgileneceği etraflı bir döküm de içeriyor.
Siyasete atılmadan önce ODTÜ Sosyoloji Bölümü Başkanı olan, Harvard Üniversitesi'nde misafir öğretim üyeliği yapan Prof. Ayata'nın sunumundan aldığım notları paylaşıyorum:
- "AKP İktidarı ve Rejimin Otoriterleşmesi" başlıklı kitap çalışması bir yılda hazırlandı.
- Entelektüel ve akademik dünyanın önemli bir bölümü, uzun süre AKP'yi eleştirmedi. Aksine, AKP'yi demokratikleşmenin motoru olarak gördü. Ancak AKP'nin algılanması uzun süredir otoriterlikte odaklandı. Akademik dünya bu otoriterlik konusunda geç uyandı.
- Yaşadığımız sürecin birkaç boyutu var. Birincisi; otoriterliği bir siyasi süreç olarak algılıyoruz. Oysa toplumsal, kültürel, ekonomik, hatta uluslararası ilişkiler boyutu olan bir süreç.
- Ele aldığımız süreçte en önemli konu "hukuk devleti"nin tartışılması, denge-fren mekanizmalarının ortadan kaldırılması.
- "Millet iradesini" öne süren bir iktidar, sonuçta bunu Meclis'teki çoğunluğuna dayandırıyor. Ancak bu çoğunluğa hakim olan yürütme, TBMM'yi adeta bir "yasama bakanlığı"na dönüştürdü. Bugün Türkiye'de bir yürütme hakimiyeti yaşanıyor.
- Bu durumun önemli yansımalarından birini "torba kanunlar"da görüyoruz. Birbiriyle ilgisiz çok sayıda konunun tek bir kanuna doldurulduğu "torba kanun" öyle bir kavram ki... Hukuku bilmemek suçtur ya, bir uzman torba kanunlar için "vatandaşın bu kanunu bilmemesini nasıl suç sayacaksınız" değerlendirmesini yapıyor.
- Otoriterleşme süreci, TBMM'nin denetim yetkisinin yok edildiği bir süreç aynı zamanda. Bu durumun çarpıcı örneğini, (parlamento adına denetim yapan) Sayıştay'ın raporlarının TBMM'ye gelmemesinde yaşadık.
- Milletvekilleri "lider"in memuru olmuş durumda. Meclis bir kliğin, o klik de "lider"in elinde. Millet iradesi, lider iradesine terk edilmiş durumda.
- Kanunlar ve anayasa uygulanmıyor. Yönetenler, yargı denetiminin dışına çıkarıldı. Yargı, muhalefeti korkutan, iktidarı aklayan bir işleve büründü. Hukuk araçsallaştırıldı. Hak ve hukuk yurttaşların bir bölümü için var. Rejimin yakınlarına uygulanan hukukla rejime yakın olmayanlara uygulanan hukuk farklılaştı.
- Muazzam bir gözetim var. Mesela, 2006-2007'den beri üniversitelerde bütün dekanların icraatı, en ufak harcamaya kadar kontrol ediliyor.
- Kısıtlanan özgürlükler ve ihlal edilen insan hakları eşliğinde kamu görevlilerine cezasızlık kültürü yerleşti. Kurumsallaşmış bir cezasızlık politikası var.
- Adil yargılanma ile toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarında önemli ihlaller, itip kakmalar yaşanıyor.
- Örgütlere yaklaşımda da çifte standartlar var. Devletin örneğin TMMOB ile TÜRGEV'e yaklaşımları taban tabana zıt. Bürokrasi bu ayrımcı uygulamaları yapıyor. Devlet-hükümet ayrımı yok edildi.
- Medya ve internet üzerinde büyük baskı var. Seçimler ve siyasi rekabet, tamamen eşitsiz bir alan haline getirildi.
- Hazırladığımız kitabın diğer bir özelliği, AKP iktidarının sadece "siyasal otoriterleşme" olarak ele alınmasının eksik olacağını gösterecek bir yaklaşım ve döküm içermesi. Zira otoriterleşmenin çok önemli ekonomik ve uluslararası ilişkiler düzeyinde boyutları da var.
- Tek bir mekanizma, bir düzen, bir sistem, hatta bir rejim kuruldu. Yandaş sermaye kamu kaynaklarıyla güçlendirilmeye çalışılırken, diğer sermaye cezalandırılıyor, TÜİK verileri manipüle ediliyor. Kamunun kurumsal ve ekonomik varlıkları hükümet tarafından kollanan zümrenin zenginleştirilmesinde kullanılıyor.
- İnşaat sektörü ve TOKİ bu düzene ilişkin önemli örnekler. Karşılaştırmalı olarak dünyaya baktık, TOKİ kadar merkezi bir yapı yok. 1250 müteahhit ve alt müteahhit -taşeron- yanı sıra bütün illerde geliştirilen yerel müteahhitler var.
- Temel konu, yolsuzluk. Ekonomi ve siyasetin temel amacı yolsuzluk denetimini devre dışı bırakma.
- Peki Türkiye'de "otoriter" değil "totaliter" bir rejim mi var? Bize göre "yarı totaliterleşme" var. Totaliter rejimlerin en önemli dayanaklarından biri güçlü ideolojik yapı. Türkiye'de de içi boşaltılmış bir dini söylem var.
- Faşizmin diğer özelliği, lider kültü. Sorgulanamaz bir lider modeli. Hakkı, hakkaniyeti, ümmeti, toplumu tek başına temsil etme iddiasında, yetkileri elinde toplamış bir lider modeli faşizandır.
- Totaliter rejimlerin diğer özelliği gözetim, gözetlemedir. Toplumu, insanları sürekli gözetleterek güven duygusu yerine korku, güvensizlik yaratılıyor. Kameralar, gizli evrak, sakınca kayıtları… Kameralar bile objektif görünüyor, ama değil, tarafsız bir elektronik aygıt olarak kullanılmıyor. Mesela bir cinayete ilişkin görüntüler bulunamayabiliyor. Mesela dünyada, "passo lig" gibi bir e-bilet uygulaması göremedik.
- Sadece polis devleti değil, polis toplumu oluşturuluyor. İnsanları muhbirleştirerek toplumun polisleştirilmesi süreci yaşanıyor.
- Ana hedeflerden biri, kadın bedeni. Gebelik testlerinin aileye bildirim şartı getirilmesi, çok çocuk teşvikiyle kadının tek role zorlanması bu sürecin örneklerinden.
- Siyasal özgürlüklerin kısıtlanmasıyla yaşam tarzına müdahale birlikte gidiyor. Siyasi baskıyla mahalle baskısı içiçe geçti Türkiye'de.
- "Halk desteği" konusuna gelince... Totaliter rejimler güçlü halk desteği yaratmak ister. Güçlü sivil toplumu dağıtmak ve kitleyi güruhlaştırmak! Bunu nasıl yaparsınız; kitlelerin öfkesini kamçılayarak. Toplumu kamplara bölerek, kültürel kimlik farklarını gerektiğinde derinleştirerek... Siyasi güç, toplumsal baskıyla derinleştiriliyor. "Mağdur" kesimler adına suçlu ilan edilenlerden hesap sorma, "Eyyy" diyerek bir intikamcı ruh hâli sergileme...
- 21. yüzyıl diktatörlüklerinde dikkat edilmesi gereken birkaç konu var. Mesela "Diktatörün dönüşü" var. Askeri vesayet azalırken, sivil otoriterliğin artması. Gizli ya da maskeli otoriterlik... Günümüz otoriterliği sadece baskı, kaba güce dayanmıyor. Kâğıt üzerinde hukuk devleti, parlamenter sistem vs. var. Ama kurumlar "yürütme"nin denetimi altında. Demokratik kurumlar ve hukuk sonuna kadar kullanlılıyor. Türkiye'de 35 kanun hükmünde kararname ile 500 yeni yasa çıkarıldı. Görünüşte her şey yasal. Biçimsel olarak demokratik, ama otoriter. Cumhurbaşkanı'nın seçim kampanyası, demokrasinin biçimsel olarak da ne kadar kalabildiğini gösteriyor.
- Sosyal sınıflar, etnik ve dini gruplar aktördür. Karizmatik liderler de aktör. Erdoğan olmasaydı Türkiye'de bu düzeyde bir husumetin olacağını düşünmüyorum.
- (AKP'nin Kürt ve Ermeni sorunlarında attığı adımlara ilişkin soru üzerine) 21. yüzyıl diktatörlüklerinin önemli özelliklerinden biri, iki adım geri, bir adım ileri atması. Mesela kadını şiddete karşı koruma adımı atarken yeni asayiş kanununu çıkarıyor.
- Gençler arasında AKP oyları yüzde 30'un altına indi. Kesin olan şey AKP'nin oy kaybettiği, diğer üç partinin oyunun arttığı.
- Bütün totaliter rejimlerin kaçınılmaz akıbeti, ittifakların bozulması ve hesaplaşmadır. "Paralel" meselesi bunun tezahürüdür.