28 Şubat soruşturmasında üçüncü dalgada gözaltına alınan isimler arasında bulunan emekli orgeneral ve eski Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri'nin birkaç açıdan özel bir konumu bulunuyor.
Birincisi ve en önemlisi; Türkeri, 28 Şubat 1997'de alınan Milli Güvenlik Kurulu kararlarından tam iki ay sonra Genelkurmay Başkanlığı'nda başlayan brifinglerde sunumu yapan isimdi. O sırada “tümgeneral” rütbesiyle Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma Daire Başkanı olan Türkeri, - elbette karargâh komutanlarının emriyle – 29 Nisan 1997'de başlayıp haziran ayı ortalarına kadar süren brifinglerde kamuoyunun karşısına çıkan isimdi.
Yargı mensupları, üniversiteler ve medyaya verilen brifinglerin içeriği konusunda bu köşede daha önce hatırlatmalar yapmıştım. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın görüntülerinin de perdeye yansıtıldığı brifinglerde hükümet, laik cumhuriyeti hedef alan irticanın önemli bir kaynağı olarak görülüyor, irticayı cesaretlendirmekle suçlanıyordu.
Genelkurmay Başkanlığı'nın “iç tehdit” sıralamasını değiştirerek “bölücülükle birlikte irticayı birinci öncelikli tehdit” olarak belirlediği de, Batı Harekât Konsepti'nin oluşturulduğu da, bu konsepte dayalı olarak çalışacak Batı Çalışma Grubu'nun kurulduğu da o brifinglerde kamuoyuna açıklandı.
“Gerekirse silah kullanırız” başlığıyla manşetlere çıkan söz, brifinglerde sunumu yapan Fevzi Türkeri tarafından Genelkurmay Başkanlığı'nda hazırlanan “irticai tehdit” dosyasının anlatımından sonra dile getirildi. Türkeri, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve bu kanuna dayanarak çıkarılan İç Hizmet Yönetmeliği hükümlerine dayanarak brifing metnindeki ifadeyi şöyle aktarmıştı:
“... Buraya kadar arz edilen iç ve dış gelişmelerin Türkiye Cumhuriyeti devletini hedef alması, Cumhuriyet'in temel niteliklerine karşı özellikle laikliği dinsizlik olarak algılayan siyasal İslamcı bir zihniyetin hâkim olması yönünde gayret sarf edilmesi,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin durumdan vazife çıkarmak ve İç Hizmet Kanunu'na göre verilen ana görevleri doğrultusunda tehdidi yeniden değerlendirmesi keyfiyetini ortaya çıkarmıştır.
Bu noktadan hareketle; bilindiği üzere TSK'nın görevi, 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinde 'Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır' şeklinde belirlenmiştir. Bu madde 1935 tarihli İç Hizmet Kanunu'nda da (Ordu Dahili Hizmet Kanunu – D.A) aynı şekilde ifade edilmektedir.
Bu görev TSK İç Hizmet Yönetmeliği'nin 85/1. maddesinde 'Vazifesi, Türk yurdu ve cumhuriyetini iç ve dışa karşı, yüzumunda silahla korumak' şeklinde ifade edilmiştir...”
Türkeri'nin bir diğer özelliği, kariyerinin zirvesine AKP iktidarı döneminde atanmış bir general olması. Türkeri, Ağustos 2004'te Başbakan Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan Yüksek Askeri Şûra'da 2. Ordu Komutanlığı'ndan Jandarma Genel Komutanlığı'na atandı. Jandarma Genel komutanı'nın, “Genelkurmay Başkanı'nın teklifi, İçişleri Bakanı'nın inhası (yazısı) üzerine Başbakan'ın imzalayacağı ve Cumhurbaşkanı'nın onaylayacağı müşterek kararname” ile atandığını hatırlatalım.
Nihayet Türkeri'nin, kıdem açısından internet andıcı davası kapsamında tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un komutanı konumunda bulunmakla birlikte, en yakın arkadaşları arasında bulunduğunu da not edelim.
Kamuoyuna yansıyan ifadelerden 28 Şubat soruşturmasının bugüne kadar özellikle Batı Çalışma Grubu'nun nasıl kurulduğu ve nasıl faaliyet gösterdiği üzerinde odaklandığını anlıyoruz.
Türkeri'nin de gözaltına alındığı soruşturmanın üçüncü dalgasıyla birlikte, Genelkurmay Başkanlığı'nda verilen REFAHYOL hükümeti karşıtı brifingler üzerinde de yoğun olarak durulacak bir evreye geçilmesi sürpriz olmayacak.
Brifinglerin hangi yasal yetki ile ve kimlerden talimat alınarak hazırlandığına, içeriğin nasıl belirlendiğine ilişkin sorulara verilecek yanıtların soruşturmayı bir sonraki aşamaya taşıyacağı anlaşılıyor.