"Açıklanmadan anlayamazsan, açıklanınca da anlayamazsın..." Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu'nun mazisinden kaçarken öne sürdüğü yalanları düşünürken Murakami'den aldığım bu not geldi aklıma.
Hayat, yalan söylediğine tanık olduğun insanlara bir daha soru sormamayı da öğretir. Peki ne yapmalı? Zaaflarıyla düştükleri acıklı hâlleri örtbas etmeyi başlı başına bir mesai hâline getirdikleri anlaşılan Bayramoğlu'lara anlatacak bir şey yok. Ama, arkadaş bataklıklarının korumasında bugüne kadar kamufle edilen AK bereli Bayramoğlu'ları anlatmalı. Zira, para, ideolojik takıntılar ve baskılar kadar gazeteciliği kirleten bir "koridor sicili"ne sahipler.
Bayramoğlu, iktidar mahfillerinde kendisini “28 Şubat mazisinin koruduğunu” iddia edince, kendi yazıları ve açıklamalarından alıntılar eşliğinde bazı sorular sordum. Bu sorular üzerine “Orada dur Doğan Akın" diye başlayan "Doğan Akın'la işim şimdi başlıyor" diye devam eden dört yazı kaleme aldı Bayramoğlu. Büyük laflar eşliğinde, “Veni Vidi Vici / Geldim, gördüm, yendim” diyen bir Sezar edasıyla. Ama cevap vermek yerine uzandığı divanda yalanlar savuran sahte bir Sezar: Veni, vidi vıdı vıdı!..
Yer yer "Doğan" diye de (Allah Allah?) hitap ettiği yazılarının sonuncusunda "Akın'la işim bitti" demiş Bayramoğlu. Ne diyeyim bu üsluba; gel buraya Ali, işin bitmedi! Madem, Asmalımescit'te dedikodu muhabirliğine de soyundun, AK bereli beyaz Türklere yolluk da olsun bu yazı. Kayıt düşmek reytingden daha kıymetli geliyor bana, bu nedenle uzun bir cevap olacak.
Kruşçev için rivayet edilir. 1953'te Stalin'in ölümünden sonra Komünist Parti Birinci Sekreterliği'ne getirilen Kruşçev, Stalin'i eleştiren bir rapor hazırlar. Raporda ağır eleştiriler yönelttiği Stalin döneminde Komünist Parti Merkez Komitesi üyesi olduğuna atıf yapan bir delege, Kruşçev'e "Peki o zaman sen neredeydin" diye soracak olur. Kruşçev konuşmasını durdurur ve öfkeyle "Kim o soruyu soran" diye bağırır. Korkudan kimsenin sesi çıkmayınca Kruşçev'in yanıtı, "Tam senin olduğun yerdeydim" olur! Bakalım Bayramoğlu ve 1915'in 100. yıldönümünde Başbakanlığa geçici olarak "başdanışman" dekoru olarak da döşenen abisi Etyen Mahçupyan aslında nerede?
Bayramoğlu ve Mahçupyan'ın uf olup yalan dolu beş yazı yazmalarıyla sonuçlanan tartışma, Hansel ve Gretel ve Ali Bayramoğlu yazımla başladı. Bayramoğlu'ndan alıntılarla dolu o yazıda birkaç soru sordum. Birincisi, Bayramoğlu'nun İslamcı/muhafazakâr dünyada "kendisini 28 Şubat geçmişinin koruduğu" iddiasına ilişkindi. Aynı gazetede oldukları için Yeni Şafak'tan örnek verdim. Bayramoğlu'nu koruyan bu mazi, neden 28 Şubat sürecinde kararlı bir muhalefet sergileyen Kürşat Bumin'i, Roboski katliamında hükümeti eleştiren Ali Akel'i Yeni Şafak'ta koruyamadı?
Cevabımı da paylaştım: "Cevap; gazeteciliğin-yazarlığın yazmaktan çok 'yazmamak'la, sormaktan çok 'sormamak'la, görmekten çok 'görmemek'le de icra edilen bir 'sus payı' mesleği haline getirilmesinde olabilir mi? Misal, Bayramoğlu Erdoğan'ın uçağında huzura kabul edilenler arasına girdiğinde 'Nedir bu paraları sıfırlama meselesi', 'Bir Başbakan Adalet Bakanı'na yargıda şu davayı takip et diyebilir, yandaş sermaye yararına ihale iptal ettirebilir mi', 'Bir Başbakan'ın televizyon kanalı arayıp 'muhalefet liderinin sözlerini vermeyin' diye talimat yağdırması, yazar attırması, gazetecileri ve yargıçları, haberleri, yazıları, kararları nedeniyle 'vatan haini' ilan etmesi kabul edilebilir mi' diye sorabildi mi? Soramaz, sorarsa o uçaklara binemez, sorduğunda 28 Şubat geçmişi onu yazdığı Yeni Şafak'ta, ekranlarına çıktığı kanallarda korumaya yetmez…"
Diğer soruma, yine Bayramoğlu'nun iki yazısından alıntılar eşlik ediyordu. İlk alıntıdaki Bayramoğlu "Petrol ticaretinden sigortacılığa kadar devasa bir sanayi gücü olarak hareket eden Doğan Grubu'nun gazetecilik faaliyeti kadar, gazeteciliği başka faaliyetlerin lojistik desteği olarak kullanmayı yol bilen bir geleneğin 'amiral gemisi' olduğunu görmezden gelmek mümkün olabilir mi?.. Bu ülkede demokrasinin tesisi için yeniden yapılanması gereken önce medya, siyaset-medya ilişkileridir" diyordu. Haklı… Ancak ikinci alıntıda aynı Bayramoğlu, Yeni Şafak'taki patronları Albayrak'ların, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçağıyla gittiği Somali'deki işlerini övüyordu. Tekstilden inşaat ve liman işletmeciliğine uzanan faaliyetleri ve Erdoğan'a / AKP'ye yakınlığıyla bilinen Albayrak'ların Somali'de devletten aldığı büyükelçilik inşaatı, devlet hastanesi ve liman işletmesini ballandırarak anlatıyor, bu işlerin "yüzünü ağarttığını" yazıyordu.
Bu iki Bayramoğlu'nu yan yana koydum. Diğerlerini haklı olarak eleştirirken kendisine maaş ödeyen medya patronunun devlet-siyaset-ticaret ilişkilerini neden "hayır" işiymişcesine övdüğünü sorguladım. Ve bu ülkenin özelleştirme tarihine geçen SEKA Balıkesir fabrikasının Albayrak'lara satılışının hikâyesini hatırlattım. Zira, SEKA Balıkesir fabrikasının 1800 dönümlük arazisi, üzerindeki teçhizat, 181 lojman, sosyal tesisler ve özel barajla birlikte, dokuz yıla yayılan üç taksitte, birkaç daire fiyatına, toplam 1 milyon 100 bin dolara Albayrak'lara satıldı. İdari yargı; itiraz, ret, temyiz süreçleri dâhil her aşamada, yani defalarca iptal kararında ısrar etmesine rağmen bu satış, hükümetin torba kanun marifetiyle yapıldı. Tartışması yıllar süren bu "satış"a Erdoğan'ın uçağına "gazeteci" olarak bindiğini iddia eden Bayramoğlu bir kez bile değinmedi, ama patronlarının devletle ticaretini övebildi.
Bunlara, yani yan yana koyduğum kendi yazı ve açıklamalarına ciddi bir cevap, en azından bir muhasebe vesilesi ettiğine dair bir mesaj gelmedi Bayramoğlu'ndan. Tam tersine, yine bir başka yazısıyla yan yana konduğunda kendisini rezil edecek bir cevap verdi Bayramoğlu. Diğer sorunlarına aşağıda geçeceğim, ama bu kısım, nasıl maskeli bir yanaşmayla karşı karşıya olduğumuzu kendi satırlarıyla göstermesi açısından önemli. Şu satırlar, 5 Ağustos Çarşamba günü, Bayramoğlu'nun bana cevap verdiği yazıdan: "Patron ihalelerini neden yazmıyorum? Yeni Şafak'ta defalarca yazdım, gazete patronlarının gazetecilik dışında iş yapmasını doğru bulmadığım gibi, gazetecinin kendi patronuna bu açıdan meydan okumasını da etik bulmuyorum."
Ancak Bayramoğlu gibi entelektüel kolpası bir cahil, bir homo economicus, patronunun Somali'de devletten aldığı ihaleleri ballandırarak anlatmasına, bu hâli de gözüne sokulmasına rağmen "Patron ihalelerini neden yazmıyorum" gibi bir cümle kurabilirdi. Ama mesele sadece bu değil. Bir de "Gazetecinin kendi patronuna bu açıdan meydan okumasını etik bulmuyorum" diyerek yüzsüzlüğe etik icat eden Bayramoğlu'nun, kendisini nasıl tekzip ettiğini gösteren bir başka yazısı var. Şu satırlar "Gazetecinin kendi patronuna bu açıdan meydan okumasını etik bulmuyorum" diyen aynı Bayramoğlu'nun, medya patronlarını diğer işleri için eleştirdiği yazısından. Tarih 10 Eylül 2008:
"… Basın özgürlüğü sadece gazetecinin siyasi iktidar değil, aynı zamanda kendi patronu karşısındaki konumuyla da yakından ilgilidir. Sansür iktidardan geldiği kadar, hatta ondan daha fazla gazetenin kendisinden gelir. Demek ki basın özgürlüğüne yönelik olumsuzluğun sadece başbakanın kimi haberlere yönelik sert tepkisi, sert üslubu ve meydan okuyucu tavrıyla ilgisi yoktur. Gazeteci olarak iş takip edenleri bir yana koyacak olursak, böyle durumlarda, diğerleri, yani 'kendi patronları eleştirmek istemeyenler' ile 'başbakanı eleştirmek istemeyenler' birlikte bir 'oto sansür düzeni' üretirler. Ne var ki, patrona karşı oto sansür iktidara karşı oto sansürün karşısında açık ara galebe çalar…"
Eski, yeni arkadaşları sırtını kaşıdığı, sessiz kaldığı, bulaşmak istemediği için bütün yüzleri görülmemiş her duruma göre bir Bayramoğlu var. Ve bu Bayramoğlu, medya dışında siyaset ve devlete de uzanan işleri olan medya patronlarından adeta sadece kendisine maaş ödemeyenlerde etik sorun buluyor. O patronları eleştiriyor, kendi patronunun işlerini neden övdüğünü sorunca da "Gazetecinin kendi patronuna bu açıdan meydan okumasını etik bulmuyorum" diyebiliyor. Ve o noktada eski yazıları yakasına yapışıyor. Utandıran bir mazi artığı daha… Mazi meselesi önemli. Zira bu bir mazi tartışması ve aslında Bayramoğlu kendi mazisiyle kavga ediyor. O mazinin hatırlatılmasına tahammül edemiyor.
Kısa bir hatırlatma daha yapacağım. Hansel ve Gretel ve Ali Bayramoğlu yazısından sonra ilk yalan, mıy mıy mıyca yazılarında gazeteci mi, iş adamı mı, Başbakanlık Başdanışmanı mı olduğunu anlamakta zorlandığımız Etyen Mahçupyan'dan geldi. T24'te de yayımladığımız yazısında Mahçupyan, Bayramoğlu yazısında alıntılar eşliğinde sorduğum hiçbir soruya, tartıştığım hiçbir konuya girmeden "karalama" yazdığımı iddia etti. Ve medyadaki kirlenmeyi rasyonalize edip, hep birlikte susma çağrısı yaparcasına "Bu bir yozlaşma dünyası ve medyadaki herkesi dolaylı da olsa kirletiyor" diyebildi. Mahçupyan, Bayramoğlu ve kendisini de epey kirlettiği ortada olan medyaya iktidarın girişini de rasyonalize ettiği o yazıda "T24'ü finanse edenler" olduğunu öne sürebildi. Etyen Mahçupyan; işte sizin hikâyeniz, öyle pis, öyle semiz! başlıklı yazıyla verdiğim cevapta, Mahçupyan'a "Eğer T24’ü herhangi bir şekilde finanse eden bir kişi, grup ya da şirket olduğunu ispat edemiyorsa bu yalan için özür dileme ahlakını gösterebilir mi" diye sordum. Mahçupyan, o ahlakı -henüz- gösteremedi. Bir grup aydının tek adam vesayeti eşliğinde tırmanan çatışmaların durması, çözüm sürecine dönülmesi yolundaki bildirisi için "ahlaksızlık, ideolojik ahmaklık, yapısal aptallık" ifadelerini kullandığı yazılar da yazdı, ama ispatlayamadığı T24'e ilişkin iddiasından dolayı özür dilemedi.
Demek ki, yalandan beis duymayan kullanışlı bir homo economicus karşısındayız. "Ben hükümete, kaba saba ideolojik itiraz edersem, duyulmam" diyen, ama sola, Kürt siyasetine, Ermeni aydınlarına, iktidarı eleştirerek yapılan barış çağrılarına nefret dolu bir aydın karanlığı karşısında… Bir derin mide, bir AK bereli.
Devam edelim. Ben Ali Bayramoğlu gibi yapmayıp, yalan, hakaret ve çarpıtmalarla dolu olmasına rağmen cevap hakkı faslında tamamını T24'te de yayımladığımız yazılarında dile getirdiği iddiaları tek tek cevaplayacağım. Buyrun.
Bayramoğlu'nun yalanı: Akın benimle ilgili bir resim çiziyordu. Buna göre ben “kendi patronuna yaltaklanan, ama başka gazete patronlarını sert eleştiren, dolayısıyla ikiyüzlü, sus payı aldığı için eleştiri yapamayan, Yeni Şafak'ta bu nedenle yazmaya devam edebilen, bu arada AK Parti'yi bazen eleştirmek bazen savunmak gibi, ancak kurnazlıkla açıklanabilecek işler yapan, nitekim iktidara desteğini nemalanmak, eleştirilerini ise kendi itibarını korumak, hatta gerekirse (Hürriyet masalında olduğu gibi) mahalle değiştirmek adına yapan, Erdoğan'ın uçağına soru sormadığı için binebilen, kalemini çıkarları için kullanan" birisiyim... Gerçek: Bayramoğlu'nun benim ağzımdan tırnak içine alarak verdiği "yaltaklanan, ikiyüzlü, kurnaz" gibi ifadelerin hiçbirini kullanmadım. Alıntı yaparken bile dürüst davranmak bu kadar mı zor? Yazımda Hürriyet gazetesinin de lafı geçmiyor. Okay Gönensin'e Asmalımescit'te öyle demişim, Gönensin veya bir başkası yetiştirmiş. Gerçeğin öyle olup olmaması bir yana, Bayramoğlu tartıştığımız yazıları bir kenara bırakıp, kulaktan kulağa üflenmiş sözlerden medet/referans umuyor ve bu arada arkadaşını da ifşa ediyor. Yazılardan söz etmek yerine dedikodu muhabirliğine ve arkadaş satmaya -da- soyunan bir hıçkırık yok mu bu acıklı hâllerde?
Bayramoğlu'nun yalanı: T24'ün sahibi, ağabeylerinin, etrafındaki müptezellerin taşlama ricacısı ve söz konusu güruhun temsilcilerinden Doğan Akın bu satırları yazan… Elbet öfke, intikam ve ucuzluk boyutu da var bu işin. Gerçek: Benim ağabeyim, cemaatim, efendilerim, etrafımda Bayramoğlu gibi "müptezellerim" yok. Mıy mıy mıy yapacağına dürüst olup, kimi kast ettiğini yazmak yerine kendisini geçmişinden utandıran eski arkadaşları için mi karnından konuşuyor bilmiyorum. "İntikam ve ucuzluk" sıfatlarının sahibi için biraz daha sabredelim.
Bayramoğlu'nun yalanı: Akın ve efendileri soruyor: Neden diğerleri gibi Yeni Şafak'tan atılmadın? Neden şunu yazamadın, neden şunu söylemedin, neden Erdoğan'a saldırmadın? O zaman şüphelisin, kirlisin… Gerçek: Soru "Neden Yeni Şafak'tan atılmadı" değil, neden Bayramoğlu'nun "kendisini koruduğunu" iddia ettiği 28 Şubat mazisinin, aynı maziye sahip gazetecileri, yazarları korumadığı. "Neden Erdoğan'a saldırmadın" diye bir soru da yok yazımda. Demek ki Bayramoğlu'nun lisanında, gazeteciliğin gerektirdiği sorular "saldırı"ya tercüme oluyor.
Bayramoğlu'nun yalanı: Soruyorlar. Cumhurbaşkanının uçağına neden biniyorum? O cumhurbaşkanı, ben gazeteci olduğum ve davet edildiğim için… Cumhurbaşkanına soru sorabiliyor muyum? Evet, her istediğim soruyu soruyorum, cevaplarını gazeteye aktarıyor, yanıtlarını gerekirse köşemde açık şekilde eleştiriyorum. Hangi soruları soruyorum? Sizin cemaatin takıntılarını değil, benim önem verdiklerimi soruyorum, örneğin son olarak Dolmabahçe mutabakatını sorduğum gibi. Gerçek: Cumhurbaşkanlığı uçağı Cumhurbaşkanlığı'na, yani kamuya ait olmasına rağmen o uçağa hep aynı gazete ve televizyonlardan temsilciler ve bazıları hiç şaşmayan isimler davet edilerek büyük bir ambargo uygulanıyor. Orada gazetecilerin "her istediği soru" değil, "her istenen" veya en hafif ifadesiyle tahammül edileceği düşünülen sorular soruluyor. Neden 28 Şubat sürecinde Genelkurmay'ın gazetecilere uyguladığı akreditasyona itiraz edenler, sanki şahsi bir varlıkmış gibi Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık uçaklarındaki ambargolara itiraz edemiyor?
Bayramoğlu'nun yalanı: Küçük hatırlatmalar: Şubat 2001. Milliyet Gazetesi'nin yeni yayın yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz büyük kıyıma girişiyor. Patron talimatıyla Doğan Heper, Yalçın Doğan, Umur Talu, Duygu Asena, Nilgün Cerrahoğlu ve Zeynep Oral'ı işten çıkarıyor. Doğan Akın da o gazetede. Muhabir değil, yazar da değil. Gazetenin yayın politikasının dişlilerinden birisi, haber müdürü. Peki tepkisi? İtiraz mı ediyor, gazeteden mi ayrılıyor, açıklama mı yapıyor? Hiçbiri… Gerçek: Yazarların çıkarılmasına itiraz da ettim, Yalçın Doğan ve Umur Talu görevden alındığında istifa da... Yalçın Doğan ısrarla reddetti. Utandırır mı bilmem, ama bu durum Milliyet'te yazıldı.
Bayramoğlu'nun çarpıtması: Bayramoğlu, Hasan Pulur'un, “Sabiha Gökçen'in Ermeniliği nereden mi çıktı" ve Mahçupyan'la ilgili "Vur vur bir tokat daha vur" başlıklı "nefret söylemi" içeren yazılarının hesabını benden soruyor. Gerçek: Milliyet'te hiçbir zaman yazı işlerinde çalışmadım, yazar editörlüğü de yapmadım. Bayramoğlu geçmişimi araştırıp, hayal ettiklerini bulamayınca çıkardığı bu tür şeylerle de kendisini komik duruma düşürüyor.
Bayramoğlu'nun yalanı: Akın 1990'lar sonunda başlayan 8 yıllık Milliyet öyküsünü şimdiki mesai arkadaşının pek çoğu gibi Doğan grubunda, bu grubunun Dışbank, Poaş, neredeyse bedavaya alınan TEDAŞ öyküsünün tam ortasında yaşamış... O dönem gazetelerin, gazete patronlarının hükümet kurup devirdikleri dönem… Peki bu konuda hiç soru sorduğu, itiraz ettiği duyulmuş mu onun ve çevresinin? Bu yüzden gazetesinden ayrılmayı düşünmüş mü, düşünmüşler mi? Gerçek: Dışbank'la ilgili ilk haberleri Cumhuriyet muhabiri olarak ben yazdım. O sırada Milliyet muhabiri olsam yazabilir miydim, kimsenin aklına hakaret etmeyelim, hayır. Milliyet'te özel köşesi olan bir köşe yazarı olmadım. Ama özel köşem olsa Bayramoğlu'nun sorguladığı Doğan grubu ihalelerini sorguladığım takdirde Milliyet'te barındırılır mıydım, hayır. Peki bu durum Bayramoğlu'nun bugün ne hâle düştüğü gerçeğini değiştiriyor mu, elbette hayır. Diyelim ki bu süreçlerde, beni utandıracak yazılarım olsaydı, Bayramoğlu'nu bugün kendi mazisiyle kavga ettiren yazıları aklanacak mıydı, yine hayır.
Bayramoğlu'nun yalanı: Bayramoğlu, bir önceki alıntıda, Doğan grubu işlerinden örnekler verdikten sonra "Bu yüzden gazetesinden ayrılmayı düşünmüş mü, düşünmüşler mi" diye soruyor. Gerçek: Cumhuriyet'te gazeteciliğe başladım, Milliyet'te devam ettim. Gazeteciliğe dair doğruları olduğu kadar, yanlışları da bu süreçte öğrendim. Evet, oralardan ayrılmayı düşündüm ve sonunda ayrıldım. Bağımsız gazetecilik hayalinin peşine düşmek üzere Doğan Burda dergi grubundaki yayın direktörlüğü görevimi bıraktım ve altı yıl önce T24'ü kurdum. Yeterli mi?
Bayramoğlu'nun yalanı: 1998'e kadar Cumhuriyet'te çalışıyor Doğan Akın. 28 Şubat günlerinin pek çok psikolojik harekat dosyasının yayınlandığı bu gazetede, Cumhuriyet'te, Balbay'ın yanında yazı işlerinde, gazete çizgisine katkısı olmadığı söylenebilir mi? Gerçek: Cumhuriyet'te bir gün bile yazı işlerinde çalışmadım, İstanbul'da bir saat mesaim olmadı. Ve yaklaşımlarını tasvip etmediğim Balbay'la anlaşamayarak Cumhuriyet'ten ayrıldım.
Bayramoğlu'nun yalanı: Marketing Türkiye Dergisi sitesinde benimle yaptığı röportajın ses kaydını yayınlamış. İyi de yapmış. O röportajda benim söylediklerim bir bütün halinde var. Sorun, oradan yaptıkları söyleşinin melodisini bozan, anlamını değiştiren yazılı özetti. Daha iki gün önce Erdoğan'la ilgili Putin'in ağzına “diktatör" lafını oturtan bağımsız gazetecilerin sitesi T24 bunu şöyle vermiş: “Marketing Türkiye hakkında yalanlama yapan Ali Bayramoğlu'nun ses kaydını yayınladı... " Manşetle algı kaydırması, tahrifatı ve ahlaksızlık böyle birşeydir işte. Gerçek: Bayramoğlu, Marketing Türkiye'nin, kendisiyle yaptığı söyleşiyi sitesinde önce "uydurma bir özetle" yayımladığını iddia etti. Dergi de, bu iddiayı yalanlamak üzere söyleşinin ses bandını yayınladı. T24 bu yayını ve Bayramoğlu'nun iddialarını "aynen" yayımladı. Üstelik "Uydurma özet yapıldı" dediği derginin internet sitesinin de linkini paylaştı. Bayramoğlu'nun "mono sesli" olmakla da itham ettiği T24, aynı Bayramoğlu'nun T24'ün kurucusu ve sahibi hakkında dile getirdiği hakaret ve yalanları bile -cevap hakkına sadık kalarak- yayımladı. Daha başka ne yapabilirdi acaba?
T24'ün hatası: Evet "Erdoğan'la ilgili Putin'in ağzına 'diktatör' lafını oturtan" bir hatayı -birçok site gibi- T24 de yaptı. Genç bir editörün hatasından kaynaklanan, yayında bir saat bile kalmayan bu uydurma "haber" için açıkça özür de diledi. Ancak, gece yayına giren ve hemen çıkarılan bu "haber"den T24'ün dilediği özürle haberdar olan bir Bayramoğlu bu özrü saklayarak meseleyi söz konusu edebilirdi.
Bayramoğlu'nun yalanı: T24'ü ilk kurduğu zaman Mülkiye'den sınıf arkadaşı olan banka genel müdürlerinden ahbap çavuş ilişkisiyle aldığı reklamlar mı etik, bu arkadaşın? Bankalardan böyle gelen paralar mı temiz? Gerçek: Mülkiye'den veya başka bir fakülteden mezun, bugün veya geçmişte tek bir banka genel müdürü arkadaşım olmadı. T24'ü kurduğum yıllarda, uzun süre tek kuruş reklam gelirimiz de olmadı. Keşke olsaydı, ama olmadı. Bu bilgileri, Bayramoğlu'nun iddialarını içeren yazısını yayımlarken T24'te de paylaştık. Ama bakın o ne yaptı?
Bayramoğlu'nun yalanı: T24 benim yazılarımı yayınlarken yanıt vermeyi de eksik etmemiş. Akın'ın Cumhuriyet ve Milliyet yazı işlerinde hiç çalışmadığını söylemişler. İç işleri, dış işleri, yazı işleri bilemem. Künyeler öyle demiyor. Sınıf arkadaşlarından reklam desteği aldığını çevresine Akın anlatıyor. İnkar eder, etmez, onu da bilemem. Ancak yıkanma ihtiyacı açık. Gerçek: Evet, açıklanmadan anlayamazsan, açıklanınca da anlayamazsın... Cumhuriyet ve Milliyet yazı işlerinde tek gün bile çalışmadığım bilgisini, maddi hatada ısrar etmesin diye paylaşıyorum, Bayramoğlu "Künyeler öyle demiyor" diye kıvranıyor, yalanda ısrar ediyor. Oysa, Cumhuriyet ve Milliyet tarihinin hiçbir gününde yazı işlerinde "Doğan Akın" yazan bir künye yok. "Mülkiyeli banka genel müdürü arkadaşım" da, "T24'ü kurarken -ve sonra uzun süre- reklam aldığım tek banka da yok" diyorum. İddiasını ispatlayamayınca bu kez "Sınıf arkadaşlarından reklam desteği aldığını çevresine Akın anlatıyor. İnkâr eder, etmez, onu da bilemem" yalanına sığınıyor. Ne yapmalı? "Bayramoğlu hırsızlık yapmış. Hürriyet'te yazmak için de defalarca Aydın Doğan'a haber göndermiş" desem mesela. "İspatla" dediğinde de, "İnkâr edersin ya da etmezsin, bilemem, hırsızlık yapmışsın işte ve Aydın Doğan'a da yalvarmışsın" karşılığını versem, olur mu? Olmaz tabii. Mazisiyle kavgası, başkaları için kirli senaryolar kurgulayarak geçmişinden kurtulma çabası, buralara da sürüklüyor Bayramoğlu'nu.
Oysa biz, birkaç yanaşmaya hizmetleri karşılığında her ay biçilen fiyatların da altında imkânlarla yapıyoruz T24'ü. Malum, medyada âdetten değildir, rakamlar kozmik bilgiler gibi saklanır. T24'te paramız yok, ama saklımız, gizlimiz, kayıt dışı işimiz de yok. Temmuz ayında sadece 17 bin lira geliri oldu T24'ün. Bu rakamdan ödenecek kurumlar vergisi, T24'ü fedakârca çalışarak yayımlayan gazetecilerin mütevazı ücretleri, gelir vergileri, sigorta primleri, yol ve yemek paraları, kira ve telefon giderleri için sadece ve sadece ve yazıyla, on yedi bin lira… Peki sen; T24'e iftira atan, T24 doğru bilgiyi paylaşınca bir adım geri çeklilp ama orada da yalana sarılan maskeli yanaşma, sen, gazetenden, çıkarıldığın ekranlardan aldığın paraları açıklayabilir misin?
Bayramoğlu'nun son yazısına girmeyeceğim. Zira "Nasıl bir gazetecilik" başlığını taşıyan, hiçbir zaman habercilik yapmayan bir cahilin, yer yer uydurmalarla sıvadığı bir yazı üzerinden gazeteciliği tartışacak değilim. Toplam 20 kez "ahlak, etik" dediği dört yazısına bu kadar yalanı sığdırabilen pinokyolarla gazetecilik bahsinde işimiz olmaz. Peki bir tavsiye? Elbette. Gerçeğe sadakat mesleğidir gazetecilik. Yalan söylemeyeceksin, ortaya çıktığında yalana sadakat göstermeyeceksin, hata yaptığında özür dileyeceksin. Başka? Bile isteye uydurduğun iddialar, ispatlayamadığın için boş bir eldiven gibi yüzüne çarpıldığında, daha da alçalmayıp defolup gideceksin.
Velhasıl, Bayramoğlu ve Mahçupyan, kirlenmemiş bir gazetecilikten gelen eleştiriye karşı, kirlenmiş bir medya aradılar can havliyle. Kir bulamayıca, yalanla inşa etmeye kalktılar. Herkes kirlenerek sussun, onlar da çöplendikleri, icra ettikleri görev karşılığında imkânlarını tırtıkladıkları bu yapıyı sözüm ona eleştirip "doğru"yu da oynasınlar. Paranın iktidarına itaat ederken, maskeleri, yalanları, iftiraları eşliğinde "doğru"luğun iktidarına da sahip çıksınlar. Kendi yazılarını, ama sadece kendi yazılarını hatırlatarak yapılan eleştirilere karşı "para yalanı" atsınlar, olmazsa "Kemalizm, Emin Çölaşan" falan diyerek divana uzanıp sayıklasınlar. Kirli bir medyaya ihtiyaç duyan bir temizlik yalanı... Ama "Vay şerefsiz" başlıkları atan, paraya bulaşmış bir gazetecilik, maskeli yanaşmaları da -bir yere kadar- koruyabiliyor işte. Oysa yalanlarla yok edilmek istenen T24, görüşü ne olursa olsun yanaşmaların da, o tür kir pasla icra edilen bir gazeteciliğin de yanaşabileceği bir yer değil.
Velhasıl, hep halının altına süpürülen "medya elitleri"nin gazetecilikte yarattığı erozyonu tartışmalıyız. Siyasi, ekonomik ve bürokratik iktidar baskısı, çarpık sermaye, ideolojik takıntılar ve elbette medya elitleri; hep birlikte berbat ettiler gazeteciliği. Gerçeklere karşı kayıtsızlıkları kendilerine sağlanan imkânlarla satın alınan medya elitlerinin durumunu ele almayan bir tartışma ne hakkaniyetli olabilir, ne de gerçekçi.
Evet, Bayramoğlu nerede? Bir zamanlar Akit gazetesinin ve internet sitesinin manşetlerinde "terörist, Ermeni kriptosu, mason" diye birlikte suçlanıp hedef gösterildikleri eski arkadaşları nerede, kendisi nerede? Tam Kruşçev hikâyesindeki korku mahallinde Bayramoğlu. Erdoğan'ın kabin ekibinde, kendisini nefretle suçlayan Akit Gazetesi'nin Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya ile karşı karşıya oturuyor. Hiç olmazsa gerçek fikirlerini esirgemeyen Erdoğan ve Karakaya'nın karşısında maskesiyle "gazetecilik" yapıyor. İhtimal "tuvalet ne taraftaydı" falan gibi "istediği" her soruyu da soruyor. Uzun bir yolluk oldu Bayramoğlu. Bak bakalım yukarıdaki hikâyenin altında nasıl bir karakter var? Karakter var mı?