Nazlı Ilıcak'ın trajedisi, başardığını sandığı şeydir; hayattan sebeplenme çabasında hoyrat bir aşırılık, yok edici bir yaşama içgüdüsü.
Darbeyle devrilen Demokrat Parti hükümetinde bakanlık yapan müteveffa babasını, siyasi bir soykırımın toplama kampı haline getirilen Yassıada'da tutuklayan askeri daha sonra alkışlamak da var trajedisinde. 12 Eylül darbesine giden yolda sıkıyönetim ilanını tahrik etmek de, darbeden sonra “hazır ol”a geçip darbecileri alkışlamak da. Evet trajedi, zira kâh 12 Eylül'ü bile rasyonalize ederek alkışladığı, kâh “andıç” marifetini faş ettiği askerin mağduru da oldu bu yolda.
Gazeteci ve siyasetçi olarak portresinde öne çıkan zikzakları, dikkat çeken zekâsıyla çelişik görmeyin. Konjonktüre hassas bir zekânın peşinde savrulan bir “homo-ekonomikus”tur Nazlı Ilıcak. Bir homo-politikus!
Hayır, bir geçmiş eşelemesi yapmak değil niyetim. Ilıcak için o bahis uzun sürer. Ancak Ilıcak'ın bugünkü iddialarını, geçmişinin merceğinden bakmadan doğru değerlendiremeyiz. Misal, yargı eliyle yaratılan mağduriyetlere itiraz ederek doğrulara da uğrayan hikâyesindeki ana çizgi olan “mütemâdî yanlışları” göremeyiz.
Öyle uzaklarda değil, daha dün diyebileceğimiz bir zamanda, Tansu Çiller için “Keşke bu olgun ve tecrübeli haliyle siyasete girebilse” diye yazabilen (Sabah / 8 Aralık 2009) kıdemli bir gazeteciden söz ediyoruz. “Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt iş adamlarının listesi var” dedikten sonra Türkiye'nin yakın tarihindeki en karanlık cinayetlerin işlendiği dönemin Başbakanı Çiller'i tekrar siyasete çağıran Ilıcak, nasıl bir maziyi bugüne ikram ettiğini elbette iyi biliyor. “Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için şereflidir” diyerek çeteleri savunan bir siyasetçi de var o mazide, Özer Uçuran Çiller'in genel müdürlüğünde içi boşalan ve batırılan İstanbul Bankası da!
Nazlı Ilıcak gazeteciliği, son olarak, bu köşede pazartesi günü yayımlanan “Sanık Fethullah Gülen'in savunmasından cemaate hatırlatmalar” yazısı üzerine icra edildi. Ilıcak'ın “Elmalarla armutları toplamak” başlığıyla Sabah'ta dün yayımlanan yazısı şu satırlarla başlıyor:
“Doğru muhakeme, yanılmayı önleyen önemli bir özellik. Buna mukabil, mantık hataları, elma ile armudun toplanması yolunu açar.
Hatırlarsınız Fethullah Gülen, bir zamanlar ses kasetleri yüzünden hedef tahtası olmuş, Nuh Mete Yüksel de ilâve delil olarak bu kasetleri iddianamesine almıştı. Gülen, 'devleti ele geçirme' iddiasıyla 'terör örgütü lideri' sıfatıyla yargılandı ve 2008'de Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda beraat etti.
T24 adlı internet sitesinde, Doğan Akın, Gülen'in savunmasından yaptığı alıntıları, bugünün Ergenekon ve Balyoz sanıklarını müdafaa etmek için kullanmış. Verilmek istenen mesaj şu: Gülen, o tarihte masumiyet karinesinden, somut deliller bulunmamasından, kasetlerin tahrif edilip kolaj yapıldığından söz ediyordu; bugünkü sanıklar da, onun gibi, tartışmalı ses kayıtları ve dijital belgeler yüzünden suçlanıyor.
Ben, elmalarla armutları toplamak işte buna derim...”
O uzun yazıyı ya tamamen ya da dikkatle okumamış Ilıcak. “Gülen'in 147 sayfalık dilekçesinde dile getirilen bazı görüşleri, halen devam eden yargılamalarla ilgili olarak bir çıkarım yapmak için değil, bir etik ve vicdani muhasebeye vesile olabileceğini düşünerek hatırlatıyorum” uyarısını da içeren o yazı, medya üzerine yazılmıştı.
Nitekim yazı, Gülen cemaati bünyesindeki gazete ve televizyonların özel yetkili mahkemeleri savunurken yasadışı yollarla kaydedilmiş konuşma kayıtlarını da yayınladığı ve henüz yargılanmakta olan insanları kesin ifadelerle “suçlu” ilan ettiği hatırlatmasıyla başlıyordu. Ve vaktiyle Fethullah Gülen'in, zamanın özel yetkili mahkemeleri olan DGM'lerde yargılanırken benzer yargısız infazları hukuki görüşlerle nasıl mahkûm ettiğini hatırlatıyordu.
Nazlı Ilıcak, işte böyle bir yazıdan, üstelik herkesi aynı kefeye koyarak, “Gülen'in savunmasını Ergenekon ve Balyoz sanıklarını müdafaa etmek için kullandığımı” çıkarabilmiş.
Bu nedenle elmayla armudu topladım. Ilıcak'a, Ergenekon davalarına dayanak olan en temel belgelerden birini yayımlayan bir gazeteciliği “Ergenekon sanıklarını savunmakla” mahkûm etmeye yeltendiğini hatırlatmakla uğraşmak istemedim. Darbeciler konusundaki sicilini kendi yazılarıyla kaleme alan, “yanılgıları” arasında Susurluk ve Ergenekon sürecinin önemli aktörlerinden İbrahim Şahin'e övgüler düzmek de bulunan, son haberini çiftliğinde kaçak şarap üretmekle suçlandığı Kuşadası'ndan aldığımız Çiller'i özleyen gazeteciliğinin merceğinden bakmak istedim Ilıcak'a.
Zira Gülen'in DGM'de yargılanırken medyada yürütülen yargısız infaza, adaletsizliğe isyanını Gülen cemaati bünyesindeki yayınlara hatırlatan o yazı, “medya etiği” faslında Ilıcak'ın serüveniyle de buluşuyor. Ama bugünlük bu kadar.
“Gazetecilik etiği” ve “Nazlı Ilıcak” üzerine de yazarız.
Elmayla armudu bir kez daha toplarız!..