"Üç bakanın birinci derece yakınları da gözaltında!.."
17 Aralık 2013 günü, 11 yıllık AKP iktidarının yanı sıra yukarıdaki ifadelerle medyamızın tarihine de geçmiş bulunuyor.
"Üç bakanın birinci derecede yakınları" ne demek? Anneleri mi, babaları mı, çocukları mı, eşleri mi? Bu ifadeyle haberi vermiş mi oluyorsunuz, yoksa saklamış mı?
Hükümete yakın veya hükümetin kontrolünde hareket eden ana akım medya, yolsuzluk iddialarıyla yürütülen bir operasyonu, haber bültenlerinde bir "medeni hukuk" ve "gazetecilik" meselesi haline de getirebildi. İhtimal, haber merkezleri ve muhabirlere, olan bitenin arka planında ne olduğunu araştırmalarından önce, "Sakın bakanların ve çocukların ismini kullanmayın" talimatı verildi ve "birinci derece yakınları" gibi penguence bir lisanda karar kılındı!
Gözaltına alınan diğer isimleri verirken bakanları ve çocuklarının adlarını kamuoyundan esirgeyenler, sonuncu dereceden bile bir haberciliğe değil, büyük bir utanca imza attılar. Habercilik dışında işleri olan medya sermayesindeki çarpıklık, iktidarların haberciliğe baskısı deyip geçmeyin, "medya elitlerinin" de parmak izi var bu utançta.
Peki ne oluyor, neler olabilir?
Henüz çok az bilgiye sahip olsak da, üç düzlemde cevabı var bu sorunun. Birincisi; erken yorumlarda dile getirilen "operasyonun, cemaat-hükümet kavgasının sonucu" olduğu iddiası. Bu iddia, Fethullah Gülen cemaati kadrolarının, ortada hiçbir şey yokken itibarsızlaştırma operasyonu yaparak hükümete mesaj verdiği varsayımını içeriyor, en azından bunu hissettiriyor ki, katılmak çok zor. Zira, bir yıldır süren teknik ve fiziki takipten, toplanan delillerden söz ediliyor.
Teknik takibin bir yıldır sürdüğü haberleri doğruysa, bu, savcıların "istihbari" telefon dinleme taleplerinin süresini mahkemelerin uzattığı anlamına gelir. Kim, ne kadar süreyle dinlendi bilmiyoruz. Ancak en azından bir varsayım olarak, ilk telefon dinleme sürecinde elde edilen bulguların dinleme sürelerini uzatmaya dayanak olacak unsurlar içerdiğini düşünebiliriz.
Bir yıldır devam eden soruşturma dosyasında, savcılar ve takibe izin veren hâkimlerin önemli bulduğu anlaşılan dinleme ve izleme kayıtları dışında bulgular da olabileceğine göre, 11 yıllık AKP iktidarının ilk kez muhatabı haline geldiği bir yolsuzluk operasyonunu sadece "cemaat-hükümet kavgasının sonucu" olarak değerlendirmek aşırı ve eksik bir yorum olur.
Operasyonun, cemaate en yakın milletvekillerinden Hakan Şükür'ün sert bir açıklamayla AKP'den istifasının üzerinden 24 saat geçmeden başlaması bu yorumları kolaylaştırsa da, böyle bir soruşturmayı ortada hiçbir şey yokmuş varsayımıyla sadece hükümet-cemaat kavgasının sonucu olarak göremeyiz. Ancak soruşturmanın açılması, takipler ve gözaltı operasyonunun cemaate yakın kadrolar tarafından yapıldığı, aksi halde hükümeti sarsacak bir görüntünün doğmasının önlenebileceği iddia edilebilir.
Nihayet, bazı mensupları kapalı kapılar ardında hükümetin yolsuzluk gölgesi altında bulunduğunu öne süren cemaatin ortaya çıkan görüntüden üzüntü duyduğunu düşünmek de gerçekçi olmaz.
Oğullar sorgulanırken babalar ne yapmalı?
"Neler oluyor, neler olabilir" sorusunun ikinci düzlemdeki cevabı; İçişleri Bakanı Muammer Güler ile başlıyor. Zira, Güler'in idaresindeki bakanlık Güler'in oğlunu, savcılığın yönelttiği ağır iddialar eşliğinde gözaltına almış bulunuyor. Hrant Dink cinayeti işlendiğinde İstanbul Valisi olan, suikastta ihmali ve/veya kasdı öne sürülen bazı kamu görevlileri için soruşturma izni vermeyen, ardından Türkiye'nin ilk Kamu Güvenliği ve Düzeni Müsteşarlığı'na terfi ettirilen, tırmanışı AKP'den Mardin Milletvekili seçilerek parlamentoya girmesi ve nihayet İçişleri Bakanlığı koltuğuyla süren Güler istifa edebilir mi?
Türkiye'de siyaset geleneğine baktığınız zaman,soruya pozitif bir cevap vermek kolay değil. Ancak demokratik gelenekleri kuvvetli bir ülkede, emrindeki görevlilerin oğlunu yolsuzluk iddialarıyla sorguladığı bir olayda İçişleri Bakanı'nın istifa etmemesi düşünülemez. Eğer İçişleri Bakanı istifa etmezse, İçişleri emrindeki emniyette sorgulanan İçişleri Bakanı'nın oğluna ilişkin soruşturmada delil karartılacağı iddiaları meşruiyet kazanır.
Savcılık soruşturmasındaki bir başka boyut da Güler'e uzanıyor. Malum, belediye başkanları için İçişleri Bakanlığı'nın soruşturma izni gerekiyor. Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "örgütlü suç" yaklaşımıyla Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir için bu izne gerek duymadığı anlaşılıyor. Özel yetkili savcılıkların yetkileri bağlamında benzer bir görüntü, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın, Başbakan'ın izni olmadan sorgulanmak istenmesinde yaşanmış, ancak yasa hükmü parlamentoda daha açık hale getirilerek Fidan savcı karşısına çıkarılmamıştı.
Muammer Güler için gündeme gelen beklenti, diğer iki bakan için de geçerli. Zira, yolsuzluk iddialarının odağında inşaat sektörü bulunuyor ve Türkiye'de son 11 yılda en büyük inşaat işlerini yapan Başbakanlık Toplu Konut İdaresi'ni (TOKİ) yıllarca yöneten Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu da gözaltında sorgulanıyor.
Keza, "Ekonomi Bakanı" sıfatını taşıyan Zafer Çağlayan'ın da, yolsuzluk iddialarıyla yürütülen bir soruşturmada gözaltına alınan oğluna ilişkin soruşturmanın selameti açısından hükümetten istifa etmesi gerekir.
Çocukları sorgulanan bakanların istifa etmemesi, olası bir aklanma kararını gölgede bırakır, delil karartıldığı iddialarına meşruiyet kazandırır.
Danimarka hükümetinde, çok daha hafif sebeplerle üç hafta içinde iki bakanın istifa ettiğini hatırlatalım.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, ekibindeki isimlere sonuna kadar sahip çıkma tavrını biliyoruz. Ancak malum, istifa "tek taraflı bir irade beyanı"dır ve kimsenin onayına tabi değildir. Erdoğan'ın altını çizdiğim bu tavrı, operasyonda haberi olmadığı iddialarına kuvvet kazandırıyor görünmekle birlikte, bu noktaya bir soru işareti koymak gerekiyor. Bir ihtimal, Erdoğan'ın operasyondan son anda haberdar edilmesi ve seçimlerin arifesinde hükümeti zor durumda bırakan bu görüntüyü engelleyememiş olması olabilir. Gerçek bir hukuk devletinde olması gerekenin, yargının operasyonlarını Başbakan'a önceden haber vermesi değil, vermemesi olduğunu hatırlatarak devam edelim.
"Neler oluyor, neler olabilir" sorusunun üçüncü düzlemdeki cevabı, soruşturmanın akıbetine ilişkin. Halen sorgulanan isimler için savcılık ve mahkeme aşamasında şu ihtimaller söz konusu:
1- Savcılık, gözaltına alınan isimleri, kısmen veya tamamen tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edebilir.
2- Savcılık, gözaltına alınan isimleri kısmen veya tamamen serbest bırakır, ancak soruşturmayı sürdürüp dava açabilir.
3- Mahkeme, savcılığın hakkında tutuklama talep ettiği isimler hakkında kısmen veya tamamen tutuklama kararı verebilir.
4- Mahkeme, hiçbir isim açısından savcılığın tutuklama talebini kabul etmez. Bu durumda tutuklama talep eden savcılığın iddianame hazırlamaması olağan olmayacağından, açılması muhtemel dava tutuksuz yargılamayla başlar.
5- Savcılık, takipsizlik kararı vererek soruşturmayı kapatabilir ki, böyle bir operasyonda bu durum "teorik bir ihtimal" olmaktan öteye geçmiyor.
Yazarak değil yazmayarak, açıklayarak değil saklayarak icra edilen bir "gazetecilik" eşliğinde ilginç bir dönemden geçiyoruz.