Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, yaklaşık 1,5 yıldır dünya medyasına da yansıyan MİT TIR’larına ilişkin haberleri nedeniyle “devletin gizli bilgilerini açığa çıkarmak, casusluk ve terör örgütüne yardım” iddiaları eşliğinde 26 Kasım’da tutuklandılar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da “şikâyetçisi” olduğu soruşturmayı izleyen bu tutuklamalar, Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki açık hükme rağmen, İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği’nin kararında “somut deliller”le gerekçelendirilemedi. Bu ülkede hukuk devleti yürürlüğe girerse hiçbir zaman da gerekçelendirilemeyecek, zira gazeteciliğe karşı öyle bir “delil” hiçbir hukuk kitabında yazmıyor. Tutuklama kararı üzerine çok şey yazıldı, daha da yazılacak. Ancak ben, bu tutuklamalar üzerine bir kez daha gündeme gelen cezaevi koşullarına ilişkin tartışma üzerinde durmak istiyorum. Zira, Dündar ve Erdem’in de aralarında bulunduğu çok sayıda tutuklu ve hükümlüye reva görülen tecrit üzerinden başlayan tartışma bu ülkede “ezaevi” hâline getirilen cezaevlerinin durumunu bir kez daha karşımıza getirdi. Malum, CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay 1739 gün tutuklu kaldığı Silivri Cezaevi’nin maketiyle düzenlediği basın toplantısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da seslendi:
“Silivri’de toprak yok, güneş yok, sadece beton ve demir var. Son sözüm Can Dündar ve Erdem Gül davasının şikâyetçisi Erdoğan’a: Burada 4 gün kalabilir misin?..”
Erdoğan’ın nasıl bir cezaevinde dört ay kaldığına geçmeden önce cezaevlerinin durumunu hatırlayalım. Cezaevlerinde haberleşme, bilgisayar/daktilo yasakları, açık görüş kısıtları, sağlık hakkı ihlalleri, kelepçeli muayene sorunları sürüyor. İnsan Hakları Derneği’nin 2014 cezaevleri raporuna göre, cezaevlerinde 228’i ağır 578 hasta tahliye edilerek tedavi edilmeyi bekliyor. CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin Ağustos 2015’te açıkladığı rapora göre de, AKP iktidarları döneminde 2 bin 501’i hasta toplam 3 bin 77 tutuklu ve hükümlü cezaevlerinde hayatını kaybetti. Bu sürede “intihar ettiği” rapor edilen tutuklu ve hükümlü sayısı 511, öldürülenlerin sayısı 37! 2015 yılının ilk 6 ayında cezaevlerinde 176’sı hastalık, 29’u “intihar”dan olmak üzere toplam 212 kişinin öldüğü belirtilen raporda, 1 Ocak 2009-29 Haziran 2015 arasında hayatını kaybedenlerden 9’unun 18 yaşından küçük olduğuna işaret ediliyor. Şu tespitler raporu hazırlayan Hakverdi’ye ait:
“Hapishanelerin dört bir yanını kameralarla donatanlar intiharları görmediği gibi hasta tutsakların ölümüne de göz yummaktadırlar. Birçok hapishanede ne doktor, ne de ambulans bulunmaktadır. Türkiye’deki hapishanelerin hiçbirinde 24 saat doktor ve sağlıkçı bulunmadığı gibi hafta içi mesai saatlerinde bile her gün doktor bulunmamaktadır. Bu nedenle hapishanelerdeki ölümlere bakıldığında ihmal ve geç müdahale gerçeği ortaya çıkmaktadır.”
"Pınarhisar hatıralarımda bir zindan değil, okul oldu..." Bu sözler, Aralık 2013’te çıktığı Trakya gezisi kapsamında Pınarhisar’a da uğrayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ait. Malum, Erdoğan, Siirt'te okuduğu şiir bahane edilerek yaklaşık 16 yıl önce "halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek"le suçlanıp dört ay hapsedildi, seçilme hakkı elinden alındı. Peki, Erdoğan Pınarhisar Cezaevi'nde hangi koşullarda kalmıştı? Daha önce de bu köşede paylaştığım cevap, Erdoğan'a en yakın isimlerden, eski AKP Adıyaman Milletvekili Hüseyin Besli ile Ömer Özbay'ın yazdığı biyografide yer alıyor. "İçeriden" yazılan ve "R. Tayyip Erdoğan / Bir Liderin Doğuşu" başlığıyla yayımlanan biyografide, Erdoğan'a nasıl bir koğuş hazırlandığı birinci elden anlatılıyor. Kitapta bu bölümün bilgileri Hasan Yeşildağ'a dayandırılarak veriliyor. Yeşildağ, "şiir cezası" kesinleşince "cezaevinde suikasta uğrayabileceği" endişesiyle süratle “uygun bir suç” işleyip Erdoğan'la cezaevine girmeyi planlar. Yakın bir arkadaşına karşılıksız çek keser. Dava açılır ve hâkimi, kendisini, 4 ay hapisle sonuçlanacak karşılıksız çek cezasına çarptırmaya ikna eder. Cezayı aldıktan sonra doğruca Erdoğan'a giden Yeşildağ, "Ben hazırım" der. (Sayfa 224)
Sıra, Erdoğan'ın kalacağı cezaevinin hazırlanmasına gelmiştir. Kitaptan okuyalım: "(...) Hangi hapishanede yatacakları konusunda ihtimaller gözden geçirilir. Erdek, Karamürsel, Çorlu, Akyazı derken, Pınarhisar Cezaevi kesinlik kazanır. Hasan Yeşildağ, önceden gidip cezaevini gezer. Yapılacak işlerin bir listesini çıkarır: Yönetimden gerekli izinleri aldıktan sonra kendilerine tahsis edilen koğuşu bir güzel temizletir. Duvarlara kâğıt kaplatır, zemine, boydan boya halı döşetir. Elektrik ve sıhhi tesisatı yeniler. Sıcak su temini için şofben taktırır. Koğuşun bahçeye ve koridora açılan kapılarını boyatıp yalnızca içeriden açılabilen ilave sürgüler yaptırır. Çatıya manyetik bariyerler, bahçeye elektronik sensörler yerleştirir. Gerekli gördüğü kör noktalara kamera sistemi kurdurur. Sıra mobilya ve beyaz eşyaya geldiğinde keseye davranmak Erhan Şenol'a düşer: Derin donduruculu büyük boy bir buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinası, toplantı ve çalışma masaları, deri koltuklar, oturma grupları ve büyük ekran bir televizyonla, kalacakları koğuşu ve cezaevi kütüphanesini, sıkıcılıktan uzak bir yaşam ve çalışma alanına dönüştürürler. Bu arada mahkûm ve gardiyanlar da unutulmamıştır: Herkese pantolon, gömlek, ayakkabı ve eşofman takımı alınır. Hasan Yeşildağ, ağalığın 'vermekle kaim' olduğunun farkındadır. Son kez İsviçre'ye gittiğinde, işlerini bir arkadaşına, eşini ve çocuklarını Allah'a emanet edip geri dönmüştür. Dışardaki işlerini bitirip, 'Reis'ten (Tayyip Erdoğan, D.A) üç gün önce Pınarhisar Cezaevi'ne teslim olduğunda, mahkûmlar ve gardiyanlar tarafından krallar gibi karşılanır. Yanında getirdiği hediyeleri dağıtırken, ortalık bayram yerine döner. Koğuşu ve aldığı güvenlik önlemlerini son kez gözden geçirir: Her şey yerli yerindedir. T.C. Pınarhisar Kapalı Ceza ve Tevkif Evi, mahzun ve utangaç bir çocuk gibi başını önüne eğmiş, 'tarihi misafir'ini beklemektedir." (Sayfa 224, 225)
Halılar, şofbenler, oturma grupları, çalışma masaları, büyük ekran televizyonlar, deri koltuklar, derin donduruculu buzdolapları, özel elektrik ve sıhhi tesisat ayarları, çamaşır-bulaşık makinaları, özel güvenlik kameraları, sensörler, özel manyetik bariyerler... Erdoğan'ın "eski Türkiye"de misafir edildiği cezaevi, "zindan" dediği koğuş bu. Erdoğan’ın koğuşu ilk kez bu köşeye 9 Aralık 2013’te konu olmuştu. O yazıdaki son satırlarla noktalayalım: Ne dersiniz; Erdoğan, "damdan düşen" bir Başbakan olarak, eski Türkiye'de dört ay ağırlandığı bu cezaevini, damgasını vurduğu yeni Türkiye'ye borçlu sayılmaz mı? "Ve de uyarına gelirse" şairin dediği gibi... Cezaevleri boşaltılırsa bir de... Sensör mensör de istemez hani!