Prof. Mümtaz'er Türköne'nin 10 Nisan Salı günü Zaman'da yayımlanan yazısının başlığı “Sol'un cehennemi”ydi.
Şu cümleyle başlıyordu Sol'un cehennemi:
“Solun neden adam olmadığını ve olamayacağını, başlayan 12 Eylül yargılamasında ağzını açan her solcu tane tane hepimize anlattı.”
Bugüne kadar genellikle “ülkücü geçmişi” tartışılan Türköne'nin, “sosyal bilimci” kimliğine de dikkatle yaklaşmamız gerektiğini ortaya koyan bu genellemeci tutum ve üslup yazı boyunca sürüyordu.
Türköne, bazı isimlerin darbe davasını mahkûm eden açıklamalarını bütün sola, “ağzını açan her solcu”ya mal ediyor, sözü örgütlere getiriyordu. Şu satırlar da aynı yazıdan:
“İllegal sol örgütler her devirde darbecilerin oyuncağı oldular. Örtülü operasyon kabiliyetini geliştirmek için devlet içindeki çeteler bu örgütlere sızdılar. Bazılarını kendileri kurdular ve yönettiler. Bugün 12 Eylül davasının görülmesini, bu derin devlet uzantıları ve kılıç artıkları engellemeye çalışıyor. Yukarıda sıraladıklarıma benzer argümanlarla kendilerini var eden darbecileri aklıyorlar...”
Evet, darbe davasının önemini gözardı eden solcular var, darbecilerin sızdığı ve kullandığı sol örgütler de oldu bu ülkede. Ama bu darbeci sızmalar ve kullanılmak, devletle koyun koyuna iş tutmak mevzusunda, eski silah arkadaşları Türköne'nin “sosyal bilimci” gözünü bozuyor olmalı. Zira, kışkırmaya hep hazır, bulduğu her fırsatta namlusuna sürdüğü “devlet”ten sipariş alan milliyetçi bir sağı da olduğu bu ülkenin. Bugün darbe davasında yargılanan o devleti göndere çekmiş olan bir milliyetçi sağ.
Kim onlar ve ne yaptılar?
Cevap olmak üzere 8 Ağustos 2011'de bu köşede yayımlanan yazıyı aşağıda tekrar paylaşıyorum. Kim kime sızmış, kimlerin namluları kimlere kan kusmuş, devlet hangi katilleri korumuş, darbecilere “biz aslında sizdeniz” diye kimler sızlanmış, birlikte hatırlayalım. Buyrun.
Türkiye'nin 12 Eylül 1980 öncesinde taammüden darbeye sürüklenmesinde MHP'li ve ülkücü liderlerin rolü “sağı da, solu da kışkırtarak kullandılar” faslından ibaret sayılabilir mi? Ülkücüler de kuşkusuz kullanıldı, ancak ülkücüleri kullananlar arasında liderleri de var mıydı? “Türkiye'nin askerler tarafından adım adım darbeye sürüklendiği” gerçeği, darbe öncesinde yaratılan kanlı sürecin aktörleri için bir “temiz kâğıdı” gibi önümüze konabilir mi?
TRT Haber'de yayınlanan “Faili Meçhul” belgeseli, bu soruların güncelliğini koruduğunu düşündürdü bana. Program Koordinatörlüğü ve metin yazarlığını Faruk Mercan'ın, muhabirliğini Erdal Kuruçay'ın üstlendiği belgeselin “Kahramanmaraş katliamı” bölümü geçen pazartesi günü yayınlandı. Bu bölüm için T24 Başyazarı Aydın Engin'in, benim, Oral Çalışlar'ın, AKP Amasya Milletvekili olarak parlamentoya giren Prof. Naci Bostancı'nın, Ülkü Ocakları'nın kurucularından Muharrem Şemsek'in, Prof. Mustafa Erdoğan'ın ve eski ülkücü Prof. Mümtaz'er Türköne'nin değerlendirmeleri ekrana getirildi.
Görüşlerdeki ortak payda “Türkiye'nin darbeye sürüklenmesi” planının, Kahramanmaraş’a “Sünniler'in Aleviler'e karşı kışkırtılması” adımıyla uğradığıydı. Ancak Türköne, Kahramanmaraş katliamının kentteki ülkücü yöneticiler tarafından önlenmeye çalışıldığını öne sürdü.
Yazının girişindeki soruları tetikleyen, Türköne’nin Kahramanmaraş olaylarında ülkücülerin rolüne ilişkin değerlendirmesinin ekranda bu iddiayla sınırlı kalması oldu. Türköne’nin sözlerinin, değerlendirmesini sakatlayacak ölçüde bir kesintiye uğrayıp uğramadığını bilmiyorum. Ancak en azından Zaman gazetesindeki köşesinde, bu konuda herhangi bir itirazda bulunmadığını belirterek devam edelim.
Bu can sıkıcı uzunluktaki yazıyı, TRT ekranında adının altında sadece “Prof. Dr.” ibaresiyle yetinilen Türköne’nin, “faili meçhul” belgeselinde eksik kalan “ülkücü” geçmişini o yılların eşliğinde hatırlatma çabası olarak görün.
Kahramanmaraş katliamı, Türkiye'nin en büyük utanç sayfalarından biri olarak tarihe geçti.
Hatırlayalım…
Tarih 19 Aralık 1978. “Güneş Ne Zaman Doğacak” adıyla vizyona giren anti-komünist film Kahramanmaraş’ta gösterilirken Çiçek Sineması'na tahrip gücü düşük bir bomba atılır. “Solcular attı” oyunu tutmaz ve daha sonra soyadını “Şendiller” diye değiştirerek parlamentoya da girecek olan Ökkeş Kenger'in de aralarında bulunduğu bazı ülkücüler gözaltına alınır.Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Kahramanmaraş Şube Başkanı Mehmet Leblebici ile 2. Başkan Mustafa Kanlıdere de suçlananlar arasındadır.
Ertesi gün, daha çok sol görüşlülerin gittiği bir kahvehaneye patlayıcı atılır. 21 Aralık'ta, sol görüşlü iki öğretmen, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine doğru giderken uğradıkları silahlı saldırıda öldürülür. Öğretmenlerin cenaze töreni engellenirken sol görüşlü öğretmenlerin örgütü TÖB-DER ile sol görüşlü polislerin örgütlü olduğu Pol-Der, DİSK ve CHP binaları saldırılarla tahrip edilir, yakılır, yıkılır.
"Komünist ve Aleviler'in Sünniler'i katledeceği” iddialarıyla 23 Aralık'a gelinir. “Bir Alevi öldürmenin iki kez hacca gitmek kadar sevap kazandırdığı” yolundaki fetvalar ve “Komünistlere ölüm”, “Müslüman Türkiye” benzeri sloganlar eşliğinde Aleviler'in yaşadığı mahalleler otomatik silahlarla taranır, işaretlenen bazı evler yakılır. Halkla çatışmasını önleme gerekçesiyle, zaten askerle birlikte hiçbir ciddi önlem almayan polis sokaklardan tamamen çekilir.
Polisin cisminin de ortalarda olmadığı 24 Aralık'ta, cinayetler katliam boyutuna ulaşır. Valiliğin kente takviye askeri birlik gönderilmesi talebi günlerce karşılanmaz. Katliam sona erdikten sonra Gaziantep ve Kayseri'den takviye birlikler Kahramanmaraş'a gelir, ancak iş işten geçmiştir. Günlerce seyredilen saldırılarda 111 kişi (105, 106 sayılarını verenler de var, ölü sayısının çok daha fazla olduğunu iddia edenler de) katledilmiş, Maraş “Kahraman” unvanına değer görüldüğü savaş yıllarında bile görülmemiş şekilde yakılıp yıkılmıştır.
Çocuk ve kadınların da öldürüldüğü olayların ardından gözleri tornavida ile oyulan kurbanlara da rastlanır. Olaylarda katledilenlerin büyük bir çoğunluğu, Alevi ve sol görüşlü bilinen kişiler veya ailelerin üyeleridir. Katliamda sağ görüşlü olarak bilinen 15 dolayında insan da hayatını kaybeder.
MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş'e göre ülkücüler güvenlik güçlerine yardım etmektedir. İçişleri Bakanlığı raporunda, olayları ateşleyen ve saldırıları düzenleyenler ile kışkırtanlar için Ülkücü Gençlik Derneği yöneticilerine işaret edilir. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “güvenilir bir kaynağa” dayandırdığı MİT raporunda, olaylarda MİT ve MHP’nin rolüne işaret edilmektedir.
Ecevit, katliamı değerlendirirken, CHP'nin iktidara gelmesinden sonra yapılan sıkıyönetim ilan edilmesi yönündeki baskıları dile getirir. Sonuçta maksat hasıl olmuş ve katiamdan sonra 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir!
Katliam davası Adana Sıkıyönetim Mahkemesi'nde başlar. Kente çok sayıda ilden gönderilen ülkücü gruplar, davayı, tanık ve mağdurları etkilemek üzere faaliyete geçerler.
Cevat Yurdakul Hatay'daki başarıları nedeniyle Adana Emniyet Müdürlüğü'ne atanmıştır. “Sağ-sol bilmem, eline kim silah alırsa karşısında bizi bulacak” diyen Yurdakul göreve başladıktan sonra geçen altı ay içinde kentte çok sayıda silahlı ülkücü yakalanınca MHP harekete geçer. MHP milletvekilleri Cengiz Gökçek ve Ali Gürbüz, düzenledikleri basın toplantısında “Cevat Yurdakul görevi bıraksa da, yurtdışına kaçsa da yakasını elimizden kurtaramayacak” diyecek kadar açık konuşurlar. Ancak Yurdakul'un görevden ayrılmasına veya bir yere kaçmasına gerek kalmaz. 28 Eylül 1979 sabahı, lojmanından emniyete giderken makam otomobilinin içinde otomatik silahlarla taranarak öldürülür. Türkiye'nin en genç emniyet müdürüdür, henüz altı ay önce geldiği Adana'da henüz 37 yaşındayken katledilmiştir.
Darbeye ortam hazırlamak için, en hafif ifadeyle Maraş katliamını öngörmekle suçlanan askerin sıkıyönetim mahkemeleri de görevini yapar. Sanıkların parti bağlantılarının bile etkin bir şekilde sorgulanmadığı davadan ciddi bir sonuç çıkmaz. Bir numaralı sanık Ökkeş Kenger de (Şendiller) beraat edenler arasındadır. Malum, devlette devamlılık esastır!
Maraş katliamının öncesi de var elbet, sonrası da. Misal Kontrgerilla-MHP ilişkisini araştıran ve ön raporunda bile ulaştığı bulguları Genelkurmay Başkanlığı-MHP ekseninde anlatan savcı Doğan Öz 24 Mart 1978'de, peşine düştüğü çete tarafından katledilir.
8 Ekim 1978’de, Ankara Bahçelievler’de yedi TİP’li genç Abdullah Çatlı’nın emriyle katledilir. Cinayetin tetikçileri arasında Kahramanmaraş katliamından önce kentte türeyen “milli piyango bayileri” arasında adları geçen Haluk Kırcı ile Ünal Osmanağaoğlu da vardır.
1 Şubat 1979'daki hedef, Türkiye basın tarihinin en önemli isimlerinden, Milliyet Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi'dir. Ülkücü katil Mehmet Ali Ağca yakalanır ve askeri cezaevinden askerlerin desteğiyle kaçırılır!
22 Temmuz 1980’de DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybeder. Tetikçilikle suçlanan isimlerden biri, yine tanıdıktır; Ünal Osmanağaoğlu!
Bahçelievler katliamı hükümlüsü Osmanağaoğlu Türkler cinayetinden yargılanır. 26 yıl süren dava zamanaşımından düşer!
Uzatmayalım. 27 Mayıs’la siftah yapan darbecilerin 12 Mart 1971’de de tepesine “Balyoz” gibi indiği Türkiye, CHP’nin iktidara geldiği 5 Haziran 1977 seçimlerinden hemen sonraki dönemde kan gölüne çevrilir. “Devlet” ve koltuğunun altındaki muhalefet, 27 Mayıs’ta “sağ”dan aldığı iktidarı bu kez “sol”dan geri istemektedir. Nitekim iktidar, kan dökülerek taksit taksit teslim alınmaktadır. Maraş katliamının ardından ilan edilen sıkıyönetim, darbeden önceki en büyük taksittir.
Devletin, kuruluşundan itibaren resmen desteklediği akım olan “Türkçülüğün” parti örgütü MHP, işte bu süreçte devletinin peşinde, yanında ve kimi zaman önündedir.
Evet, TRT’deki belgesele konuk olan Ülkü Ocakları’nın kurucuları ve eski başkanlarından Muharrem Şemsek gibi karşı teröre hedef olan MHP’liler, katledilen ülkücü gençler de oldu bu süreçte. Ancak “komünist” addedilen CHP’den adım adım alınan iktidar ve bu yolda akıtılan kan için MHP yönetimi ve ülkücü liderlik, bugün “darbe için bizi kullandılar” dedikleri askerlerle yakın temas içindedir. Misal, Ülkü Ocakları’nın kapatılmasına karşı kurulan Ülkücü Gençlik Derneği’nin 4-5 Kasım 1978’de yapılan ikinci büyük kurultayından sonra dernek yönetimi Genelkurmay Başkanı katında kabul görür. “Genelkurmay Başkanı, ordu ve devletimize güvenimiz tamdır” açıklamaları yapılır. Türkiye’yi darbeye sürüklemek isteyenlerin kullandığı ülkücülerin liderleri de, kurultay sonrasında yapılan açıklamadaki ifadesiyle “Türk milletini komünist yapmaya çalışanlara karşı” devleti kullanmaya soyunmuştur.
Burada duralım ve Agâh Oktay Güner’in, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yargılandığı MHP ve ülkücü kuruluşlar davasında (Türköne de yargılanmış ve 1983’e kadar cezaevinde kalmıştır) dile getirdiği sözleri hatırlayalım. Sözleri “Fikirlerimiz iktidarda, biz içerdeyiz” diye özetlenen Güner, MHP adına darbecilere sitem ederken ne demişti, birlikte okuyalım:
“12 Eylül’den sonra kurulan hükümet döneminde bizim siyasi fikirlerimizin büyük bir bölümü de uygulama şansına kavuşmuştur… Şimdi, ekonomide savunduğu bütün fikirler 12 Eylül’den bu yana teker teker kurumlaşan, memleketin kurtarılması için siyasi tercihi güçlü devlet ilkesine bugünkü iktidarın uyduğu, dolayısıyla fikirleri iktidar, kendileri tutuklu siyasi kadro dünya siyaset tarihinde maalesef yalnızca bizden ibarettir.”
1960 darbesinde “ihtilalin kudretli albayı” olan MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş bu kez kırgındır, 12 Eylül darbesini yapanlara “Siz bizim görüşlerimizi savunuyorsunuz” derken “beraber yürüdük biz bu yollarda” gibilerinden kızgındır.
Velhasıl Türkiye 12 Eylül darbesine de sadece askerler tarafından sürüklenmedi. Askerlerin kullandığı ve askerleri kullanan veya kullandığını sanan üniformasız kadrolar da işbaşındaydı.
Bugünkü MHP’ye göre “davadan dönen” Mümtaz’er Türköne bugünkü MHP’yi eleştirirken 12 Eylül öncesindeki “eski ülkücülüğü” yüceltir. Kendisi de yücelttiği o ülkücülüğün yücelerindedir.
Mülkiye öğrenciliği sırasında solcular tarafından dövülmesi üzerine aralarına girdiğini açıkladığı ülkücülerin beyin takımına giren az sayıda isim arasındadır. Yedi TİP’li gencin öldürüldüğü Bahçelievler katliamının hükümlülerinden, Kemal Türkler cinayeti zanlısı Ünal Osmanoağaoğlu, bunları yaptığına bir türlü inanamayan Türköne’nin oda arkadaşıdır.
Bahçelievler katliamının emrini veren Abdullah Çatlı Ülkü Ocakları’nda İkinci Başkan, Muhsin Yazıcıoğlu da başkanken Mümtaz’er Türköne Yönetim Kurulu üyesidir!
Bahçelievler katliamından devam edelim. Tetikçi Haluk Kırcı, malum, “yanlışlıkla” tahliye edilir. Yine malum, Türkiye’de firar memlekette geçirilir! Kırcı da aranırken Erzurum’dadır. Firardayken evlenir. Nikâh tanığı, o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar’dır!
Kahramanmaraş katliamının bir numaralı sanığı Ökkeş Şendiller, o Ülkü Ocakları’nın Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu tarafından parlamentoya taşınır. Askeri cezaevinden kaçırıldıktan sonra Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’yı saklayan ve memleketi Nevşehir’e götüren kişi de, yine o Ülkü Ocakları’nın ikinci Başkanı Abdullah Çatlı’dır.
Nevşehir’de duralım. Abdullah Çatlı ve İpekçi cinayetinde adları peş peşe dizilen Mehmet Ali Ağca, Mehmet Şener ve arkadaşları Ömer Ay Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden aldıkları sahte pasaportlarla yurtdışına çıktılar. Şimdi birkaç soru soralım:
Abdullah Çatlı sözüm ona “kırmızı bülten” ile aranırken, Susurluk skandalı patlayınca kiminle göbek attığını gösteren fotoğraflar ortaya çıkmıştı?
Emniyet Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili, bugünün Ergenekon sanığı İbrahim Şahin’le!
Peki Nevşehir Emniyeti, İpekçi cinayetinin ardından ülkücülerin sahte pasaport matbaası gibi çalışırken İbrahim Şahin nerede çalışıyordu?
Nevşehir Emniyet Müdürlüğü’nde!
12 Eylül darbesine üç ay kadar kalmışken öldürülen CHP İl Başkanı Zeki Tekinel nerede görev yapıyordu?
Nevşehir’de!
Ağca Papa’ya suikast girişiminde bulunurken yanında olduğu iddia edilen Ömer Ay’ın Nevşehir’den aldığı pasaport numarası “136 636” idi. Ağca’nın pasaport numarası kaçtı?
136 635!
Yıllar sonra hangi ilin emniyet müdürlüğünün pasaport şubesinde çıkan “yangın” bütün evrakı yok etti?
Nevşehir!
Savcı Doğan Öz’ü öldürmekten yargılanan ve aldığı idam cezası Askeri Yargıtay’da bozulan İbrahim Çiftçi hangi partinin genel başkanlığına aday oldu?
MHP’nin.
“Çiftçi’nin avukatı Can Özbay hangi ünlü ülkücünün de avukatıydı” diye soralım ve “Mehmet Ali Ağca’nın avukatıydı” cevabıyla noktalayım…
“Ülkücü militandım” dediği yıllarda Mümtaz’er Türköne’nin Yönetim Kurulu üyesi olduğu Ülkü Ocakları’nda 2. Başkan Abdullah Çatlı’dan bakın nerelere geldik…
Türköne’nin, “resmi” olmayarak danışmanlığını yaptığı sırada Tansu Çiller’in Susurluk skandalında Çatlı’nın rolü için ne dediğini de hatırlatalım:
“Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için şereflidir!..”
Çiller, ihtimal önüne konan dosyayı, kulağına üflenen sözleri böyle özetlemişti. Zira ülkücülerin Reis’i Çatlı, darbe sonrasında da devletin gizli operasyonlarında kullanılmıştı. Ne demiştik; devlette devamlılık esastı!
Çiller’in yakınındayken Susurluk çetesi konusunda Ergenekon çetesi için yazdıklarının semtine bile uğramayan Mümtaz’er Türköne’yi, bugün AKP durağında milliyetçiliğe sağlam eleştiriler yöneltirken izliyoruz.
12 Eylül öncesi müktesebatını, Kahramanmaraş katliamı için yaptığı değerlendirmenin altına ekleyerek…
Maraş’ı konuşurken içten olamasa da, Ergenekon’a yüklenirken söylediklerini aşina bir geçmişin “içerden bilgileri” gibi dinleyerek…