“Marko Paşa”yı bilir misiniz? Marko Paşa, tek parti iktidarının bir avuç solcu aydın ve sanatçıya göz açtırmadığı 1940’ların efsane dergisidir. Sahipleri ve yazarları Aziz Nesin’ler, Sabahattin Ali’ler, Rıfat Ilgaz’lardır. Derginin çıkarılması için gereken bin lirayı Milli Eğitim Bakanlığı’nda kızağa çekilen Sabahattin Ali koyar. Aziz Nesin matbaada bütün sayılarını tek tek kendisinin katladığı dergiyi hiçbir bayi kabul etmeyince Eminönü’nde, Taksim’de “Marko Paşaaa, Marko Paşaaa” diye bağırarak satış yapar. Sonuç? 3 bin satması planlanan Marko Paşa kapışılır, ilerleyen sayılarda tiraj 70-80 binlere çıkar, taklitleri çıkarılır. Nüfusu, okumuş-yazmış, üniversite bitirmiş sayısı defalarca katlanan Türkiye’de bugün 80 bin satan tek adet bir dergi bile bulunmuyor. Marko Paşa önce Merhum, sonra Malum Paşa oldu “Merhum Paşa”yı bilir misiniz? Sık sık toplatılan Marko Paşa, adındaki “Paşa” sıfatı üzerinden İsmet Paşa ile alay edildiğine de takılıp kapatılınca “Merhum Paşa” adıyla yayımlanır. “Toplatılmadığı zamanlar çıkar” ifadesi yerleştirilen logosunun altından itibaren rejim baskısına karşı savaşarak… Merhum Paşa da kapatılır. Ancak avcı ne kadar iz bilse de, avı o kadar yol bilmektedir. Yine öyle olur, sıra “Malum Paşa”ya gelir! “Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar” diyerek savaşa devam edilir. Nihayet Malum Paşa da malum akıbete uğrar. Nöbeti “Yedi Sekiz Hasan Paşa” devralır. Sonraki nöbetlerde “Hür Marko Paşa”, “Bizim Paşa” ile “Ali Baba ve Kırk Haramiler” olacaktır. Marko Paşa ve takma isimle çıkan diğer edisyonları, zengin bir içerik, büyük bir cesaret ve çıkarsızlıkla tek parti iktidarına karşı muazzam bir muhalefet yürütür. Misal; bugün bütün bir Türkiye medyasının toplamı, Marko Paşa’da Milli Şef İsmet İnönü’yü hicveden “Sağır kemancı” başlıklı yazının cesaret, belagat ve cezalandıran mizahının mertebesine ulaşamıyor. “Zincirli Hürriyet”i bilir misiniz? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da grup toplantısında bir bölümünü okuduğu Aziz Nesin’in meşhur “Ey Türk faşisti” hitabesi Zincirli Hürriyet’in 5 Şubat 1948 tarihli sayısında yayımlanmıştır: “Ey Türk faşisti! Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli, gazeteleri çamurlara serip, üzerlerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel partinin hazinesidir…” Zincirli Hürriyet’i çıkaran Mehmet Ali Aybar da, zincir kabilinden bedelini öder, cezaevi ve mahkemelerde süründürülür. Medyayı korkutan iktidar mı, para mı? Velhasıl iktidarların medyaya baskısı ne yeni bir heves, ne de Türkiye’ye özgü bir hastalıktır. Peki Marko Paşa yıllarına bakarak bugün Türkiye medyasının dizlerini titreten korkunun, sadece iktidar baskısından kaynaklandığını öne sürebilir misiniz? Totaliter bir rejimin gücü Aziz Nesin’leri, Sabahattin Ali’leri, Rıfat Ilgaz’ları, Mehmet Ali Aybar’ları korkutmaya yetmiyorken, bugünkü düzen medyayı nasıl dize getirebiliyor? Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin olarak mevzuat ve uygulamadan kaynaklanan geleneksel sorunların cevabını ötelediği, dikkatlerden kaçırdığı bir sorudur bu. Bugün haber saklamanın, mesleğimizin yüz akı isimlerinden Umur Talu’nun ifadesiyle yazmak kadar yazmamanın da başlıca “editoryal faaliyet” haline gelmesinin sadece iktidar baskısından kaynaklandığını öne sürmenin Aziz Nesin’lerin, Sabahattin Ali’lerin, Rıfat Ilgaz’ların, Mehmet Ali Aybar’ların hatırası karşısında hiçbir değeri bulunmuyor. Bugün Türkiye, holdinglerin medya sahibi olmasının, gazetecilik adına kabul edilemeyecek sonuçlarını bir kez daha yaşıyor. Bugün büyük işadamlarının sermayesiyle yapılan haberciliği, o grupların gazetecilik dışındaki işlerinden kazandıkları paraları kaybetme kaygısı şekillendiriyor. Aziz Nesin’lerin, Sabahattin Ali’lerin cesaretini kıramayan müesses nizam, trilyonluk ticaretlerine gazete ve televizyon yayıncılığını da “bacasız sanayi” olarak iliştirenleri tir tir titretiyor. Mali ihtiyaçların aşırı ölçüde telafi edildiği gruplarda çürüyen medya, parayla kekeleyen hasta bünyesine uygun isimlerle gazetecilikcilik oynuyor. Bağımsız gazetecilik iki yaşında Bilge Karasu, “Ne Kitapsız Ne Kedisiz” başlığı altında topladığı denemelerinde, okumaya ilişkin “mutlu rastlantılar”dan söz eder. Kitaplığınızda bir kitabı ararken, yıllar önce aldığınız, değer verip sakladığınız, ama unuttuğunuz bir mektup, hesap edilmemiş bir karşılaşmadır, bir mutlu rastlantı. T24, Türkiye'de bağımsız gazeteciliğin artık hayalinin bile kurulamadığı, umutsuzluğun bağımsızlığı neredeyse unutturduğu bir noktada bir “mutlu rastlantı” gibi ortaya çıktı. İki yıl önce, paradan ve ideolojik takıntılardan bağımsız bir gazetecilik hayalini, adını “T24” koyarak kurduk. 1 Eylül 2009’da yayına başlayan T24, bugün ikinci yaşını dolduruyor. Peki “biz” kimiz? Bir çırpıda söylemesi kolay, ama arkasında durması zor bir cevabı var bu sorunun; biz sadece gazeteciyiz. Gazeteci olduğumuz için T24'ü beğenmiyoruz! Zira T24, henüz hayal ettiğimiz gazete değil, ama ne yapacağımızı, neye sahip olduğumuzu ve neye sahip olmadığımızı iyi biliyoruz. Kredi kartlarımıza taksit yaptırarak kurduğumuz T24’te kimsenin parasına ihtiyacımız yok. Hiçbir kişi, kurum, örgüt, hareket veya grupla doğrudan ya da dolaylı veya rastlantısal bir ilişkimiz bulunmuyor. Gazeteciler için hiçbir görüş ve inancın gazetecilikten daha değerli olamayacağına inanıyor, zaman zaman bizi bir cephede görmek isteyen okurlarımızın kafasını da karıştıracak yayınlar yapıyoruz. Mütevazı ücretleri, vergi ve sigorta primi yükümlülüklerimizi, ajans aboneliklerimizi karşılayacak mütevazı bir gelirden başka paramız yok. T24’ü T24 yapanlar Bir avuç gazeteci tarafından “gazetecilerin başını sokacağı bir masal” gibi kurulan T24, internet medyasında nasıl en çok referans alınan, en çok görüşlerine başvurulan mecra olabildi? Cevap, yayının her aşamasında başımızda bulunan başyazarımız Aydın Engin ve Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Oya Baydar ile başlıyor. T24; hiçbir karşılık almadan eşsiz yorum ve analizler yazan Prof. Tayfun Atay, Hakan Aksay, Bekir Ağırdır, Mete Çubukçu, Rıdvan Akar, Vedat Özdan, Bader Arslan, Prof. Yusuf Eradam, Prof. Levent Kurnaz, Candan Yıldız, Cengiz Çiftçi, Metin Duyar, Eliza Doolittle, Özge Mumcu, Nil Aldemir, Örsan K. Öymen, Yıldırım Güngör ve Ragıp Ertuğrul’un yazılarıyla büyük bir güç kazandı. Deneyimli parlamento muhabiri Hülya Karabağlı, Ankara’dan haberleriyle aramıza katıldı. Televizyon dünyasına transfer ettiğimiz Selin Ongun, T24’teki söyleşileriyle bu alanda kelimenin tam anlamıyla örnek çalışmalar ortaya koydu. Gazeteciler bilir, mesleğimiz sanılanın aksine emek-yoğun bir mesai gerektiriyor. T24’teki büyük emeğin arkasında Yazı İşleri müdürlerimiz Metin Yener ile Belde Oral var, editör ve muhabirlerimiz Hüseyin Akkaş, Ahmet Küçük, Burçin Korkmaz, Hazal Özvarış, Begüm Atakan, Yasin Bozdemir, Sinem Batur bulunuyor. Emre Çalışkan Ortadoğu’dan, Çağnur Öztürk televizyon dünyasından, Yıldız Yazıcıoğlu ve Işıl Öz ABD’den, Batur Fatih İlhan da kitap dünyasından söyleşi ve haberleriyle T24’e katkı sağlıyor. Özlem Aydoğdu, iki yıldır T24’ün sağlıklı bir yapıyla geleceğe uzanması için ciddi bir çaba harcadı, harcıyor. Medya baskıyı satın alıyor! “İki yılda büyük işler başardık” gibi, medyada hiçbir itibarı kalmamış laflarla işimiz yok. Elbette T24’ü iki yıl gibi kısa bir sürede en çok referans alınan internet gazetesi durumuna getiren haberler, dosyalar, söyleşiler, örnekleri yaygın olmayan analiz ve yorumlar yayımladık. Bu bizim işimiz. Daha iyilerini yapacağız. Ancak “Büyük işler başardık” demesek de, “büyük bir iş” olarak gördüğümüz bağımsız gazetecilik girişimimizi kurumsallaştıracağız. Gazeteciliğin paradan önce insana baktığını aklımızdan çıkarmayarak… İktidar baskısının, kaybetmekten korktukları kendi paralarıyla medya gruplarına satın aldırılan talimatlar olduğunu unutmayarak… Gazeteciliğin ticaretini yaparken iktidar baskısından yakınanlar, dertlerini Marko Paşa’ya anlatsın!