Türkiye; devletiyle, o devlete hakim kültürüyle, sistemi ve insanıyla başkalarının dersinden sınıf geçmeye düşkün bir ülke. Kendisinde yüzleşmediği gerçekler için başkalarını paylamak, başkalarının günahlarıyla iyileşeceğini sanmak, kendisinde aramadığı cevapların sorularını başkalarına sormak gibi şaşkınlıklarla kendimize âşığız.
Abdi İpekçi, Türkiye basın tarihine geçen yeniliklerle tekrar hayata geçirdiği Milliyet'i yönetirken öldürüldü. Tam 38 yıl önce, 1 Şubat 1979'da öldürüldüğünde 50 yaşındaydı. Bu seneki ölüm yıldönümü, Türkiye'de tepkilere neden olan ABD'deki bir tahliye kararının ertesine rastladı.
28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan’ı katleden terörist Hampig Sasunyan, yaklaşık 35 yıl cezaevinde yattıktan sonra 14 Aralık 2016 tarihinde California'daki mahkemede şartlı olarak tahliye edilmesine karar verildi.
Medya "ABD'nin terörist katili serbest bıraktığını" yazdı, Dışişleri Bakanlığı "kuvvetle kınadığı talihsiz kararın teröre karşı mücadele ruhuyla bağdaşmadığını" yazılı olarak açıkladı.
Türkiye, görevi başında katledilen diplomatı için haklı bir tepkiyi dile getiriyordu. Ancak bu tepkiyi izlerken, yakın tarihimizde katledilen gazetecileri, yazarları ve gençleri için Türkiye'nin nasıl bir "adalet" inşa ettiğini düşünmeden yapabilir misiniz?
Misal; Sabahattin Ali'yi, Abdi İpekçi'yi, Ankara Bahçelievler'de yedi TİP'li genci hunharca öldüren katillerin hepsinin cezaevinde kaldıkları toplam sürenin, Kemal Arıkan'ı katleden teröristin ABD'de hapsedildiği süreyi bulmadığını hatırlamadan edebilir misiniz?
Sırasıyla hatırlayalım...
Hikâyeleri, romanları, şiirleriyle Türkiye edebiyatında unutulmaz izler bırakan Sabahattin Ali, 69 yıl önce, 2 Nisan 1948'de öldürüldüğünde 41 yaşındaydı.
Soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen hayattan yorulmuştu. Ülkesinden kaçmaya karar verdi. 1948'de satın aldığı kamyonla gittiği Kırklareli bölgesinde yurt dışına kaçma girişiminde bulundu. Cesedi 16 Haziran 1948'de Kırklareli'nin Sazara köyü yakınlarında bulundu. Cinayet aylar sonra kamuoyuna duyuruldu ve 12 Ocak 1949'da Ali Ertekin tarafından öldürüldüğü açıklandı.
Ertekin, inzibat başçavuşuyken “silah çaldığı” gerekçesiyle ordudan atılan bir astsubaydı. Ordudan atılmasının ardından bir süre inşaatlarda çalıştığını söyledikten sonra aldığı görevi şöyle açıkladı: “Sonra Milli Emniyet'te bana vazife verdiler!” Ertekin, daha sonra “Sabahattin Ali Olayı” kitabının yazarı Kemal Bayram Çukurkavaklı'ya Milli Emniyet tarafından kendisine verilen vazifenin “Sultanahmet'te yatan komünistlerle ahbaplık kurmak” olduğunu söyleyecekti.
Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nde 30 Nisan 1949'da başlayan yargılama 15 Ekim 1950'de sona erdi. “Cinayeti milli duygularla işledim” diyen Ertekin için mahkemenin “Türk Milleti adına” açıkladığı ceza 4 (yazıyla dört) yıl oldu! Peki Ertekin 4 yıl cezaevinde yattı mı? Hayır, aynı yıl çıkarılan af yasasından yararlandırıldı! Soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen 41 yıllık yaşamına iki şiir kitabı (Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağanın Serenadı), beş öykü kitabı (Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk), üç roman (Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna) ve beş çeviri sığdıran, önemli bir bölümü edebi değer taşıyan yüzlerce mektup bırakan Türkçe'nin en büyük seslerinden Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden katili, devlet "milli duygular koalsiyonu"yla serbest bıraktı!
Tarih, 9 Ekim 1978. Yer; Ankara'da Bahçelievler semti. Ülkücülerin “Reis”i Abdullah Çatlı'nın yaptığı plan akşam saatlerinde yürürlüktedir. Ekip, bölgeyi iyi bilmektedir. Zira, ülkücülerin “İdi Amin”i Haluk Kırcı, eylemden önce Bahçelievler'de keşif yapmıştır. Ekip, 9 Ekim 1978 akşamı Bahçelievler 15. Sokak'taki 56 numaralı apartmanın önündedir. Hedef, 2 numaralı dairedir. Evet, 56 / 2. Bu numaradan koyarlar yapacakları işin adını: 5-6-2 / Tamam Reis! Kırcı kapıya gizlice kulak verir, içerde en az birkaç kişi olduğunu rapor eder. Eyleme geçilmesine karar verilir. Ercüment Gedikli “Dadaş Kahvesi”ne giderek destek için Ömer Özcan ve Duran Demirkan'ı bulur. Saat 22:00 sıralarında 56. Sokak'a geri dönülür. Demirkan sokakta, Özcan apartmanın önünde “gözcü” olarak bırakılır. “Reis” Çatlı da sokakta otomobilinin içinde beklemektedir. Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz gizlice apartmana girerler. 2 numaralı dairenin kapısında silahlarını çekip, zili çalarlar. Birazdan aralanan kapıya yüklenip silahlarıyla içeri girerler.
Evde, hepsi Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi olan 5 üniversite öğrencisi vardır. Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü öğrencisi Serdar Alten (23), Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi öğrencisiHürcan Gürses (26), Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Efraim Ezgin (23), Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencileri Latif Can (20) Osman Nuri Uzunlar (20).
Öğrencilerin ellerini arkadan bağlayıp, yüzüstü yere yatırırlar. Ancak evdekilerin sayısı tahmin ettiklerinden çok olunca Çatlı'ya danışmaya karar verirler. “Bekleyin” der Çatlı ve birazdan elinde eter ve pamukla gelir. Öğrencileri, önce eter koklatarak bayıltırlar. Bu sırada kapı çalınır. Zili çalanlar, yine TİP üyesi olan öğrenciler Faruk Erzanve Salih Gevence'dir, arkadaşlarını ziyarete gelmişlerdir. Onlar da içeri alınır. İki-üç “komünist”i temizlemek için girdikleri evdeki öğrenci sayısı 7'ye çıkmıştır! Yine Çatlı'ya danışırlar. Çatlı'dan gelen talimat üzerine son gelen iki öğrenci, dışarıda bekleyen otomobile bindirilir. Yanlarına da Haluk Kırcı ile Kürşat Poyraz oturur. Farları yakılmayan araç Eskişehir yoluna doğru hareket eder ve bir süre sonra bir tarlanın yanında durur. Faruk Erzan ve Salih Gevence araçtan indirilir, 500 metre kadar tarlanın içine götürülür. Kırcı ve Poyraz silahlarını çekip, biraz önce arkadaşlarını ziyarete gelmiş iki genci, kafalarına ateş ederek öldürürler.
Ardından Bahçelievler'e dönerler. Plana göre evde bayıltılmış olanlar da ikişer ikişer Eskişehir yoluna götürülecektir. Önce yavaş yavaş uyanmaya başlayan Serdar Alten'i otomobile taşırlar. Ancak o sırada yoldan geçen bir polis aracı Çatlı'yı kuşkulandırır. Acaba, tarlada öldürdükleri iki öğrencinin cesedi mi bulunmuştur? Bu kuşku üzerine Çatlı plan değiştirir, infaz evin içinde yapılacaktır. Aralarında nasıl yapılacağını tartışırlar. Pratik öneri Haluk Kırcı'dan gelir. Bayıltılanlardan Osman Nuri Uzunlar'ı mutfağa götürür tel askıyla boğmaya çalışır. Ama hemen ölmez delikanlı, bu kez yüzüne var gücüyle havluyla bastırır ve boğar Kırcı. Geride dört genç daha vardır ve boğma işi biraz uzun sürmektedir. Bu kez Kırcı plan değiştirir. Tarladaki cinayette kullanılan silahı alır, ardından “Siz dışarı çıkın” der üç tetikçi arkadaşına. Ve odaya dönüp, elleri arkadan bağlı dört öğrenciye ateş açar. Evlerinde televizyon izleyen 5 öğrenci ile onları ziyarete gelen 2 arkadaşları hunharca katledilmiştir! Abdullah Çatlı otomobille binanın önüne gelir ve hep birlikte uzaklaşırlar.
Karşı binada oturan ve silah seslerini duyan iki polis, kapısını kırarak girdikleri dairede vahşetle karşılaşırlar. Ancak, gençlerden Serdar Alten ölmemiştir. Saldırganları tarif eder ve Hacettepe Tıp Fakültesi'ne kaldırılır. Ekip, haberlerden bir kişinin ölmediğini duyunca Ankara'yı terk etmeye karar verir. Çatlı, memleketi Nevşehir'e, Kırcı da memleketi Erzurum'a gider. Bu arada ağır yaralı olan Alten savcıya ifade verir. Ülkücülerin saldırdığını, “Reis” diye hitap edilen biri olduğunu “34 PD” plakalı bir araca bindirildiğini anlatır. Alten 8 gün dayanacak ve o da 17 Ekim 1978'de hayatını kaybedecektir. Polis önce aracı bulamaz. Ancak Nevşehir-Avanos yolundaki bir akaryakıt istasyonunda yapılan bir ihbar sonucu “34 PD 137” plakalı araç bulunur. Ancak 34 rakamı, aslında “06” olan plakanın üzerine kartonla yapıştırılmıştır. Nihayet, aslında “06 PD 137” olarak tespit edilen gerçek plaka, ülkücü Mustafa Mit'e ait çıkar! Mustafa Mit, askeri savcı Enis Tunga'ya, aracın örgüt için alındığını ve (Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı) Muhsin Yazıcıoğlu ile (yardımcısı)Abdullah Çatlı'nın kullanımına verildiğini anlatır. Abdullah Çatlı 8 Kasım 1978'de Adapazarı'nda yakalanır, ama Ankara değil, İstanbul Emniyeti'ne götürülür ve orada itinayla serbest bırakılır! Bazılarını Kahramanmaraş katliamında da gördüğümüz bu katiller izleyen yıllarda “kahraman” olarak da anıldı bu ülkede. İki kişi hiç yakalanmadı. Abdullah Çatlı, devletin emin adamı olarak çalışırken, 3 Kasım 1996'da Susurluk'taki meşhur trafik kazasında, yanındaki emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ ile birlikte hayatını kaybeder. Çatlı, sözde aranmaktadır, ama yanında sadece emniyet müdürü değil, o sırada iktidarda olan DYP'nin Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak da bulunmaktadır. Kaza yapan araç da, Şanlıurfa'da “korucubaşı” olarak bilinen Bucak'ındır. İdi Amin, yani Haluk Kırcı ise, sözüm ona idama mahkûm edilir, ama iki kez “yanlışlıkla” tahliye edilir! O yanlış tahliyenin ardından aranırken, yani firardayken Erzurum'da düğün yapar. Firari katilin nikâh tanığı, o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar'dır!
Yıllar sonra, 1999'da yakalanan zanlılardan Ünal Osmanağaoğluve Bünyamin Adanalı, "3. Yargı Paketi" olarak bilinen infaz indirimi/af indirimi düzenlemesinin ardından, Temmuz 2012'de serbest bırakıldı. Evet, yedi genç için yedişer kez ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildiler ve bırakıldılar.
Peki sonuç?
Katledilen TİP'li gencin ailelerinin yanında davalara müdahil avukat Erşen Sansal'ın ifadesiyle; "Derin devlet hâlâ adamlarına sahip çıkıyor... 7 kişiyi öldürdüler. Her bir kişi için yaklaşık 2 yıl cezaevinde kaldılar..."
Ve Abdi İpekçi...
İpekçi, 1 Şubat 1979'da, İstanbul'da evine giderken ülkücü Mehmet Ali Ağca'nın düzenlediği silahlı saldırıda katledildi. Ağca, cinayetten yaklaşık beş ay sonra, 25 Haziran 1979’da yakalandı. Dönemin Sıkıyönetim Askeri SavcısıAhmet Koç, yıllar sonra, 2010'da, NTV'de Can Dündar'ın sorularını yanıtlarken "polis yakalandıktan sonra katilin evini aramak için iki hafta bekledi, üzerinden çıkan adres ve telefonları tam 1,5 ay boyunca araştırmadı" açıklamasını yaptı.
Sıkıyönetim Komutanlığı da, polisin istediği ek sorgu süresini vermeyi uygun bulmadı. Dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı emekli orgeneral Necdet Üruğ da aynı programda, "polisin ek süre istediği zamana kadar verilen süreyi zaten değerlendirmediğinin görüldüğünü, polisteki ideolojik kamplaşmanın tetikçinin kaçırılmasına neden olabilir düşüncesiyle sorgu için talep edilen ek süreyi vermediklerini" açıkladı. Peki ne oldu?
Tetikçi Ağca “polisin elinden kaçmasın” diye götürüldüğü Maltepe Askeri Cezaevi’nden, yakalandıktan tam 128 gün sonra, 25 Kasım 1979’da asker yardımıyla kaçırıldı! O sırada Maltepe Cezaevi’nde askerliğini yapan er Bünyamin Yılmaz, CNN Türk'te Rıdvan Akar'ın sorularını yanıtlarken “Ağca’yı kaçırmam için bana emir verildi. Oral Çelik'in verdiği para ve silahları cezaevinde Ağca'ya teslim ettim. Onu asker elbisesi giydirerek kaçırdım” dedi.
Gıyabında yapılan yargılamadan sonra Ağca önce idam cezasına çarptırıldı. İdam cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbete çevrildi, gasp suçları da cinayet suçuyla içtima edilerek bu sürenin içine kondu.
Ancak müebbet hapis cezaları, “Rahşan affı” olarak bilinen düzenlemeyle 10 yıla indirildi. Böylece Ağca'nın cinayet ve gasp suçları için yatacağı süre de 10 yıla düşürülmüş oldu!
Ağca, cezaevinden ve Türkiye’den kaçırıldıktan sonra Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminde bulunma suçundan İtalya'da 19 yıl 1 ay cezaevinde tutuldu ve 14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edildi. Ancak İtalya'da yattığı süre Türkiye'de zaten 10 yıla indirilmiş bulunan cezasından düşüldü ve Ağca bütün dünyayı şaşırtan bir kararla 12 Ocak 2006'da tahliye edildi! “Yanlışlıkla” tahliye edilen ilk ülkücü katil Ağca değildi! Yapılan itirazın ardından “yanlışlık” yapıldığı kararına varıldı ve serbest bırakılan Ağca 8 gün sonra cezaevine döndü ve 18 Ocak 2010'da tahliye edildi. Böylece, İtalya’da yaralama nedeniyle 19 yıl 1 ay hapsedilen Ağca'nın, Türkiye’de İpekçi suikasti ve gasp suçları için sadece 10 yıl cezaevinde kalması yeterli görülmüştü. Araya bir de yanlış tahliye sokuşturularak!
Bahçelievler katliamı ve İpekçi cinayetini planlayan ve icra edenlerin yollarının nasıl kesiştiğini, devletteki irtibatlarını izlerseniz, Sabahattin Ali'yi öldürdükten sonra serbest bırakılan Ali Ertekin'den beri "Milli duygular" örgütünün üzerinde nasıl güneş batmadığını görürsünüz.
Özetleyelim... İpekçi'nin katili Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden asker desteğiyle kaçırılmasının ardından İstanbul'da saklandığı ev Abdullah Çatlı'ya aitti. Ağca, daha sonra Çatlı'nın memleketi Nevşehir'e gönderildi.
O sırada, sonradan Susurluk skandalı ve Ergenekon çetesi kahramanı olan, eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin'in de Nevşehir Emniyeti'nde çalışmaktadır.
İki hafta önce, 24 Ocak'ta 24. ölüm yıldönümünde andığımız katledilen gazeteci Uğur Mumcu ortaya çıkarmıştı ki; Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, Mehmet Şener ve Haziran 1980'de CHP Nevşehir İl Başkanı avukat Mehmet Zeki Tekiner'i öldürmekten hüküm giyen Ömer Ay Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden aldıkları sahte pasaportlarla yurt dışına çıkmışlardı. Papa'ya suikast girişimi sırasında Ağca'nın yanında olan isim de, Ömer Ay'dı.
Katiller için sahte pasaport matbaası gibi çalışan Nevşehir Emniyeti'nin pasaport bölümünde bir süre sonra yangın çıkacak, bütün evrak yok olacaktı.
Malum, daha sonra, devlet görevlisi-siyaset-mafya ilişkilerini ortaya döken Susurluk skandalının ardından, emniyetin sözüm ona aradığı Abdullah Çatlı'nın, Emniyet Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin ile halay çekerken fotoğrafları ortaya çıktı. Halayda, "kumarhaneler kralı" olarak bilinen Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesine karışan özel harekâtçı polisler de poz vermişti.
Firariyken Haluk Kırcı'nın nikâh tanıklığını yapan eski vali, emniyet müdürü, Adalet ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın yine firari olan Abdullah Çatlı'ya kendi imzasıyla ruhsatlar, belgeler verdiğini de listeye ekleyin.
Katiller serbest, yazarlar, gazeteciler hep mahkûm bu ülkede. Dün de öyleydi, bugün de öyle. Dün, sadece kitapları ve görüşleri nedeniyle misal İsmail Beşikçi'yi yaklaşık 17,5 yıl hapseden devlet, aynı fikri takibin izinde bugün onlarca gazeteci ve yazarı terör iddiasıyla hapsediyor.
Velhasıl; Sabahattin Ali'nin, yedi TİP'li gencin, Abdi İpekçi'nin katillerinin tamamının cezaevinde geçirdikleri toplam süre, ABD'nin Türk diplomat Arıkan'ı katleden teröristi hapsettiği süreyi bulmadı bu ülkede!
Evet, hatırlayalım. Öldürülen insanların anısına; ayları, günleri değil saatleri sayarak ömür tüketen yakınlarının acısına; devlet eliyle taammüden katledilen adalet duygusuna hürmet için... Hiç olmazsa unutmayalım...