Kronolojik bir rastlantıdan mı ibaretiz?
Yılın en ıssız, yılbaşı gecesinden artakalan yorgunlukla bir kez daha uyutulan ilk gününde uyanmış bir soru...
Cevap, insanların büyük bir bölümünü parantezine alıyor, evet!
Dünya, Güneş etrafında kusursuz bir inatla dönerken sonsuz ve soyut zamanı işaretlemeye çabaladığımız takvim yapraklarında ne çok hikâye birbirine benziyor.
“Ne kadar çabuk geçti koca bir yıl” değil mi!
Peki siz ne kadar hızlı geçiyorsunuz zamanın içinden?
“Smoke”u (Duman) izlemiş miydiniz? Wayne Vang'in şahane bir Noel finaliyle noktaladığı filmde Auggie (Harvey Keitel), Brooklyn'de bir tütün dükkânı işletmektedir. Brooklyn'deki bir çatışmanın serseri kurşunu işine gitmekte olan karısı Ellen'ı öldürdüğünden beri sesi soluğu kesilmiş yazar Paul de (William Hurt) bu dükkânın müdavimleri arasındadır.
Bir akşam Auggie tam kepengi indirirken Paul gelir koşarak; her gün uğrayıp aldığı sigarası bitmiştir. “Peki” der Auggie, kepengi açar, içeri girerler. Dükkânda Paul'ün daha önce gözüne takılan fotoğraf makinesinin sırrı da açılan biralar eşliğinde çözülecektir.
Auggie, kapakları kanat gibi açılan fotoğraf albümlerini gururla yığar Paul'ün önüne. Yaprakları hızla çevirirken gülümser Paul, zira dört bin fotoğrafın da kadrajı aynıdır! Auggie, yıllardır bu nedenle bir gün bile terk etmediği dükkânının önünden her sabah sekizde yanı başındaki meydanın fotoğrafını çekmiştir.
“Ama” der Paul, “bunların hepsi aynı!..”
Auggie itiraz eder:
“Hepsi aynı, ama her biri farklı bir güne ait! Dünya güneşin etrafında döner her gün, ve güneş ışığı her gün farklı bir açıdan vurur Dünya'ya. Biraz yavaşla.”
“Yavaşla, diyorsun ha” diye mırıldanır Paul. “Evet” diye karşılık verir Auggie, “yarın, yarın, yarın. Zaman biraz aheste ilerler. Yavaşlamazsan anlayamazsın dostum!”
Ve Paul yavaşlar. Yavaşlar ve albümde bu kez bir sabah işine giderken Auggie'nin kadrajına giren karısını fark eder; “Bu Ellen, canım sevgilim! Bak” der ve ağlamaya başlar.
Yanılıyorsunuz; zaman hızlı geçmez. Aslında geçmez de zaman. Geçen; doğup, büyüyüp, ölendir.
Freud'a göre hayat, ölüme ulaşma çabasıdır. Bu çabada hayat, ölüme kadar yavaş yavaş biriktirir insanı. Zamansız olanlar bir yana, tabiatın laneti değil, değişime gösterdiği sabrıdır ölüm. Hayat, programındaki son kayıt olan ölümle evrilir, dönüşür.
Ne hayat akıl dışı bir süreklilik vaadidir; ne akılla lanetlenmiş insan bir bakteri gibi dolaysız bir müdavimidir bu dünyanın.
Düşünün bakalım; hayatınız aptalca bir tutarlılıkla sözüm ona zamanı sayan takvim yaprakları gibi birbirinin kopyası bir hikâye, ardışık bir sersemlikten mi ibaret?
İhtiyar kız ve oğlan çocuğu yığınlarına bakın; aklın bağışladığı özgürlük ve yalnızlık korkusundan kaçan hayatların ölümün sabrını nasıl harcadıklarını göreceksiniz. Çılgınca anlamsız bir umutla kaçmaya çalıştıkları ölüme, henüz bedenleri hayattayken nasıl yakalandıklarını.
Aslında, hesap makinesine dönmüş akıllarıyla onların kâbusudur ölüm. Hiçbir zaman tüketemeyecekleri “şey”leri kazanmaya çalışanların kâbusu.
Hiçbir şey, iyi yaşanmış bir hayat kadar doğuramaz insanı.
Ferit Edgü, denemelerini topladığı kitabının kapağında sorar; şimdi saat kaç?
Yavaşlamazsan anlayamazsın!..
(Taraf - 3 Aralık 2012)