(Ruh Hali: Follia*)
Yetmişli yaşlarındaki "arkadaşım" Pietro her sabah istinasız kasabanın girişindeki mezarlığa yürürdü; kırk sekiz sene önce kaybettiği eşinin mezarını ziyaret eder; yaş gününü, paskalyayı, evlilik yıldönümlerini, noeli uzun yıllar önce amansız bir hastalıktan kurtaramadığı karısıyla kutlardı. İstinasız her sabah, mezarlık ziyareti dönüşü karşılaşırdık Pietro'yla, ayaküstü sohbetler ederdik. Zerafetle yanağımı okşar, belki de geride bıraktığı mutlu yıllarını, ona bakan ışıltılı gözlerimin içinde yeniden yaşardı. Pietro bu karantina günlerinde eşini ziyaret edemiyor.
Son bir aydır dengesini kaybeden hayatımın akortunu yeniden yapmalıyım.
"Bir 'LA' sesi vereniniz yok mu?"
"Durdum ve sular ürperdi
Düşündüm
Ve Güneş saklandı"
Şubat başında Türkiye'den İtalya'ya döndüğümde bitirdim Portekizli yazar Fernando Pessoa'nın "Huzursuzluğun Kitabı"nı. Kitabı elimden bırakır bırakmaz, sanki dünya bu kitabın içine girip saklanmaya karar vermiş gibi koca insanlığın huzuru bir anda kaçtı.
"Bir 'LA' sesi bayım, lütfen. Ah! Sizde de mi yok???"
Telefondaki ses ablamın:
"Elif! Hemen gel, annem çok hasta!"
Üniversitede bir yandan yüksek lisans tezimi hazırlarken bir yandan da bir kültür envanteri projesinde çalışıyordum o yıl. Profesör hocam yanımda tam da birşeyler anlatırken telefonum çaldı. Aydınlık odada bilgisayarları başında çalışan üç arkadaşımın üzerinde gezinirken gözlerim, o cümleyi duydu kulaklarım:
"...Annem çok hasta..."
Bazı cümlelerden sonra sorulan hiçbir sorunun değeri yoktur! Gözlerimin önündeki o üç arkadaş, tez danışmanım profesör hocam, odadaki nesneler netliğini kaybetti o an. İzmir'e, anneme döndüm. Uzun bir süre etrafımdaki hiç kimseyi, hiçbir şeyi sahip olduğu şekilleriyle, renkleriyle göremedim.
İki haftadan beri köy evimize gidememiştik. Nihayet geçtiğimiz salı günü iki ayrı arabayla gidip tadını çıkardık güneşin. Yeni yeni çimlenmekte olan tohumların, yeşillenip yapraklanan ahududuların mutluluğuyla dolup taştık. On üç saat boyunca bir maskenin yaralamadığı yüzüm güneşe nazır, yeşillikler içinde baş döndüren kokularıyla bir türlü gelemeyen baharın nazlı habercileri erik çiçeklerinin gözünden baktım etrafıma. Bir çiçeğin gözünden dünyaya bakabilmek bir doktorun gözünden bakmak gibi midir? Her ikisinde de yaşamın değerini, elzem ve lüzumsuz olanı anlamaz mı insan? Güzel hava, arının kulaklarımı sağır edercesine çıkardığı kanat sesi, dalıma konan kızılgerdan, bu sessizlik içinde alıp verdiğim soluklar… Yaşamaktan, yaşayabilmekten, hayatta kalabilmekten ötesi var mı?!
Annemden sonra böylesine katıla katıla ağlayacağım gelmezdi aklıma. Yeniden kasaba merkezinde kaldığımız apartman dairesine dönmek üzere arabaya bindim, keyifliyim. Yollar bomboş. En sevdiğim kanal Radio Freccia'yı** açtım, dinliyorum. Kimsesiz yollarda benimle aynı hızda hiç görmediğim kadar alçaktan uçan bir kızıl çaylak eşlik ediyor bana. Tadını çıkarıyorum. Doğaya yakın yaşamak ne güzel! Tam o esnada kızıl çaylak yükselip gökyüzünün mavisi içinde eriyeyazarken uzun-ince yolun karşısından siren çalmadan ışıkları yanıp sönen bir ambulans hızla yanımdan geçip gidiyor. Ambulansın içinde şoförün yanında kendini korona virüse karşı korumak için giymek zorunda olduğu maskesi ve beyaz tulumuyla oturan ambulans hekimini görüyorum. Oklar saplanıyor o an kalbime, radyoyu kapatıp eve gelene kadar katıla katıla ağlıyorum arabanın içinde. Bu yollarda kuşlar uçardı, yol kenarlarında selam verdiğim kasabalılar nerde?
İtalya'da 31 martta bir gün içinde 30.000'e yakın test yapılmış, bu tarihe kadar Covid-19 semptomlarını gösteren hastalara toplam 506.968 test uygulanmış. Milano'da doktorluk yapan ancak meslektaşlarının pozitif çıkması ve virüs semptomlarını hissetmesi üzerine kendini kişisel izolasyona alan doktor Oğuz Öksüz:
"Her bir test, kişi sayısını baz almıyor elbette; çünkü bir hasta için minimum 2-3 test yapılabiliyor gözlem altındayken, diyor."
Doktor Nicola Sgarbi, 13 martta on üç saat boyunca Modena Üniversitesi Hastanesi'nde, yoğun bakım servisinde çalıştıktan sonra bir selfie çeker ve,
"Selfie çekmekten normalde hoşlanmam ancak üzerimdeki tüm koruyucu maske, giyim ve kuşamı çıkardıktan sonra bu selfie'yi çekmek istedim. Bir "kahraman" gibi hissetmekten ziyade yaptığı işi hiç olmadığı kadar çok seven normal bir insan gibi hissediyorum ve bu işi muhteşem insanlarla (doktorlar, hemşireler, teknisyenler, sağlık operatörleri ve temizlik görevlileriyle) birlikte yapabiliyor olduğum için kıvanç doluyum" der ve devam eder;
"Bu yüzden, yüzümdeki izlerle, sırt ağrılarıyla, yorgunlukla, unutulan yemek molalarıyla ve daha nice olumsuzluklarla uzun mesai saatleri boyunca çalışmak beni yıldırmıyor… hepsi geçecek! Sizlerin çabası ve fedakarlıklarıyla bugünleri atlatacağız. Bugünler, birlik ve beraberlik içinde olursak geçecek! Sakın vazgeçmeyin. Hiçbir zaman!"
27 Mart akşamı uyumadan önce, geç saatlerde İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'nın halka seslenişi için kayda alınan konuşmasından çıkartılan küçük bir bölüm düştü İtalyan sosyal medyasına. Videoda, cumhurbaşkanı prompter'dan metnini okurken danışmanlarından biri Giovanni, Sayın Mattarella'nın havaya kalkmış küçük bir saç öbeğini düzeltmesini ister. Hepimizle birlikte evinde karantina kurallarına uyan, ancak zorlu geçen politik sürecin yorgunluğunu taşıdığı gözlerden kaçmayan cumhurbaşkanı oldukça sempatik bir yanıt verir:
"Eh! Giovanni, uzun zamandır ben de berbere gidemiyorum..."
Keder dolu bu karantina günlerinde, İtalyan Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'nın dediği gibi ülke, tarihinin en kederli sayfası yaşanmaktayken İtalyanlar kendilerini yalnız hissetmiyor. Bu ülkenin tek bir çatısı var ve herkes o üç renkli yeşil, beyaz ve kırmızı renkli çatının altında sıkı sıkıya birbirine bağlı yaşıyor aslında. Bir ülke kocaman sıcacık bir eve böyle dönüşürmüş meğer!
(Okuma Hızı: Allegretto***)
28 Mart'ta İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, İtalyan halkına;
"Milletçe böylesi zor bir dönemden geçiyorken bir kişiyi bile evinin kapalı kapısı ardında terk etmeyeceğiz, yapayalnız hissetmesine izin vermeyeceğiz" diye sesleniyor.
İtalya'da toplam sekiz bin belediye bulunuyor ve bu toplantı sonrası, ilgili bakanlarla alınan kararlardan biri "Dayanışma Bütçesi"nden 4,3 milyar Euro'nun yüzde 66'sı maksimum aciliyet kapsamında mayıs ayından önce tüm belediyelere gönderilecek. Yanısıra, Sivilleri Koruma Yasası kapsamında yine belediyelere ekonomik zorluk çeken ihtiyaç sahiplerine verilme koşuluyla 400 milyon Euro hibe edilecek. Önümüzdeki haftadan itibaren belediye başkanları ve kaymakamların eliyle temel ihtiyaçlarına yönelik harcamalarda kullanılmak üzere, ekonomik sıkıntı çeken birey ve aileler bu "alışveriş çekleri"ni kullanabilecekler.
İtalya'nın her kentinde çeşitli dernek ve sosyal yardım kurumları da yaşadığımız sıkı karantina döneminde ekonomik olarak sıkıntı çekenlere yardım elini uzatmaya çalışıyor. Bunun en güzel örneklerini son günlerde Napoli şehrinde gördük: biri, sahibini bekleyen alışveriş poşetleri; diğeri de "Sepet Dayanışması".
1903 yılında Tıp Fakültesi'nden mezun olur olmaz şifası olmayan hastaların yattığı hastanede çalışmaya başlayan, 1911 yılında Napoli'ye de uğrayan kolera salgınıyla mücadele eden, Birinci Dünya Savaşı zamanında üç yıl boyunca başhekim olarak çalıştığı Askeri Hastane kayıtlarından anlaşıldığı üzere üç bine yakın askeri tedavi eden, yoksullardan tedavi sonrası bırakın para almayı, onlara ekonomik olarak arka çıkan "Yoksulların Doktoru" olarak bilinen Napoli'nin Benevento kasabasında doğmuş Giuseppe Moscati'nin sözü Sepet Dayanışması Hareketi'nin desturu oldu:
"İmkanı olan koysun, olamayan alsın."
1987 yılında Vatikan'da zamanın papası II. Giovanni Paolo, sadece bilimsel becerisi ile değil; ruhunu da katarak yoksulları iyileştiren, mucizevi şekilde şifasızlara deva bulan iyiliksever doktor Moscati'yi azizlik mertebesine kabul etmiş.
Kadirşinas Napoli halkı, pencerelerinden şehrin dar sokaklarına sarkıttıkları sepetler ile Aziz Doktor Giuseppe Moscati'nin iyiliklerini unutmadıklarını bir kez daha kanıtlamış oluyor. Sepetlerin içine, durumu iyi olan yardımsever Napolililer temel ihtiyaç malzemesi koyarken, ihtiyacı olanlar o sepetlerdeki gıdaları alıyor. Böylece ekonomik zorluk çeken ama hiçbir yardımı kabule yanaşmayan çoğu gururlu yoksul, yardım edenlerle yüzyüze gelmediği için rahatlıkla sepetteki gıdalardan faydalanıyor. Napolililer, hepimiz için zor ama bir başkası için çok daha zor geçen bu günlerde hepimize örnek bir davranış sergiliyor.
(Okuma Hızı: Vivace****)
İtalya Sağlık Bakanlığı resmi web sayfasında yayınlanan umut dolu bir habere göre, Roma'daki Bambino Gesù Çocuk Hastanesi'nde yatmakta olan iki yaşındaki erkek bir bebek için gereken uyumlu ilik, Türkiye Cumhuriyeti'nden bulundu.
İtalya Kök Hücre Bankası'nda 450.000 kök hücre bağışçısının kaydı var. Ancak acil ilik nakline ihtiyaç duyan minik bebeğe uyumlu ilik ne yazık ki bu kök hücreler arasında bulunamadı. Müjdeli haber güzel memleketimizden geldi: diğer ülkelerin ilik bankaları ve Türkiye Kök Hücre Koordinasyon Merkezi ile temasa geçen İtalyan yetkililer, genetik olarak birebir tam uyumlu iliğin Türkiye Cumhuriyeti'nde bulunduğunu bildirdi. Bulunan kök hücre, 31 Mart akşamı Roma'nın Ciampino Havaalanı'na inen bir uçak vasıtasıyla İtalya'ya ulaştı. Haberi okur okumaz, o uçağın kanatları, uzun zamandan beri mutlu haberler alamayan yüreğimi sevinçten göklere çıkardı.
Covid-19 aciliyeti yüzünden İtalya'da diğer hastalıklar hayati önem taşımıyorsa tedavi süreçleri ertelenmekte. Ancak İtalya'da ilk üç ay içinde gerçekleştirilen kök hücre nakilleri, 2019 yılının ilk üç ayındaki rakamı geçmiş durumda.
Sağlıklı her birey, kök hücre bağışı yapabilir. Birilerine umut olabilene ne mutlu!
*Delilik durumu, bulunduğu ortama uyum sağlayamama
** Ok
***Kısmen hızlı, biraz neşeli.
****Enerjik, hayat dolu
Faydalandığım Kaynaklar: