Zamana yayılmış, sohbete bulanmış pazar kahvaltılarına oldum olası bayılırım. Bu kahvaltıların...
Zamana yayılmış, sohbete bulanmış pazar kahvaltılarına oldum olası bayılırım. Bu kahvaltıların olmazsa olmazı yumurta türevlerine, öncelikle menemen ve sucuklu yumurtaya da keza... Egemen Bağış’ın “kirlenen ceketi”, dur durak bilmez açıklama(ma)ları, ve “keratalar sucuk da getirseydi de sucuklu yumurta eşliğinde sohbet etseydik” beyanı yüzünden, pazar rehavetiyle özdeşleştirdiğim sucuklu yumurtadan bile ikrah ettim! Her zaman, her toplumun yüzakı, aydınlığı ve umudu olmanın yanı sıra, ilerleme ve değişime yönelik itici gücü olan gençlere, “haklıyken haksız duruma düşmenin incecik çizgisini” de, ses duyurmanın yapıcı yollarını da, diğerini dinlemeyi de anımsatmanın gerekli olduğu durumlar elbet ki vardır. Onların pırıl pırıl yüreklerine, deli deli akan kanlarıyla bilenen cesaretlerine kendi gizli ajandalarını yutturmaya çalışan provokatörler her zaman oldu, olmaya da ne yazık ki devam edecek. Ama... Bir Nasreddin Hoca ironisi kisvesine bürünmüş, açıkça dalga geçen bir biçemle, “polise karşı aşırı şiddet kullanıldı” türevi, ağzından çıkanı kulağı duymayan; neredeyse özrü kabahatinden büyük denilebilecek demeçleri ciddiye alabilmek olası mı? “Ceketim kirlendi” gibi bir ifadeyle polise gidip, ömrünün baharından koskoca 2 yıl çalınamaz hiçbir gencin. Yok, olmaz. Bunca saçmalanamaz!.. Yurdu Türk gençliğine emanet eden Ulu Önder’in kemikleri sızım sızım sızlar. 2 yaşındaki bebeğine, 10 yaşındaki kızına hunharca ve büyük bir iğrençlikle tecavüz edenlerin bile almadıkları denli büyük cezalar alırlarsa; seslerini, bedelsiz yüksek öğrenim taleplerini duyurmaya çalışan gençler, susturulmuş ve sindirilmiş onlarca annenin yüreği, sızım sızım sızlar. Polise yalvara yalvara anlatmasına rağmen, aldığı darbelerle düşürdüğü bebeğine yanamadan, “bebeğiyle birlikte fikirlere de gebe olmak” suçundan kendisini yargılayan beyni bulutlu insanlara hesap vermek durumunda bırakılan çocuğun canı, sızım sızım sızlar. “İstikrar” adına, benimsemedikleri halde iktidarı destekleyerek, onu bilinçsizce güçlendirenlerin; güçlendirip de kendilerini, kazdıkları kuyuya düşmenin tam kıyısında hissedenlerin vicdanı sızım sızım sızlar. Demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından olan düşünce ve söz özgürlüğü, giderek, tümden yok edilirse, iyice kararır ortalık, insanlık sızım sızım sızlar. Oysa kimin umurunda? Sızlarsa sızlasın. Onların ceketleri, koltukları kir tutmasın yeter ki... Jilet gibi ütülü, kir tutmaz, çamur tutmaz, hiçbir itiraza, eleştiriye ya da protestoya asla ve kat’ta geçit vermez ceketleriyle dolansın muhterem büyüklerimiz. Gidip meclise, yumurtayı yakıştıramadıkları genç ellere daha çok yakışır umuduyla mıdır nedir, silah kullanma yaşını 18’e indiren, akıllara seza yasa tekliflerinde bulunsunlar. Ben sana heyran sen cama tırman, bugün bana yarın sana şakşak’larıyla, zinhar muhalif seslere kulak vermeden günü sonlandırıp, hayırlısıyla evlerine ulaşsınlar. Ayıp, günah, sus sen anlamazsın dolu cıkcık’lamalarla; yetmezse kötek ve cezalarla fidanları yaşken eğip, gençleri terbiye etmeye önce evlerinde başlasınlar. Anadillerinden önce zorbalığın dilini öğrensin çocuklar, şiddeti evlerinde tanısınlar. Tanısınlar ki Allah muhafaza, yarın öbür gün mum gibi durmanın bir kelam dışına çıkmasınlar. Başkaları onlara karşı bu sınırları geçerse de, şiddetin her türlüsünü mübah sayarak kendilerini ve “yüksek” ideallerini korumayı esaslıca bellesinler. Adam olsunlar. Olsunlar da öyle herkesi adamdan saymasınlar. Şiddetin oyunlarına bile bayılsınlar. Öyle sokak dövüşü oyunlarıyla, savaş simülasyonlarıyla filan yetinmesinler, yeterince boşalamasınlar. Masum bir kızcağızın dört kuduz adam tarafından tecavüze uğraması etrafında şekillenen bir televizyon dizisinden öykünerek, birtakım aklı evvellerce üretilmiş bilgisayar oyununda, ağzı salyalı adamlarca kovalanırken kumanda yardımıyla hızlıca koşturulması gereken kız ile eğlenip, yüksek skorlar yapsınlar. Düğünlerde mutluluklarının bir nişanesi olarak havalara ateş açıp, kendi yakınlarını kurşunlara dizsinler. Maçlarda rakip taraftarları bıçaklamakla kalmayıp, taraftarı oldukları takımın stadyumunu da yakıp yıkarak, oyuncusuna sayıp söverek rahatlasınlar. Kendi “tarafları” ne olursa olsun, başka “tarafları” muhatap bile almasınlar. İnsanlık denen kavramın, taraf-maraf dinlemeyeceği gerçeğini, akıllarına dahi getirmesinler. Kendilerine benzemeyene asla saygı duymayıp, değişime ve farklı seslere karşı kulaklarını sağlam kapatsınlar. “Böyle gelmiş, böyle gider” olsun mottoları. Ötesini merak etmeden. İçleri kuruya kuruya, hep başkalarını suçlaya suçlaya; ceket de neymiş, zihniyetleri cılk yumurtaya bulana bulana yaşlansınlar. Gün gelip, hayat bayram olsun, onlar kutlamasınlar.