Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) , TÜİK verilerinden derlediği bir rapor hazırlamış. Rapora göre, Türkiye’de 15 yaş ve üzeri nüfusta 5.7 milyon kişi okuryazar değil. Toplam nüfusta okuryazar olmayanların %84’ü, 15-24 yaş arasında okuryazar olmayanların ise %79’u kadın. Bölgesel durum açısından da, Güneydoğu Anadolu’da okuma yazma bilmeyenlerin oranının %29 oluşu, insanı derin düşüncelere ve mutsuzluğa sürüklüyor. Veriler, eğitim sisteminin işlevsizliği (15-24 yaş arası 406 bin kişi okuma yazma bilmiyor), bölgeler arası ciddi farklılıkların olması, en çok da cinsiyete dayalı uçurumun derinliği açısından insanı çarpıyor. Açıkçası niyetim saygın yazar, rahmetli Aziz Nesin’in 1990’lı yıllarda, geçen yıl da, köfte dudak- medyatik budak Aysun Kayacı’nın alevlendirdiği, buram buram “siyasal elitizm” kokulu, “dağdaki çoban-İstanbul’daki profesör oyları” farklılıklarına değinmek değil. Demokratik bir toplumda koşullarından bağımsız olarak tüm bireylerin söz hakkının da bir ve saygın olduğunu düşünenlerdenim. Ancak seçim hakkını kullanmak noktasında, eğitimsel ve sosyal anlamda toplumsal hayata katılmanın en önemli ön koşullarından olan okuryazarlığın eksikliği de, bu temcit pilavı tartışmayı farklı boyutlara taşır nitelikte. Yurtta aşağı yukarı herkes referandumdan bahseder, evet’ler, hayır’lar, yetersiz ama evet’ler, az tuzlu ama hayır’lar, bitaraf ve bertaraf saçmalıkları konuşulurken; Türkiye siyaset arenasının en bilinen kronik hastalığı olarak, liderlerin hiçbirince açık, net ve somut planlara dayalı bir gelecekten söz edilmez, geçmişin defterlerinin tozlu ve karanlık sayfalarından yapılan kağıt uçakların birbirleri üzerine uçurulu-uçuruluvermeleri siyaset addedilirken; Türkiye’de yaklaşık 4 milyon kişinin, (15-18 yaş aralığını düşerek) “evet-hayır” sözcüklerini bile okuyup yazamaz hali, referandumdan ve gösterişçi, televizyon kanalı eksenli “açılımlardan” çok daha fazlasına, çok daha derinine, ivedilikle ihtiyaç duyulduğunun göstergesi değilse nedir?!. Benzer istatistiklerle bezenmiş cinsiyetçi uçurumun tam kıyısında, sıcaktan beyinlere güneş geçmiş halde, topluca “bitaraf”lıktan ödümüz patlarken, Suudi Arabistan’dan gelen bazı trajikomik haberlere ve o haberlerin gerçek hayata yansımalarına dertlenmemek de ayrıca elde değil. Haber odur ki, Suudi televizyonunda yayınlanan ve bir kadının dört erkekle evlendiği komedi programı ülkede tartışma yaratmış. Tash Ma Tash (Önemsiz Şey) dizisindeki kadın karakterin dört koca alması, bu sırada Suudi erkeklerinin dört kadınla evlenmelerini meşrulaştırmak üzere sarf ettiği sözleri kullanması ve hâkim erkek söylemini benimsemesi, muhafazakâr kesimleri çıldırtmış. Öylesine otokratik bir toplumda, böylesine bir “tersine dünya” taşlamasını düşünüp de televizyona uyarlamayı akıl eden, dahası cesaret eden kalemleri ve yürekleri yanaklarından öpesim, dört karısı evde çile doldururken bu programa pek sinirlenen adamlara “hayırdır cicim, beğenmedin mi?!” diyesim, halimize de fena halde şükredesim, aynı anda soldan soldan üzerime geliyor! Bu Suudi televizyon dizisi haberini okuduğumda dudağımın kenarında oluşuveren ince gülümsemeyi ise, bize çok daha yakın, dolayısıyla çok daha gerçek başka bir haberi okuduğum zaman, zinhar sergileyemiyorum. Öyle ki, Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Genel Başkanlığı yapan, “şeyhülislam seçilen”, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığına getirilen, AKP Grup Başkanvekili Suat Kılıç’ın kayınpederi olduğu belirtilen Ali Yüksel’in “üç eşli” olduğu ortaya çıkmış. Yüksel niyetinin “dörde kadar gitmek” olduğunu açıklarken, çokeşliliğini “sünnet bir ibadet” olarak nitelendirmiş. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre Yüksel, duygularını bir tarafa atarak eşlerine “eşit davranmaya gayret ettiğini, bunu da hayli başardığını” açıklamış. Gazeteci Fehmi Çalmuk’un 2004 yılında kaleme aldığı “Merak Edilen Kızlar” isimli kitapta da Yüksel, çokeşliliğin “iyi ve zor yanlarını” detaylı olarak ayrıca anlatmış. Haber geçen günlerde sadece Türk gazetelerinde değil, NY Times vb çeşitli yabancı gazetelerde de “Adviser Could Face Polygamy Charges” başlığıyla, “Danışman Çokeşlilikten Dolayı Ceza Yiyebilir” şeklinde yer aldı. Zira Medeni Kanun’a, Anayasa’ya, laik yaşama ve toplum düzenine son derece aykırı bir durumdan söz ediyoruz. Üstelik birçok İslam düşünürü de, Kuran’ı Yüksel’in yaptığı şekilde, keyfi olarak yorumlamanın son derece aykırı, “kul hakkına ters” olduğunu belirtiyor. Durum böyleyken, insan bunca derin ve yaygın olan eğitim sorununa mı, yaşamın en üst düzey kurumlarına dek ince ve derinden sızmış erkek egemen söylem ve uygulamalara mı, “kadının adı yok” halimize mi daha çok yansın, karar veremiyor… Düşünüyor, içleniyor, dertleniyor ve sonunda “hay bi(n)taraf kunduz” diyesi geliyor!