Trabzon’un Tonya Belediyesi, ilçenin kurtuluş törenleri öncesinde, ilçedeki “en”leri belirlemek...
Trabzon’un Tonya Belediyesi, ilçenin kurtuluş törenleri öncesinde, ilçedeki “en”leri belirlemek amacıyla anket çalışması başlatmış. En beğenilen sanatçı, siyasetçi, eğitimci, esnaf, memur ve sporcunun sorulduğu ankette “en beğenilen ev kadını” da yer alınca ilçe birbirine girmiş. Kaymakama anketin iptali için başvurular yağmış. Eşine 20-25 oy gelirse bunun hesabını eşine soracağını belirten “taş fırın erkeki” bazılarına inat, AK Partili Belediye Başkanı Ahmet Kurt anketin iptalini kabul etmemiş. Belediye Başkanı, asıl amacın Tonya halkının kaynaşması olduğunu belirtirken “Bazı kafalar demek ki ilkel. Bu anketi yapacağız. Biz bütün kadınlarımızın ne kadar yüce varlık olduğunu tartışacak değiliz” demiş. Ay haberin hangi tarafına yorum yapacağımı şaşırdım! Öncelikle efendim, ev hanımlarını gözlemlenebilir fiziki özelliklerine veya davranışlarına göre değil de, evinin temizliğine, elinin lezzetine, hamaratlığına, eşinin ütülü kolalı gömleklerine göre belirliyorsak, herkes herkesin ev emeğine bunca vakıf olabilir mi? Bu durumda, eşine gelecek oyların hesabını eşine soracak olan mermer kafalı bey amca neden kızıyor? Eşinin, oy derdine kapı kapı dolaşıp, kurabiyeler-çörekler dolaştırıp, evin bütçesini alt üst edeceğini mi düşünüp bozuluyor? Diğer yandan, anketini canhıraş biçimde savunurken, çağdaşlıktan, kadınlarımızın yüce varlığından dem vuran aziz başkan, sadece ev kadınlığı kategorisini mi, yoksa bu güzide ilçede kadınların da aday olabileceği en iyi esnaflık-sanatkârlık-eğitimcilik-siyasetçilik payelerini mi kast ediyor? Eğer öyleyse, ankette ilçenin “en beğenilen aile babası” kategorisi neden eksik kalmış? Ayrıca, en beğenilenleri seçerken, sanırım Tonya’nın en beğenilenlerinden söz ediyoruz değil mi? 17 bin 500 nüfuslu belediyede, metrekare ya da ne bileyim, hane başına örneğin, kaç sanatçı ya da sporcu düşüyor olabilir? Yok, Türkiye genelini kapsayan bir durum mevzu bahis ise, o zaman ben de bizim eski mahalledeki Şirin Market’i en afili esnaf, anneannemi de en beğendiğim ev hanımı olarak aday gösteriyorum, var mı itirazı olan?! *** 18.yy. son yıllarına doğru birçok Avrupa ülkesinde; Amerika ve Avustralya’da kadın hareketlerinin kitlesel ilk dalgası başladı. Bu hareketin başlamasına neden olan en önemli etkenlerden birisi, bu dönemde endüstri devrimiyle sömürgeciliğin başlamış olması; dolayısıyla, kolonilere ve askere gitmiş erkek endüstri işçilerinin yerine, ilk kez kadınların ikame edilmiş olmasıydı. Ayrıca, Fransız Devrimi ile gündeme gelip yayılmış olan yeni Yurttaşlık Hakları Bildirgelerinde, “yurttaş” olarak yer alanın, büyük ölçüde erkek ve beyaz olanları kapsayıp, her kesimden kadınları dışlamış olması gerçeği de etkenler arasındaydı. Sonuç olarak, erkeklerle eğitim, iş yaşamı, siyaset gibi alanlarda eşit yurttaşlık haklarına sahip olma ve eşit işe eşit ücret alma isteği, tarihsel olarak Batı’daki feminist hareketleri başlattı. 1950’lerde ABD’de ev hanımlarına yönelik yayınlanan Housekeeping Monthly dergisinin Mayıs 1955 sayısında “İyi Bir Ev Kadını Olma Rehberi” yer aldı. Kaynaklarda yazarı belirtilmese de, yazı büyük olasılıkla bir kadın tarafından kaleme alınmıştı. Evin tüm işlerini eksiksiz bitirdikten sonra, eşimiz gelmeden önce ateşi yakıp her şeyi hazır etmemiz, 15 dakika uzanarak yüzümüzü dinlendirmemiz, kesinlikle gündelik işlerle ilgili şikayet etmediğimiz gibi, dinlenmiş ve pür makyajlı yüzümüzde de hiçbir yorgunluk izinin olmaması vb, altın kurallarla dolu upuzun bir (gerçek-üstü) makaleydi… Yazının yayınlandığı tarihlerde, kadın hareketi sesini güçlükle duyurarak sürüyordu. Virginia Woolf öleli henüz 10 yıl olmuş, rahmetli Duygu Asena da muhtemelen daha ip atlıyordu... Aradan 56 takvim geçmiş, heyhat! Birçok ülkedeki kadın algısında radikal bir değişiklik yok...İyi bir “karı” olmanın kuralları olduğu gibi duruyor, medyada gizli ve açık mesajlarla reklamların, dizilerin, filmlerin içine yediriliyor. Türkiye’de ve dünyada hala günde birkaç posta koca dayağı yiyen kadınlar; evlerde, sokaklarda, yatılı kız okullarında ya da kuytularda vurulan, darp edilen, şiddete maruz kalan, ırzına geçilenler; kanayan yaramız töre cinayetleri varken, doğallıkla bu türden haberler ufak ayrıntılar olarak bir köşede kalıyor. Karılık kurallarını, “kutsal kadın imajı” yutturmaları altında yeniden üretmeyi; pek çağdaşmış süsü verilerek düzenlenen abesle iştigal anketleri; şekil şemali boş verin de, artık gerçekten kadınlara yönelik bakış açımızı ve uygulamaları, insan hakları ve demokrasi konusunda pek iddialı; AB’ye aday olma yarışındaki ülkemizde eşitlemenin zamanı çoktaaan gelmedi mi?