YGS skandalı, giderek iyice akıllara ziyan bir hal alıyor. Konu, devlet büyüklerinin açıklamalarında hiçe sayılmayı sürdürürken, baş muhatapları olan öğrenciler, haklı isyanlarıyla eylemdeler. Bu yıl gelmekte nazlanan bahara inat, rengarenk lale tarlaları gibi adeta, sokaklardalar öğrenciler. Yurdun dört yanından, pırıl pırıl, gümbür gümbür, yeni bir kuşağın sesi geliyor. İstanbul, Malatya, Zonguldak, Kırklareli, İzmir, Çanakkale, Antalya, Bursa, Adana, Van, Kırıkkale, Ankara ve kimbilir daha birçok ildeki onlarca okuldan YGS eylemi haberleri tomur tomur açılıyor. Bazı aklı evveller, daha işin iç yüzü anlaşılmadan “şifre yoktur!” diye fetva verdikten sonra, ÖSYM’nin “yanlışlıkla oluşturulmuş bir şifre vardır, özür dileriz” açıklamasıyla, utanç duygusundan az da olsa nasiplenmişlerse eğer, herhalde mosmor olmuşlardır. Şimdi hala, eylemlerden söz ederken “liseli dediğin ders saati sokaklarda sürtmez” diyorlar. Hiç düşünmüyorlar ki, çocukların haklarını savunmayı, dertlerini etkinlikle anlatmayı öğrenmeleri, ezbere dayalı müfredatın tek bir gününde öğrenecekleri derslerden çok, çok daha değerlidir. *** Ben, 80’li yıllarda, sıkıyönetim gölgesi vurmuş sokaklara gönlümce çıkamamış, daha çok kapalı alanlarda oyun oynamış, kendinden bir öncekine göre tüketim anlayışı köküne kadar gelişkin, ancak yaşama ilişkin farkındalıkları olabildiğince apolitik olmuş bir ara kuşağın üyesiyim. Biraz da bu nedenle, bugün sokaklarda haklarını arayan, tepkilerini ortaya koyan çocuklara gıpta ediyor, onlarla gurur duyuyorum. Bu çocuklar farklılar, birçok şeyin farkındalar. Bu çocuklar “sehven” oluşturulan şifreye de, kendilerine “şehven” saldıran baskıcı zihniyete de, okulu boykot edip fikirlerini haykıramasınlar diye üstlerine okul kapılarını kilitleyen zorba okul yönetimlerine de prim vermiyorlar. Vermemeliler. Vermesinler...! Hayatlarını birebir etkileyecek bir sınavda, şifre olsun ya da olmasın, en azından olayın ele alınış biçimiyle ciddi boyutta mağdur edildiler. Protestolarında, çocuklar değil, devlet büyüklerinin bizzat kendileri tarafından siyasileştirilen bu skandaldan ve ardından yapılan açıklamalardan, devlet büyükleri kadar ön yargıyla ve hızlıca tatmin olamadıklarını belirtmekten başka da bir dertleri yok. Sınavın iptal istemini bile değil; hepsini aptal yerine koyan ÖSYM Başkanı’nın, bunca olaydan sonra artık istifasını istediklerini dillendiriyorlar. Biz, uğruna yıllarımızı verdiğimiz, 3 saatte hayatımızı belirleyecek olan bir sınavda şıkların arasında geleceğimizi ararken, siz adil bir sınav sürecini sağlamaktan sorumlusunuz, buna da güvenemeyeceksek, neye güveneceğiz, diye soruyorlar. Bizi duyun, bizi görün, bizimle konuşun, diye haykırıyorlar. Tazecikler, belki de bilmiyorlar. Bazen en karanlık görünen dönemler en ışıklı gelişmelere; en can acıtan deneyimler en değerli öğretilere gebedir. İnanın, siz böyle yetiştikçe, “güzel günler göreceğiz, güneşli günler çocuklar”*! * Nazım Hikmet Ran – Nikbinlik Şiiri