"ne tuhaf, oysa eskiden ne zaman nar bahçesinde uyuyakalsam kırmızı rüyalar görürdüm orada. şimdiyse yalnızca nar bahçesini kırmızı bir rüya olarak görüyorum." (Murathan Mungan - Geyikler Lanetler) Burnumun ucunda yağmur damlası, dışarıda da gardrobumdaki hiçbir giysimi tam kendine yakıştıramayan bir hava var. Bugünlerde vurmalı vitaminlerin dibine. Nezle-grip mevsimi, tam da bu üstünü havaya yakıştıramamalarda başlar. Resimlerden sonbahar, mevsimlerden Nar... Zahmet isteyen, sabır bileyen, tadına meşakkatle varılan, masalsı nar... Tüm kültürlerde bolluk bereket simgesi, sürprizli, oyuncu, fettan, kırmızı, seksi, doğurgan, işveli, çiçekli, tutkulu, mağrur…Kadınsı nar. Yılbaşında kapılarda uğur diye patlatılıp saçılan, aynı anda hem inciyi, hem yakutu çağrıştıran, kıymetli nar... Saçınca tanelerini kaseye, kaşıklamaya mı başlasam, anımsattığı yaşamı, aşkı, zamanı, çoğulluğu mu düşünmeye dalsam bilemediğim, adeta bir başka diyar... *** Bir yandan ağzımı şapırdata şapırdata nar yiyor, bir yandan sayfaları hışırdata hışırdata kitap okuyorum. Bu caanım hazan sabahı, gündemden ve hayattan bir gün “off” alıyorum. Fonda klasik müzik, ki özellikle böyle evde kitapla mayışma anlarında dostluğunu çok severim, evimi ince ince huşu ve huzura boğmakta... Çocukluktan çıkıp gelen anılar ne acaip; aklıma, her klasik müzik dinlediğimde olduğu gibi, Hikmet Şimşek ve TRT1’deki Pazar Konserleri geliyor. Serbest çağrışım gırla, belleği de boşa takmışken, bu görüntüden, peşpeşe başka anılara savruluyorum. Evimize her gün giren Cumhuriyet’in yanı sıra, hafta sonları alınan Gırgır dergisi; benim, bazı karikatürlere bakıp bakıp, annem ve babamın neyi bunca komik bulduklarını minnak aklımla zinhar anlamamam; sokakta “simidiyeeeeğee” sesini duyar duymaz camlara balkonlara koşup çağırdığımız simitçi ve tadına doyulmaz çıtır simitlerle uzun, neşeli kahvaltılar aklıma düşüyor. Anılar resmi geçitte. Biraz daha büyüyorum. Üniversitedeyim. 18 yaşımı doldurunca, yıllardır heves ve telaşla beklediğim gece dışarı çıkma izinlerini, azar azar koparmaya başlamışım. Bu nedenle günlerim, ucundan kıyısından dersler dışında Cuma-Cumartesiyi beklemek, hazırlanmak ve heyecanlanmak sarmalında geçiyor. Cuma ve Cumartesi gecesi için programlar, okuldaki dostlarla daha Salı sabahından yapılmaya başlanıyor. Öyle bir görev bilinci, öyle bir deli enerji ki, Cuma gecesi ne giysek sorunsalından, beğendiğimiz çocuk nereye takılır acaba’lardan kafayı biraz kaldırıp, az daha çalışsak allame-i cihan olacağız. Oysa esrik yaşın aklıyla pek çok şeyin ayırdında değiliz, kendimizi en havalı, en çılgın, en “cool” sanıyor, kalabalık olursa giremeyiz derdiyle de mekanlarda erkencikten yerimizi alıyoruz. Bellersiniz ki gittiğimiz barların kapısında yoklama alacaklar! O zamanlar da Karamürsel Sepeti gibiyim. Yaşımdan ufak gösterdiğim için, illa ki kapılarda kimlik soran pek otoriter abilere dert anlatmak, kimliğimin sahte olmadığına inandırmak zorunda kalıyorum hep. Bu duruma o zamanlar pek bir içerlemekle birlikte, şimdiki eşşek kadar olmuş yaşımda, ara sıra gece dışarı çıktığımda hala kimlik soran birileri çıkınca da, elin kapı görevlisini resmen öpesim geliyor! Yaşına yaş katmak biraz da böyle bir şey galiba… Belleğime üşüşen, minik, tatlı anılara gülümseyerek kendime mis kokulu bir kahve yaparken, aniden gelen bir hevesle, pür telaş, bu gece için yanar-döner bir program yapmaya girişiyorum. Renklerden hazan, mevsimlerden nar. Dilimde nereden de çıkıp gelen, eski şarkılar var...