Öyle günler yaşıyoruz ki, insan ne yazacağını gerçekten bilemiyor...
Öyle günler yaşıyoruz ki, insan ne yazacağını gerçekten bilemiyor. Kimse kimseyi dinleyip, kimse ötekini anlamıyor. Şiddetin uğultusu yerleşmiş sanki beynimize, başka hiçbir ses duyulmuyor.
Oturup düşünmeye, düşünüp irdelemeye, olası önerilerin olası sonuçlarını tahayyül etmeye yer kalmamış. Köşeleri ya tek tük duyulan barış ve sükûnet çağrıları, ya da neyin, nasıl çözümü olacağı anlaşılmayan intikam çığlıkları kapmış. Tüm bu sesler bir araya gelse, yine de kıymetli evladını kaybetmiş bir ailenin çığlığını bastıramaz. Çekmeyen bırak o acıyı anlamayı, yanına bile yaklaşamaz. Ama heyhat! Yine de herkes bağırıyor ve herkes sadece kendi sesini duyuyor. Dün haber ajansları bir bildirge yayınlayarak, ortak yayın ilkelerini duyurdular. Haber ajanslarının, terör, şiddet ve afet durumlarında evrensel insan haklarını, ulusal güvenlik ve kamu düzenini dikkate alacağını, bu konuda sorumlu yayıncılık örneği göstereceğini söylediler. Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk edecek veya halkı sınıf, ırk, dil, inanç, cinsiyet ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa yöneltecek yayın yapmayı reddedeceklerini açıkladılar. Bu ilkeler olumlu elbet. Ama hem geç kalınmış, hem de yetersiz. Hatta toplum içinde gittikçe sivrilmeye başlamış düşmanlığa, sözde ve eylemde tamamen teslim olunmuş görünen şiddete meyyal duruşa bakılırsa, belki de kifayetsiz. İlkeler karmaşık. Halkta şiddet uyandırıcı yayın yapmamak bildirgesinin bir sayfa ötesinde yer alan, Muammer Kaddafi’nin sürüklenen cesedinin görüntüleri, bu ilkelerin iç gündeme dair oluşunun sınırlarını, adeta kanlı kalemlerle çiziyor. Kafalar karışık. Liseli çocukların İstanbul’daki eyleminde, ellerindeki dev Türk bayraklarıyla terörü lanetledikleri sloganlar bir süre sonra, neden ya da nasıl bilinmez, “Ya Allah Bismillah Allahuekber” e dönüşüyor. Siyah kurdeleli Facebook profil fotoları ve Twitter iletileriyle intikam çığlıkları atmayı kendilerine verilmiş kutsal bir görev addedenler, sorunu, çözümü, hatta çekilen çok haklı acıyı konuşmayı bırakmış; “Abdullah Öcalan’a işkence önerilerini”, akıl almaz bir yaratıcılıkla çeşitlendirilen detaylarla tartışıyor. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi anında vatan haini olarak yaftalayıp, ağza alınmayacak küfürlerle saldırıya geçiyor. Terör, afet ve şiddet olaylarında ortak yayın ilkeleri belirleyen haber ajanslarının, ne yazık ki yenileri gelmeye devam edecek kadın cinayeti haberleri konusuna nasıl yaklaşacakları, hala belirsizliğini koruyor. Savaş kokusu ve terörün lanetli bulutları göğümüzü kaplamış. Aslında terörün tam da amaçladığı şey olan, pusulasını ve sağduyusunu yitirmiş şiddet dili kol geziyor. Söylenecek çok da fazla şey yok. Belki de ortak vicdan ve uzun soluklu sağduyu ilkelerimizi yeniden gözden geçirmek gerekiyor.