Türkiye’nin bir “hizmet yönetim merkezi” haline getirilmesi uzun bir süredir çeşitli vesilelerle yoğun bir biçimde tartışılıyor. Bu konuda, özellikle Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nin (YASED) ciddi çaba ve girişimlerinin de altını çizmek lazım. Peki, bir ülkenin “hizmet yönetim merkezi” olmasından ne kastediyoruz? Biraz bu konuyu irdeleyelim.
Bölgesel hizmet merkezleri, uluslararası sermayeli bir şirketin küresel organizasyonu altında bulunan ve çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren işletmelere “mimarlık, mühendislik, muhasebe kaydı tutma, çağrı merkezi” vb. hizmetleri sağlayan ortak hizmet birimlerini ifade ediyor. Bu modelin arkasında, hem ortak bazı hizmetlerin görülmesinde küresel standardizasyonu sağlama; hem de ciddi bir maliyet avantajı yakalama amaçları yatıyor.
Örneğin, uluslararası yatırımları olan XYZ Enerji ve Elektrik A.Ş.’nin onlarca ülkede yer alan yatırımlarının muhasebe hizmeti, maliyet açısından en avantajlı ülkede “bölgesel hizmet merkezi” kurularak da sağlanabiliyor. Uluslararası yatırımcılar, hizmet merkezleri için -doğal olarak- öncelikle maliyetlerin oldukça düşük olduğu Hindistan, Polonya gibi ülkeleri tercih ediyorlar.
Türkiye’nin, hizmet ihracatı bakımından oldukça rekabetçi imkânlara ve ciddi potansiyele sahip olduğunu söylememiz mümkün; ancak bu potansiyeli başarılı bir şekilde reel ekonomiye yansıttığımızı söylemek oldukça zor.
Konuyu biraz daha açmak için, ödemeler dengesi istatistiklerimize kısaca bakalım. 2014 yılı cari işlemler açığımız, 45,8 milyar dolar olarak açıklandı. Cari işlemler hesabının iki temel bileşeninden biri olan “dış ticaret dengesi” 2014’te 63,6 milyar dolar açık verirken; “hizmetler dengesi” aynı dönemde 25,3 milyar dolar fazla vermiş durumda. Hizmetler dengemizin altındaki en büyük iki gelir kaynağının da “taşımacılık ve seyahat” olduğunu vurgulayalım. Özetlersek, Türkiye’nin mevcut üretim ve ihracat yapısına bakarak, yakın zamanda dış ticaret fazlası verme ihtimalimizin çok zayıf göründüğünü; bu nedenle hizmet ihracatı gelirlerimizin cari işlemler dengesi açısından hayati öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Üç-dört saatlik bir uçak yolculuğuyla yaklaşık 60 civarında ülkeye ulaşımın mümkün olan ve çalışabilir genç nüfus potansiyeli oldukça kuvvetli bir Türkiye, hizmet merkezi kurmak isteyen uluslararası yatırımcılar için ciddi bir cazibeye sahip. Ancak bu cazibenin, Türkiye’yi bölgesel hizmet merkezi konumuna getirmeye yeterli olamayacağını vurgulamak gerekli. Mevcut tablonun, çeşitli mali ve operasyonel teşviklerle uluslararası yatırımcı için daha cazip hale getirilmesi oldukça önemli.
Türkiye bu konudaki en önemli adımlardan birisini Haziran 2012’de 6322 sayılı Kanun ile attı. Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10. maddesine eklenen bir bentle, Türkiye’de yerleşmiş olmayan kişilerle, iş yeri, kanuni ve iş merkezi yurt dışında bulunanlara Türkiye’de verilen ve münhasıran yurt dışında yararlanılan bazı hizmetlerden elde edilen kazancın %50’sinin beyan edilen kurum kazancından indirilebileceği hüküm altına alınmış oldu. Hatta Bakanlar Kurulu’nun bu oranı %100’ e kadar arttırması da mümkün. Bu hizmetlerin -bazı tartışmalı noktalar dışında- KDV’ye de tabi olmayacağı düşünülünce, hizmet ihracatı konusunda 6322 sayılı Kanun ile önemli bir adım atılmış olduğunu söyleyebiliriz.
Bu önemli vergisel destekten yararlanabilecek hizmetleri aşağıdaki gibi sıralamamız mümkün.
- Mimarlık, - Mühendislik, - Tasarım, - Yazılım, - Tıbbi raporlama, - Muhasebe kaydı tutma, - Çağrı merkezi, - Veri saklama, - Eğitim ve Sağlık hizmetleri (ilgili Bakanlıkların iznine tabi olarak)
Türkiye’de yerleşik olmayanlara verilen eğitim ve sağlık hizmetlerini dışarıda tutacak olursak, destek kapsamındaki diğer hizmetlerin Türkiye’nin bölgesel yönetim merkezi olma tezini ciddi olarak kuvvetlendirdiğinin vurgulanması gerekli.
Bu noktada şu soruyu sormak elzem görünüyor; 6322 sayılı Kanun sonrasında Türkiye bölgesel hizmet merkezi olma yolunda ne kadar yol aldı? Soruya verilebilecek cevabın maalesef tatmin edici olacağını söylemek oldukça zor.
6322 sayılı Kanun ile Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına eklenen vergisel teşvik mekanizması yerinde olmakla birlikte, Türkiye’nin bölgesel hizmet merkezi olması iddiasını tek başına gerçekleştirebilecek kuvvette görünmüyor. Hizmet merkezleriyle ilgili iyi dünya örneklerine bakınca, uluslararası yatırımcıları çekmek için “operasyonel maliyetlerinin” düşürülmesinin de anahtar önemde olduğu görülüyor. Bu noktada, özellikle istihdam edilen personele ilişkin maliyetlerin düşürülmesi konusu öne çıkıyor. Ücretler üzerinden alınan gelir vergisi stopajı ve sosyal güvenlik kesintisi işveren payına yönelik bir takım muafiyetler bu alanda önemli teşvik unsurları olarak değerlendirilebilir. Gelir vergisi stopaj desteği ve konuya yönelik birtakım yeni vergisel muafiyet ve/veya istisnaların hayata geçirilebilmesi için, halen TBMM gündeminde olan Gelir Vergisi Kanun tasarısı önemli fırsatlar yaratabilir. Ayrıca, mevcut Tasarı kapsamında, telekomünikasyon ve bankacılık gibi sektörlerin spesifik hizmet merkezi ihtiyaçlarına yönelik, ek bazı vergisel teşvikler yaratılması da çok yararlı olacaktır.
Bakanlar Kurulunun yetkisini kullanarak mevcut Kurumlar Vergisi muafiyet oranını %50’den %100’e çıkarması ve getirilecek operasyonel maliyetlere yönelik yeni teşvikler Türkiye’nin bölgesel hizmet merkezi olma kararlılığını kuvvetlendirecektir. Vurgulamadan geçmeyelim, verilecek kuvvetli teşviklerin Türkiye’nin bu alandaki rekabet gücünü arttıracağı muhakkak olmakla birlikte; bu hizmetlerde çalıştırılacak kalifiye işgücünün yaratılması da uluslararası yatırımcının dikkatini Türkiye’ye çekmek bakımından hayati önemde değerlendirilmeli.
(*) Bu makale www.KPMGvergi.com adresinde yayımlanmıştır.