Geçmişte saray medyasında militanca görev yapmış birçok isim, bugün yaratılan medya ortamının en keskin eleştirmenleri haline geldi. Tamamen operasyonel bir misyonla çıktığını gizlemeyen Diriliş Postası’nın eski genel yayın yönetmeni Hakan Albayrak mesela. Ya da geçmişte tartışma programlarının kadrolu iktidar kanadı Akif Beki. Bunlara benzer birçok isim, şimdiki köşelerinde ya da sosyal medya hesaplarında insanı şaşkına çevirecek düzeyde itidalli yazılar yazıyor. İktidarı ve saray medyasını izana davet ediyor. Bu nedenle iktidarın hışmına uğruyor, kendi deyimleriyle “bedel ödüyor”.
Bunlardan birisi de Kemal Öztürk. İktidar (ona göre pelikancı kanat) ile fikir ayrılığına düşmesinin ardından Yeni Şafak’tan kovulan Öztürk, Twitter hesabından şunları yazmıştı: “Bir gün bu ülke gerçekten sıkıntı yaşadığında ve inandırıcı medyaya ihtiyacı olduğunda elimizde avucumuzda hiçbir şeyin kalmadığını acı bir gerçek olarak göreceğiz. Ve o gün gazeteleri, televizyonları, ekranları kifayetsiz muhterislere teslim edenleri hatırlayacağız”. Doğru söze ne denir? Ancak bunu söyleyen Kemal Öztürk olunca, bir şeyler denebilir.
Öztürk, sadece iktidar gazetelerinden birinde yazan, iktidar yandaşı bir gazeteci değil. Kariyerinde hızla yükselmiş bir iletişimci. İletişim fakültesinden mezun olduktan sonra, bir süre medyada çalışıp, 2003 yılında Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın iletişim danışmanı, ardından ise başdanışmanı olan bir isim. Bunu ise Başbakan Erdoğan’ın basın danışmanlığı izlemiş. Bu parlak kariyer, 2011 yılında Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü ile taçlanmış.
Geldiği her konuma iktidarla olan bağlantıları sayesinde gelen Öztürk’ün, Anadolu Ajansı yöneticiliği de bir siyasi ajanda ile doğrudan bağlantılı. Görevi, ajansın iktidarın kontrolüne tamamen geçmesi, geçmişten kalan “pürüz”lerin ortadan kaldırılması. Bu amaçla müdürlüğünün ilk döneminde yetmişe yakın çalışan emekliliğe zorlanıyor. Mesai saatleri değiştirilerek, haftalık izin bir güne indiriliyor. Çalışanlar, onca sene çalıştıkları alanlardan bambaşka alanlara ve yerlere sürülerek mobbinge maruz bırakılıyor. Çalışanlar ajansta çalışamaz hale getirilirken, iletişim fakültesi mezunu olsun olmasın, birçok AKP’li ajansa muhabir olarak dolduruluyor.
AKP’nin Suriye politikasına uygun olarak, yalan haber yapmak için bölgeye gönderilen muhabirler, Öztürk’ün "Ben muhabirlerden haber istiyorum, ne şekilde olursa olsun, ölseler de kalsalar da beni ilgilendirmez" sözleriyle “motive ediliyor”. Öztürk’ün haber derken neyi kastettiği, o dönem yapılan kurgu haberlerden anlaşılıyor.
Ajansa hızlı bir giriş yapan Öztürk için sıra ajansta örgütlü ve toplu iş sözleşmesi yetkisini elinde bulunduran Türkiye Gazeteciler Sendikası’na geliyor. Sendika içerisindeki memnuniyetsiz üyelerin görevlendirilmesiyle Medya-İş isimli bir başka sendika kurduruluyor ve bu sendika kısa bir süre içerisinde yetkili sendika oluveriyor. Genel kurullarında, işveren statüsündeki, Öztürk’ün konuşma yaptığı Medya-İş’in ilk eylemi “İşçi Düşmanı Ercan İpekçi” ve “TGS Düş Yakamızdan” dövizleriyle gerçekleşen TGS karşıtı eylem oluyor. İdeolojik sendikacılık yapmakla suçladıkları TGS’yi, ajanstaki tüm olumsuzlukların sorumlusu olarak gösteren Medya-İş sonrasında ise Bülent Arınç’ın huzuruna çıkıyor. Arınç, ziyaret sırasında şunları söylüyor: “Biz inşallah yeni toplu sözleşmemizi daha ileri haklar noktasında Medya-İş Sendikası’yla yaparsak bu bizi çok mutlu edecektir. İdeolojik sendika olmamak lazım. Ücret sendikacılığı artık geçti. Evet ücret baştadır; insanlar her gün gelirlerinin artmasını isterler ama bir sosyal sendikacılığa da ihtiyacımız var.”
Medya-İş bu sözlerin gereğini yerine getirerek, utanç belgesi niteliğinde toplu iş sözleşmelerine imza atarken, ajansın iktidar lehine yeniden yapılandığı süreçte çalışanların uğradığı hak kayıplarının değil, iktidarın isteklerinin takipçisi oluyor. Sonuç olarak karşımıza, haberleriyle değil manipülasyonlarıyla ünlenen, AKP haber ajansı çıkıyor.
Anadolu Ajansı’nın dönüştürülmesi projesinin başrol oyuncusu Kemal Öztürk, medyaya yönelik saldırıların en kritik anlarında devletin ne üst kademesindeki isimlerin danışmanı olarak da önemli görevler üstlenmiştir diyebiliriz. Şimdi haline ağladığı medya ortamının yaratılmasında en çok emeği olanlardan birisi olarak, bazı eleştirileri bazı doğru noktalara temas etse de (çoğu eleştirisi kapsamı oldukça daraltılmış ve Erdoğan’a yakarma seviyesinde), insanların geçmişte yaptıklarını önüne çıkarması kadar doğal bir şey yok.
Önceleri saray medyasında kadrolu olup, şimdilerde onun eleştirisini yapanların varlığı, bahsi geçen yalan üretim merkezlerinin ideolojik etkisinin zayıflaması açısından, kuşkusuz yararlı. Ancak, bu insanların aldıkları konumları dün de, bugün de, belli başlı gazetecilik ilkeleri değil, siyasal çıkarların belirlediğini de unutmamak gerekiyor. Siyasal atmosfer ne olursa olsun, ilkeler üzerinden bir araya gelenlerle, çıkarlar üzerinden bir araya gelenlerin arasındaki mesafe hiç kapanmıyor, kapanmayacak da.